Irkçı kibir ve demokrasi düşmanlığı

Nurettin DEMİRTAŞ yazdı —

  • Irkçılık herkesi vurur. Irkçılığın hedefi demokrasi olduğundan az-çok herkes nasibini alır.

 

“Türkiye’de faşizm var” denildiğinde buna karşı çıkıp “hayır, AKP demokrasiden yanadır” yanılgısını yaşayanlar kendisini faşizmin hapishanelerinde veya sürgünlerde buldu. “Kayyım” adı altında her demokratik kurum gasp edildi; katliamlarla dolu bir tablo ortaya çıktı. Şimdi de “ırkçılık zirve yapmış” denildiğinde karşı çıkanlar bulunuyor. Durumu anlamak için illaki ırkçılığın hedefi haline mi gelmeliler?

Irkçılık herkesi vurur. Irkçılığın hedefi demokrasi olduğundan az-çok herkes nasibini alır.

Bazı göstergeleri sıralarsak meramımız daha iyi anlaşılır.

* Birincisi, her şeyden daha çok ve azgınca demokratik değerlere saldırı var. Parlamento askıdadır. Geceleri ansızın alınan kararlar esastır. Kararnamelerle devlet idare etmek faşizmin en tipik özelliğidir. Üstüne cins, inanç, etnik kimlik ayrımları da eklenince ırkçılık kurumsal hale gelmiş oluyor.

* İkincisi, kadın özgürlüğünden, İstanbul sözleşmesinden, İstanbul kanalından, Rize halkından, yakılan ormanlardan, ekolojiden bahseden herkesi düşman görmek faşizmdir; bunları Kürt düşmanlığıyla kamufle etmek ve insan hakları ihlallerini normal göstermek ırkçılığa açılan kapı oluyor.

* Üçüncüsü, HDP’ye yaklaşım turnusol haline gelmiştir. HDP sadece Kürtlerin partisi değil tüm halkların partisidir. Bunu kasten muğlaklaştırmak isteyen egemen akıl HDP şahsında Kürdü, Kürt halkı şahsında ise tüm demokrasi güçlerini aşağılamak istiyor.

* Dördüncüsü, her halk gibi Kürt halkı da onurlu bir halktır ve insanlık ailesi içinde onurluca yaşamak istiyor. Halklar onurunu dil ve kültürlerinden alırlar. Türkçenin ne kadar hakkı varsa Kürtçenin de o kadar hakkı olmalıdır. Fakat egemen akıl buna şiddetle itiraz eder. Irkçılık burada başlar:

“Kürtçe diye bir dil yoktur” ile başlayan ve şimdilerde “Kürtler Kürtçe eğitim istemiyor” yalanıyla süren bir kampanya var.

Bu gibi ifadeleri “Türkçeye” çevirerek okuyalım:

Önce “Türkçe diye bir dil yoktur” diyelim. Türkler buna karşı direnip kendilerini zorla kabul ettirdiklerinde bu kez; “Türkler Türkçe eğitim istemiyor!” vb. devam edelim.

Bu ifadeler Türkler için neyi ifade ederse Kürtler için de onu ifade eder. Bu ırkçı yaklaşımların siyaseten kullanım değeri sadece köhnemiş milliyetçilikleri kışkırtır, başka bir kıymeti yoktur. Fakat her halükârda sonuç demokrasinin katli olur.

* Beşincisi, dağlarda direnen gerillalar bu halkın evlatlarıdırlar. Uzaydan gelmiş değiller. Sadece meşru savunma pozisyonundadırlar. Buna karşın savaş rantçılarının kullandığı araçlar ve dil ise “kelle avcılığı” şeklinde olup soykırımcı faşizmin ve ırkçı kafatasçılığın tipik özelliğini yansıtmaktadır. Katledilenlerin Kürt olduklarını bile söylemeye dilleri varmıyor; bu da ırkçılığın en açık kanıtıdır.

