Dersim’e diz çöktüremezsiniz

Demir ÇELİK yazdı —

  • Devlet, Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Munzur Üniversitesi üzerinden Dersim‘in dilini, kültürünü, kimliğini, inancını yok etmenin kültürel soykırımındadır. Hakikatimizi öldürmek, tarihi hafızamızı karartmak ve bizi biz olmaktan çıkarmak istiyor.
  • Nasıl ki dün atalarımıza, "vahşi, mağarada yaşayan kuyruklu mahlukatlar" diyerek soykırım yaptıysa, bugün de beyaz soykırımla Türkçü-sünni İslam‘ı dayatıyor, katliam ve soykırımlara karşı Dersim‘de yaşatılan tarihi direnişçi damarı kesmek ve Dersim‘i teslim almak istiyor.

 

16-17 Ekim 2024 tarihlerinde "Anadolu’nun Horasan’ı Tunceli Sempozyumu" adıyla bir sempozyum Dersim’de düzenlendi. Tunceli Valiliği’nin koordinasyonuyla Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı ve Munzur Üniversitesi işbirliği ile düzenlenen bu sempozyuma karşı Alevi hareketlerinde farklı tepkiler gelişti.

Devletin benzeri uygulamlarına gösterilen bu tepkiler,  kuşkusuz ki değerli ve önemlidir. Ancak sorun artık basın açıklamaları ile ve farklı televizyon kanallarında konuya ilişkin düşünce ve fikir beyan etme ile geçiştirilemeyecek kadar can yakıcı derinlikli ve tarihi önemde bir sorun olmaya devam ediyor.

Bu anlamda da öncelikli olarak Dersim’in Rêya Heq/Raa Haq itikadına bağlı, Kürt Alevilerin Serçeşmesi olması nedeniyle devletin Dersim‘e saldırdığını çok iyi bilmemiz gerekiyor. Kürdistan ve Mezopotamya coğrafyası bolluk ve bereketin coğrafyası olması nedeni ile tarih boyunca devletli sistemin işgal ve ilhak hareketlerine uğrayan coğrafya olmuştur. Coğrafyanın kadim halkları bu işgal ve ilhak hareketleri sonucu hem katliama uğramışlar hem de göçertilme politikalarına tabi tutulmuşlardır. Bu gerçeklik, uzun tarih boyunca Arap milliyetçisi iktidar, İslam devletleri ve Moğol istilası döneminde çok daha yoğun kitlesel göçlerle yaşanır.

Coğrafyayı işgal ve ilhak etmekle yetinmeyen devletli sistem, sınır güvenliğini sağlamak adına halkları kadim mekanlarından kopartarak zoraki göçertir. Bütün bunların sonucunda Mezopotamya’nın kuzey batısı Konya-Ankara‘dan başlayarak Horasan (Kuzey-Doğu İran), güney batısında Lübnan- güney doğusunda Basra Körfezi’ne kadar uzanan geniş coğrafyada başta Kürtler olmak üzere halklar ve inançlar hep gelgitler yaşarlar. Devletli sistemin işgal ve ilhakının neden olduğu bu gelgitlerin yanında, bölgenin kadim halkları sürekli asimilasyona da uğratılmışlardır. Başta Raa/Rêya Heq olmak üzere, Alevilerin asimilasyona ve başkalaşıma uğratılmaları ağırlıklı olarak Emevi ve Abbası devletlerinin dinci ve Arap milliyetçiliği ile başlar. Türkçü ve dinci Selçuklu ve Osmanlı devletleri ile devam eder. Türk devleti ile de son çivisi çakılmak isteniyor.

Açıkçası bin yılları aşan bu müdahalelerle Alevi belleği silinmek, hafızası kazınmak, yerine Türkçü-sünni İslamcı bellek ve hafıza yerleştirilmek isteniyor. Devletli sistem, tarih boyunca geniş Dersim coğrafyasında devletli sistemin hiyerarşici kurumsallığına karşı alternatif yaşam seçeneğini topluma sunan ve yaşatan devlet ve iktidar dışı Raa/Rêya Haq inancına onlarca kez katliam ve soykırımlar yaşatmıştır. Türk devleti de, Türk-İslam sentezcisi tekçi zihniyeti ile hareket etmiş, 1920‘den başlayarak geniş Dersim coğrafyasında yaşatılan bu tarihsel hakikati öldürmek ve ortadan kaldırmak için katliamlar düzenlemiş, soykırımlar yapmış, asimilasyon ve kültürel soykırım uygulamaları içinde olmuştur. 

