Değişim - dönüşüm ne durumda?

Nurettin DEMİRTAŞ yazdı —

  • “Toplum mühendisliği” denilen olgu sanat kurumlarına da yansıyor; bu çok tehlikeli bir iktidar yöntemidir. Her daim merkeziyetçiliği esas alır. Üstten belirleyicidir.
  • Herkesi aynı kalıba koyar. Statükocu ve tutucudur. Bunlar da sanatın ve toplumun ruhuna terstir. Bu yüzden de gençliğin alternatif arayışlarına sanat alanında cevap olunmuyor.
  • Her şeyi eskisi gibi sürdürüyorsak bunda çok ciddi bir sorun olduğunu anlamalıyız. PKK kendini feshedebiliyor ama kişiler, yanlışlarını terk edemiyorsa tutuculuğun derinliği sorgulanmalı.

NURETTİN DEMİRTAŞ

Reel sosyalizmin üzerimizdeki etkilerini sorgularken ulus-devleti kendi şahsımızda yargılamış oluyoruz. En çok sorgulanan merkeziyetçi, bürokratik, statükocu, dogmatik özelliklerin ulus-devletle şekillenen kişiliğin karakteristik özellikleri olduğu biliniyor. Terk etmemiz gereken ama yılların alışkanlıklarıyla kolay kolay değişmeyen bu özelliklere baktığımızda halen ulus-devletçiliğin etkisinde olduğumuzu kabul etmeliyiz ki; değişim-dönüşüm, söz düzeyini aşıp bir hakikat haline gelebilsin.

Önder Apo, değişim-dönüşüme taktiksel yaklaşmadı. Hareketimiz de böyle ele almadı. Gerekli önem ve ciddiyetle yaklaşıp öz eleştiri sürecini başlattı. Buna rağmen eskiyi aşmayan yaklaşımlar yoğundur ve bunlar yeni sürece cevap olmuyor. Temelinde, ulus-devletçiliğin üzerimizdeki etkilerinin tam anlamıyla görülmemesi, bu eleştirilerin hazmedilmemesi vardır.

İktidar hastalığı sorgulanmalı

Merkeziyetçiliğin her alanda sürdürülmesi, bir iktidar hastalığı olarak sorgulanmalı; demokrasinin bir yaşam biçimi olması, halkın söz ve karar sahibi haline gelmesi devletçi-iktidarcı zihniyet ve sisteme karşı çare olarak görülmelidir ki; kişilik, tarz ve üslup da buna göre şekillensin. Böyle olmayınca hakikat, yerini sanallığa ve “sanma”ya bırakıyor. Sanmakla, niyet etmekle bu işler olmaz. “Öyleymiş gibi yapmak” ama hakikatine girmemek temel bir karakter ve etik sorunudur.

Sorunun ele alınışı zihniyet temelinde olmalıdır. Düzenleme, yetki, tüzük ve işleyişlerden çok anlayış önemlidir. Zihniyet ve anlayış yeterince gelişmeyince her türlü yoruma ve yönlendirmeye açık bir durum ortaya çıkıyor, hatta kimi zaman dedikodu furyasıyla sahte algılar gerçekmiş gibi sunuluyor. Böylece tarih ve sosyoloji değil, olay-olgular ve yanlış algılar öne geçip bilinci karartıyor. Bunu aşacak anlayış gücü öncelikle kendisini merkeziyetçilikten kurtarmalıdır, çünkü bu akıl ulus-devletçiliğin ve pozitivizmin esareti altındadır.

Manipülasyonlara karşı dikkat

Edgard Ellan Poe, “Gördüklerinizin yalnızca yarısına inanın, duyduklarınızın hiçbirine!” diyor. Özgür akıl, hakikati esas alır, onu da hislerine, bilincine güvenerek geliştirir.  Olguculuk ve duyumla yaşamın hakikati birbirine uymaz. Toplum mühendisliği kapsamındaki manipülasyonlara karşı çok dikkatli olunması gereken bir zamandayız. Olguculuk bunu besliyor, zemin açıyor ve iktidarcılığın inceden inceye yaşatılmasına prim veriyor.

“Toplum mühendisliği” denilen olgu sanat kurumlarına da yansıyor; bu çok tehlikeli bir iktidar yöntemidir. Her daim merkeziyetçiliği esas alır. Üstten belirleyicidir. Herkesi aynı kalıba koyar. Statükocu ve tutucudur. Bu durumlar sanatın ve toplumun ruhuna terstir. Bu yüzdendir ki gençliğin alternatif arayışlarına sanat alanında yeterince cevap olunamıyor.

