Gerçeğin ikili yanı var: Karamsar ve iyimser 

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Şimdi büyük bir dikkatle üzerinde durulması gereken husus şudur: Rejimin devrimci bir halk savaşıyla yıkılma şartlarını olgunlaştıramamış olsak da, onun üç stratejik yönelimini durdurmak hala mümkündür. 

Bir kamuoyu araştırma şirketinin sözcüsü HDP’nin oyunu yüzde onbeş olarak tahmin ettikten sonra, HDP Grup Başkan Yardımcısı bunu yüzde 20 olarak güncelledi. 

Sevindirici tahminler. 

Gerçekten de, örneğin çözüm sürecine benzer bir ortamda, iyi örgütlenmiş bir seçim kampanyası böyle sonuçlar verebilir. Ancak şimdilik ufukta böyle bir elverişli ortam gözükmüyor. 

Daha doğrusu, muhalefet AKP-MHP-Ergenekon iktidarını “devirme” hedefinden tümüyle uzaklaşmış durumda. Belli ki, rejimin ABD’ye teslim olmasından hareketle, seçimlerde sonuç alma ihtimalinin güç kazandığı muhalefet partilerinde kabul görüyor. HDP’de de böyle bir eğilim var mı, bilemiyorum. 

Bu eğilim gerçekçi mi? Hem evet, hem hayır. 

Gerçekçi olmayan rejimin seçimlerde tümüyle tasfiye olmasıdır. Olmaz. 

Ne olur? 

“Uzlaşma” olur. CHP, İyi Parti, Deva ve Gelecek partileri radikal bir değişikliğin devlet ve sermaye çıkarları bakımından zararlı olacağında bana göre fikir birliği içindeler. Herkes “Millet İttifakı”nın adayını merak ediyor olsa da, bana sorarsanız bu “aday” hem “Millet İttifakı”nın, hem de “Cumhur İttifakı”nın ortak adayı olacak gibidir. 

Fehmi Koru’nun sürekli Abdullah Gül’ü hatırlatan yazıları bende böyle bir kanı yaratıyor. Erdoğan anayasa gereği zamanında yapılacak seçimde aday olmamayı kabul ederse, ve de eğer Gül ortaya çıkarsa, Gül “Millet ve Cumhur”un adayı olur, seçildiğinde de, mevcut rejim “ılımlı islamcı ve aynı zamanda laik” bir zemine yumuşak iniş yapar. Erdoğan ve suç ortakları hesap vermez, işlenen savaş suçları sümen altı edilir, hapistekiler, milim milim bırakılır, hem Türk sermayesi ve devlet bürokrasisi, ve hem de küresel güçler bu gelişmeden mutlu olur. 

Böyle bir durumda her iki ittifakın da Cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP’ye ihtiyaç duymayacağı çok açıktır. Buna karşılık HDP, senaryomuzdan hareketle Gül’ün Cumhurbaşkanı olduğu TBMM’de büyük bir güç elde ederek, Türkiye siyasetinde ciddi bir rol oynama imkanı kazanır. 

Elbette bu yazdıklarım ihtimallerden biridir. Durumu radikal demokrasi yönünde değiştirecek beklenmedik bir gelişme olmazsa, ihtimaller arasında en kuvvetli olanıdır. 

Karamsarlıkla suçlanmayı göze alarak diyebilirim ki, tarihsel bir devrimci fırsat kaçırıldı; Türkiye devrimci güçleri 2015-2021 dönemini maalesef değerlendiremedi. Rejim krizini, devrimci duruma dönüştürecek yönde derinleştirecek politik taktiklere ve eylemlere yönelemedi. PKK yöneticilerinin “faşist rejimi devrimci halk savaşıyla yıkma” yönündeki ısrarlı çağrılarına rağmen, devrimci muhalefet kendisinden beklenmeyen bir “legalizm ve parlamentarizm” çizgisinde oyalandı. 

Sanırım olan oldu. 

Şimdi büyük bir dikkatle üzerinde durulması gereken husus şudur: Rejimin devrimci bir halk savaşıyla yıkılma şartlarını olgunlaştıramamış olsak da, onun üç stratejik yönelimini durdurmak hala mümkündür. 

Birincisi Rejimin Rojava’da ve Başûr’da işgal ettiği toprakları fiilen ilhak etmesini önlemek, büyük kampanyalarla, işgalcileri kovmaktır. 

İkincisi, PKK Önderi Öcalan’ın üstündeki tecriti kırmak ve özgür Önderlikle Halkı buluşturmaktır. 

Üçüncüsü, “yeni soğuk savaşta” “aktif tarafsızlık” çizgisini güçlendirmek, dünya pazarlarını paylaşmak için kapışan taraflardan hiç birine destek vermemek, buna karşılık bunların aralarındaki çelişkilerden halkların çıkarı, barış, demokrasi ve refah yolunda yararlanmaktır. 

Evet, HDP büyük olasılıkla, kendi varlığını koruyabilirse, Türkiye siyasi hayatında bu üç stratejik hedef temelinde büyük bir rol oynamaya adaydır. 

Ancak bilinmesi gereken gerçek ise yeni soğuk savaş sürecinde asıl stratejik rol PKK’ye ve gerillaya düşüyor. Çünkü hem henüz “Üçüncü Dünya Savaşı” iki küresel güç, ABD ve Rusya arasında sonuçlanmadı, hem de “ikinci soğuk savaş” tıpkı “birinci soğuk savaş” döneminde olduğu gibi, “barışçı bir süreç” olmayacak, devrim ve karşı devrim süreçlerinin amansız mücadelelerine tanıklık edecek. 

Cemil Bayık’ı “lacivert takım elbiseyle” ve Bese Hozat’ı “gri tayyörle” TBMM’de asla görmeyeceğiz, HDP’li yöneticilerin de gerilla üniformaları içinde dağda işi olmayacak. TBMM’deki çalışmalar, geniş demokratik cephe yaratarak devrimci süreci olgunlaştıracak, dağdaki mücadele ise dünyanın bütün devrimcilerini saflarına çekerek, devrimci sürecin zaferini sağlayacak. 

Bir fırsat avuçlarımızın içinden kaymış olmakla birlikte, çok daha büyük fırsatlar önümüzde mayalanıyor. Üstelik bu yeni fırsatlara, geçmişten çok daha deneyimli ve örgütlü olarak hazırlanmak mümkün. 

“Enseyi karartmanın” anlamı yok.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.