Faşizme ölüm!

Demir ÇELİK yazdı —

  • PKK gerillası ve militanlarının gençliklerinden, geleceklerinden ve aşklarından vazgeçerek özgür insanlık mücadelesi içinde olduklarını, onlarda bunu en az bizler kadar iyi biliyorlar.

Türkiye demokratik ve hukuk devleti normlarına sahip olmadığından kaynaklı derin siyasal ve toplumsal istikrarsızlık halini yaşamaktadır. Birinci paylaşım savaşı sürecinde dünyanın en geri yönetişimine sahip Osmanlı, ortaya çıkan o dönemin toplumsal dinamizmini es geçtiğinden çözüldü ve çöktü. 

Bu çöküntü üzerine inşa edilen Türk ulus devletide toplumsal hakikat yerine tekçi, inkârcı kaba ulus ısrarında bulunarak, halklar ve inançlar soykırımına soyundu. Monarşiden demokratik hukuk sistemini inşası olması gerekirken, tek adam diktatörlüğüne dayalı Bonapartist zihniyetin neden olduğu siyasi, toplumsal, kültürel, ekolojik ve kadın kırımı dur durak bilmeden bugünlere taşırılmış bulunuluyor.

Bugünde tüm gücü elinde toplamış bulunan tek adama dayalı diktatoryel bir rejim varsa, bu durum yüzyıl öncesinin tekçi, katı merkeziyetçi zihniyetinden bağımsız değildir.  Dolayısıyla sistemin demokratik değerler eksenli yeniden inşaası yerine, muhaliflerin kazanmasına dayalı hükümetin el değiştirmesi ile bu durumun ortadan kalkması mümkün değildir. Çünkü bugün yaşanan siyasal ve toplumsal istikrarsızlığın; sürekli kriz üreten tekçi ulus devlettir.

Türk ulus devleti, çok etnisiteli, çok dinli, çok inançlı olan Osmanlı imparatorluğunun enkazı üzerinde, onların inkârı ve imhası zihniyeti esasıyla kurulmak istendi. Bu amaçla Anadolu- Mezopotamya coğrafyasında yaşayan birçok kadim halkı ve kadim inancı soykırımdan geçirdi. Ulus devlet, bu çoklu kimliğin ve çoklu kültürün imhası üzerinden, ‘milli devlet’ diye yükseltildi. Bununla birlikte gerek Wilson ilkeleri gereği, gerekse Marksizm’in ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesini gözeten noktadan soruna yaklaşırmış görünerek, sürece pragmatist yaklaşmıştır. Birinci paylaşım savaşı sonrasında emperyalizmin yol verdiği ileri karakol konumundaki ulus devlet yapılanmasının bir benzerini kurmak isteyen İttihat Terakki zihniyeti sürecin yükselen trendini göz önünde bulundurarak, 1921 Anayasasında Kürtlerin muhtariyetle kendi kendilerini idare edeceklerini yazmak zorunda kalır. Kürt özerkliğine müsaade etmeden 1923’te Lozan antlaşmasını imzalamış olmasından aldığı güçle tekçi, inkârcı ve asimilasyoncu 1924 Anayasasını devreye koyarlar.

1924 Anayasası toplumun çoklu kimliği ve çoklu kültürlerine karşı devleti koruma ve kollama metni olarak ‘millî devlet’i güvenceye alan içeriğe sahiptir. 1924 Anayasasından günümüze kadar meclisinde büyük puntolarla yazılı olan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ibaresine rağmen egemenlik asla milletin ve toplumun olmamış, milletten de kastedilen Türk ve Sünni İslam olmuştur. Milletin içinde Kürt, Ermeni, Arap, Rum, Asuri-Süryani, Êzîdî ve Alevi asla olmamıştır. 1982 Anayasasının 66. Maddesinde, “Türk Devletine vatandaşlıkla bağlı herkes Türk’tür.”  Diyerek son nokta konulmuştur. Anayasa herkesi Türk yapınca, Türkçe’den başka bir dilin olmayacağını da Anayasa maddesi yaparlar. Lozan’da gayrimüslimleri, hukuken vatandaş kabul eden Türk ulus devleti gayrimüslim olmayanları ise toptan Müslüman vatandaşlar diyerek onların inançlarını ve dinlerini inkâr etmiştir.