Türk devlet geleneğinden önceki tarihleri bir yana bırakacak olursak Alevilerin Horasan ile ilişkilendirilmeleri Büyük Selçuklu Devleti’nin veziri Nizâmülmülk (1018-1092)’ten beri yapılmaktadır. Nizâmülmülk kendi vezirliği döneminde bugünkü Iran coğrafyasında birçok medrese açar. Bu medreselerde bir yandan Sünni İslam fıkıhı ve din dersleri verilirken, diğer yandan da Raa/Rêya Haq ocak pirlerini bu medreselerde eğitime tabii tutarlar. Dersim’in 12 ocak pirlerinin bir kısmını bu medreselere götüren Selçuklular, Alevi pirlerine Türk ve İslam olduklarının telkini ve dayatmasında bulunurlar. İslam Sufisti Haydariyye Tarikatı’nın kurucusu Ahmet Yesevi(1093-1166) ile bu başkalaşım kesintiye uğratılmadan, Anadolu Selçuklu Devleti(1077-1308) tarafından sürüdürülür. Selçuklu medreselerinde dini eğitimine tabii tutulan ve başkalaşıma uğratılan Raa/Rêya Haq pirleri o tarihten bu yana adım adım kendi tarihselliklerinden, inanç değerlerinden ve inancın kavram ve kuramlarından uzaklaştırılırlar. Devletten devlete devredilen bu başkalaşım sürecinin en önde gelen hedefi; elbetteki inancın Serçeşmesi Dersim olur. Belleği ve hafızası kazınmak istenen Dersim, Yavuz ve Kuyucu Murat dönemlerinde onbinlerin katliamına uğrar. Osmanlı bir yandan rafizi, zındık ve sapkın mezhep diyerek katliamlarla Alevileri ortadan kaldırmak isterken, diğer yandan da Dersim’e alternatif Hacı Bektaşi Veli Dergahı’nı Serçeşme olarak Alevilere dayatır. Dergaha 1501’de Balım Sultan’ı, II. Mahmut 1836’da Nakşibendi Şeyhlerini kayyum olarak atayan Osmanlı, ortadan kaldıramadığı Alevilere Türkçü-sünni İslam‘ı dayatır. 1860’ta 'Çıbanbaşı' diyerek Dersim’e onlarca sefer düzenler, halkları kıyım ve katliamlardan geçirir.

Önceki Türk devletlerinin anlayışıyla Kürtlere, Alevilere yaklaşan Türk devleti de, öncelikle bu iki toplumsallığı ortadan kaldırmaya çalışır. Büyük bir toplumsallığa ve yaygın kitleselliğe sahip Alevileri topyekun ortadan kaldıramayacağını iyi bildiğinden, Alevilerin Türk olduğu iddiasında bulunur, buna ilişkin tezler geliştirir. Baha Sait, Yusuf Ziya Yörükan ve Hasan Reşit Tankut başta olmak üzere resmi ideologlarına Kürt Alevilerin Horasan’dan geldiklerini, dolayısıyla Alevilerin öz Türk oldukları tezini ileri sürerek işe koyulur. Homojen ulus oluşturma, homojen ulusun üzerine tekçi, katı merkeziyetçi, inkarcı ve katliamcı ulus devleti oturtmak isteyen İttihat ve Teraki, önceki Türk devletlerin mirasını devralarak Dersim’e ve Dersim Raa/Rêya Haq inancına yönelir.

Koçgiri’de soykırımla işe başlayan Türk devleti, 1925’te Şark Islahat Planı’nı uygulamasına alır. Şark Islahat Planı ile başlayan oniki yıllık hazırlıktan sonra 4 Mayıs 1937’de 'çıbanbaşı' diye yaftaladığı Dersim’e bakanlar kurulu kararı ile soykırım yapar. 1935‘te Dersim’i Tunceli yapan devlet, Dersim üzerinden demir yumruğunu eksiltmez ve Dersim’e kendine göre kimlik atfetmekten asla vazgeçmez. Devlet kendi tekçi ve inkarcı zihniyetine karşı dikey olmayan yatay Dersim toplumsallığını ve bu toplumsallığın ortak yaşam değerleri nedeni ile Dersim’in genleri ve genetiği ile dur durak bilmeden oynamak istedi ve hala bu sevdasından da vazgeçmiş değildir. 

Devlet, Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Munzur Üniversitesi üzerinden Dersim‘in dilini, kültürünü, kimliğini, inancını yok etmenin kültürel soykırımındadır. Hakikatimizi öldürmek, tarihi hafızamızı karartmak ve bizi biz olmaktan çıkarmak istiyor. Nasıl ki dün atalarımıza, "vahşi, mağarada yaşayan kuyruklu mahlukatlar" diyerek soykırım yaptıysa, bugün de beyaz soykırımla Türkçü-sünni İslam‘ı dayatıyor, katliam ve soykırımlara karşı Dersim‘de yaşatılan tarihi direnişçi damarı kesmek ve Dersim‘i teslim almak istiyor. Beyaz soykırıma karşı yapılması gereken "Yalan ve hileleriniz önünde diz çökmedim…" diyen Pir Seyid Rıza’nın söylemini kılavuz edinmek, toplumsallığımızı ete kemiğe büründürmektir. Bütün risk ve tehlikelere karşı, çok güçlü tarihi mirasın ve yarının kurtuluş perspektifi olan ortak yaşam iddasının sahipleri olarak itiraz etmek, hakikati bilince çıkarmanın sorumluluğuyla bugüne ve sürece yaklaşmak yapılması gereken asgari müşterek olmuştur.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.