* Altıncı olarak ırkçılığın kibri ve kendini ne kadar abarttığına değinilebilir.

Gerillaların dağlarda yaptığı sığınakları gördüklerinde: “Mümkün değil, bunu Amerika yapmıştır!” dediler. Yani bir mağarayı bile yapamayacak durumda göstermeye çalışıyorlar. Hani Kürtler mağara insanıydı?

Şovmen asker Mete Yarar, Êfrin işgalinden sonra oraya gittiğini ve gördüğü bir askeri hastane karşısında şok olduğunu anlatmıştı. “O hastane standartlara göre mükemmel yapılmış, bunu mutlaka yabancı istihkam subayları yapmıştır!” sözlerinin içindeki ırkçılığı görmemek için aptal olmak lazım.

“Bugüne dek aşağıladığımız Kürtler nasıl olur da bunları yaparlar oysa bunlar vahşi, yabani, cahildirler!”

Dedikleri budur ve adını bile anmadıkları Kürtler için şu sonucu doğurur: “Yok edilirlerken üzülmeye değmez!”

Halkın Hüseyinleri!

Kimyasal saldırılardan bile yiğitlerimizi koruyan sığınaklar bizzat bu yiğitlerin alın teriyle, emek kahramanlığıyla yapılmıştır. Bu sığınaklar demokrasi sığınaklarıdır; adına savaş tüneli denilen mevziler de demokrasi mevzileridir. Bunu anlayan herkes gerillanın direnişine güç katmak için harekete geçmektedir.

O çok etkilendikleri hastane ise vahşi saldırılar düşünülerek bizzat Êfrin’li ustaların eliyle yapılmıştır. Başlarındaki koordinatörün ismi de iddia ettikleri gibi “yabancı” değildi, konu gündeme gelince öğrendik ki adı Hüseyin’miş!

İşin doğrusu öyle dünya çapında örnek sayılacak bir hastane değil, savaş koşullarına göre normal bir hastane yapılmıştı. Fakat Kürtler küçümsenecek ya, bunun için her şeyi biraz abartacaklar!

Derviş ocağı olan Êfrin kanlı postallardan kurtarıldığında özgür kadınların öncülüğünde o kıymetli ustalar ve Halkın Hüseyinleri orada yepyeni bir ütopya kenti inşa ederek insanlığa en güzel demokratik yaşam örneğini sunacaktır. İşte bu abartı değildir.

Kısacası hastane, mağara, savaş tünelleri, aylarca aralıksız süren direnişler, suikastçı aparatları, gerillanın hava kuvvetleri derken her konuda sarsılıyor ve işin içinde “yabancı parmağı” arıyorlar.

Irkçılar ne düşünürse düşünsün önemli olan Kürtlerin kendilerini yersiz yere abartmaması ya da küçümsememesidir. Bu konuda yanılgılar olmazsa direniş başarılacaktır. Çünkü unutulmamalı ki halkımızın bu ırkçıları tüm pislikleriyle beraber gömecek başka yetenek ve özellikleri de vardır.

Tarihte ilk kültürel yaratımlara imza atmış olsa da Kürt halkı her konuda yetenekli değil ama direniş konusunda uzmandır! Bir de onun kahramanca direnen gerillasına sorun, diyeceklerdir ki: “En çok da bunların savaşındaki namertlik karşısında üstün yetenekler kazandık!”

* Yedincisi: Elbette ki tüm Türkiye faşist ve ırkçı değildir. Fakat yaşanan ırkçılığın da görülmesi gerekir. Bir avuç da olsalar ırkçı faşist çete güruhu “iktidar koltuğunu” kendi rehinesi durumuna getirmiş ve tepe tepe kullanıyor. Bunlara karşı yürütülen mücadele başarılı olduğunda İmralı duvarları yıkılıp tarihi Kürt-Türk birlikteliği yıkılmamacasına yeniden başlayacaktır! Bu da demokrasinin zaferi olacaktır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.