Gayrimüslim olmayanların Müslüman oldukları ön kabulünden hareketle, Aleviler ve Êzîdî inancından insanlar azınlık statüsünde görülmemiş, asimilasyonla onları inanç hakikatinden yabancılaştırmaya, dolayısıyla başkalaştırmaya çalışmışlardır. Bununla yetinilmemiş Kürtler, Aleviler ve farklı toplum kesimlerine katliam ve soykırımlar dayatmış, ortadan kaldırmaya bakmıştır. Katliamcı bu zihniyetini gizlemek için istisnai durum diyerek her seferinde toplum kesimlerine ‘tamamlanmamış görev’ ve ‘bitmemiş suç pratiği’ ile yaklaşılmıştır. Suç pratiğini cezasızlıkla onurlandırırlarken, hedeflediklerini kriminalize ve terörize etmişlerdir. Bu anlayıştan hareket eden ‘milli ve yerli’ olanların insanlık suçu işlendiğini deşifre eden sayın Şebnem Korur Fincancı’yı hedefine koyarak, vatandaşlıktan çıkarma, TTB’ni kapatma isteğini dile getirmişlerdir.  Bunu söyleme hakkını kendinde görme cüretti, devletin farklı olanlara yüzyıldır devam eden bu suç pratiği nedeniyledir. Bugünde Kürtlere karşı devam eden soykırım, devlet ve devletten beslenen tüm yapı ve güçler için istisnai görüldüğünden, bu faşizan yaklaşıma karşı çıkanlara, deşifre edenlere, suç pratiğini teşhir edenlere dönük hukuki olmayan insanlık dışı yaklaşım ve uygulamalar çoğalarak devam edecektir.     

1925 Şark Islahat Planı ve İstiklal Mahkemeleri, daha sonra Takrir-i Sükûn Kânunu, 12 Mart sıkıyönetim ve DGM’ler, 1980-2007 yılına kadar uygulanan OHAL ve kısa bir ara dönemden sonra yeniden 2016’dan bugüne kadar devam eden OHAL uygulamalarına istisnâi durum denilerek toplum zapturapt altında tutulmuştur. Türk ulus devletinin istisnai durum diyerek yüzyıldır sürdürdüğü ‘tamamlanmamış görev’ olarak addettiği  insanlık dışı bu yaklaşımının nedeni ulus devletin Kürt, Alevi ve demokrasi karşıtı zihniyetidir.  Bu nedenle; devlet Kürtlere karşı topyekûn saldırı içindedir. Askeri, siyasi, kültürel, dilsel, kimliksel ve diplomatik bu topyekûn saldırı özel savaşın psikolojik alanda da devam ediyor. Toplumu yanıltma, yönlendirme ve manipülasyonda da sınır tanınmıyor.

Erdoğan, “PKK’nin 5,10,15 çocuğu var. Sizin de olmalı…” diyerek Kürt nefretini ve düşmanlığını bu gerçeklik nedeni ile söylemiştir. PKK gerillası ve militanlarının gençliklerinden, geleceklerinden ve aşklarından vazgeçerek özgür insanlık mücadelesi içinde olduklarını, onlarda en az bizler kadar çok iyi biliyorlar. Ama gerçeği çarpıtmak gibi bir misyonu üstlendikleri için bu söylemi ile hem PKK hakikatini kirletmek, hem de Kürt düşmanlığını körüklemek istemiştir.

Türkiye’nin yaşaya geldiği siyasal ve toplumsal istikrarsızlığın, yüz yıl öncesinde temeli atılan milliyetçi, dinci ve cinsiyetçi ulus devletten kaynaklı olduğunu bilmek durumundayız. O nedenle ulus devletin ırkçı, faşist zihniyetinin katliam ve soykırımlarından geçen halklar ve inançlar olarak asıl bizim söyleyecek sözümüz olmalıdır. Cumhur ve Millet ittifakının tekçi, inkârcı ve kat-liamcı ulus devleti demokratikleştirmeyi, hukuk ve insan haklarına dayalı bir toplumsallığı inşa etmeyi düşünmedikleri, aksine bu ceberut ve zora dayalı faşist zihniyete 2.nci bir yüzyılı daha yaşatmak istedikleri açıktır. 1923, hem kimliğimizin ve inancımızın kıyımına yol açan Lozan antlaşmasının yüzüncü yılı, hem de soykırımcı ulus devletin yüzüncü yıldır. Koskoca bir asırı geride bırakacağımız 1923’e sayılı günler kalmışken, Anadolu ve Mezopotamya’nın kadim mazlum ve mağdur halkları ve inançları olarak birlikte geleceği nasıl kurabileceğimizde ortaklaşmak durumundayız.

Erdoğan’ın 20 yıl boyunca iddia etmesine rağmen bu suç pratiğinin önüne geçmek şöyle dursun, daha çok suça bulaştığı bu dönemde, ona karşı umut diye bize pazarlananların da aynı yolun yolcusu olduklarını asla akıldan çıkarmamalıyız.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.