Merkezi sistem dayatılamaz

Tüm toplumsal çalışmalarda olduğu gibi kültür-sanat çalışmalarının da merkezi bir sistemle yapılması ve yürütülmesi mümkün değildir. Böyle olursa her yerelin kültür ve sanatı birbirine benzeyecek, özgünlükler, farklılıklar baskılanacaktır.  Kopya, taklit, baskılama her türlü yaratıcılığın ölümü demektir. Buna karşı toplumcu, özgürlükçü kültür-sanat anlayışı, toplumun sosyolojik yapısını ve iradesini esas alır. Tekniği reddetmez, tekniği insanın hizmetine koyan anlayışla ölçülü yaklaşır. Kadın özgürlüğü en temel ölçü olarak alındığında toplumdaki farklılıklar ve renklilikler kendini ne kadar iyi ifade edebiliyorsa demokrasi ve özgürlük o kadardır. Çokça söylendiği gibi farklılıklar ayrılık gerekçesi değil, zenginlik kaynağıdır. Benimsediğinle birlikte hareket edersin; benimsemediğin, eleştirdiğin kesimlerle bile bazen aynı kulvarlarda, bazen ayrı olursun ama karşına almaz, her hâlükârda onun iradesine saygı duyarsın.

Benimsemeyince mahkum edemeyiz

Doğa ve toplum karşısında canavarlaşan kapitalist tekelcilikle mücadele ederken benimsemediğimiz her şeyi kapitalist diye damgalayıp mahkûm edemeyiz. Böyle yaparsak kapitalizme hiç hak etmediği bir değeri sunmuş oluruz. Öte yandan bugüne kadar çeşitli sebeplerle birbirine uzak kalmış olan sanatçıların ve kültür-sanat emekçilerinin demokratik zeminde bir araya gelip yeteneklerini, fikirlerini, dayanışma duygularını geliştirmeleri, bunu her düzeyde paylaşmaları yaşadığımız sürecin ruhuna en uygun yaklaşımdır.

Fikirler, sanatsal yetenekler, farklılıklar temelinde bir yaklaşım esas alındığında demokratik modernite ete-kemiğe bürünecektir. Aksi halde sanat gibi yaratıcılık gerektiren bir alanda bile bir veya birkaç kişi her konuda karar vermeye devam edecek ve tıkanmalara neden olan devletçi uygulamaları sürdürecektir.

Halkın yerine karar veremezler

Bu bir niyet meselesi değildir; en demokratik dediğimiz zihniyete sahip olanlar bile toplumsal meselelerde halkın yerine karar vermeye kalktıklarında devletten farkları kalmaz. Sanat alanında da sanatçılar başta olmak üzere kültür-sanat emekçilerinin yerine kimse karar veremez. Komünler kurulup iradeleri güçlü bir bilinç ve örgütlenme temelinde geliştirildiğinde gerçekten de halkın kendisi her konuda karar ve uygulama gücü haline gelecektir.

Yeni krizlere davetiye

Özgürlük Hareketi'nin yönetimi uzun yıllardır bunun böyle olması için mücadele ediyordu ama tam bir sonuca götüremediği için alanlarda da karşılığını bulamadığı biliniyor. Bu yüzden dönüp yine kendini sorgulayan, eleştiri-öz eleştiri süzgecinden geçiren bir Hareket gerçekliği var. Buna rağmen halen her alanda yetkiyle kendini ifade eden, halkın üstünde kalan, onun eğitimi, örgütlenmesi, öz savunması ile ilgilenmek yerine hemen her şeye müdahale etme hakkını kendinde gören ve eleştiri kabul etmeyen bir eğilim kendini dayatmaktadır. Bunlar açıkça tartışılıp düzeltilmezse sürecin gerektirdiği öz eleştiriyi yapmadığı, değişim-dönüşümü laf düzeyinde bıraktığı için yeni krizlere davetiye çıkarılacaktır. Oysa Önder Apo’nun geliştirdiği süreç, tüm krizlerin aşılmasını sağlayacak kadar geniş çerçeveye ve derinliğe sahiptir.

Zaman, dogmatik yanlarımızın kurbanı

Değişim-dönüşüm bilinci ve iradesini, sadece üstten beklemek, her konuda sürekli beklenti halinde olmak da değişim-dönüşüme karşı direnç göstermek anlamına geliyor. Değişim-dönüşüm bir süreç işidir ve devam ediyor ama zamanı doğru değerlendirmek gerekiyor. Zaman, en iyi niyetli halimizle bile tutucu, dogmatik yanlarımızın kurbanı oluyor. Bunun alternatifi de aşırı bencil-bireyci, toplumsal kültür karşıtı duruşları dayatmak değildir. Toplumsal, kültürel farklılık ve zenginlikler bireylerin yetenek ve iradeleriyle artar ama kendini toplum üzerine çıkarıp tüm toplumsal emeği kendi bireyci-bencil yaşamına ve çıkarına kullanmak isteyenler, bu antidemokratik tutumlarıyla bir kraldan farksız hale gelirler.

Birey olmak ile bencillik karıştırılmamalı

Birey olmak ile bencillik aynı şey değildir. Bencil insan, toplumundan kopmuştur, bildiğini sandığı her şeyin cahilidir. Birey olmayı başarabilen ise evrenin en derin bilincine ve en güçlü iradesine sahiptir. O kendini toplumun üstüne çıkarmaz, toplumu araç haline getirmez, şahsi menfaatleri için toplumu kullanmaya kalkmaz, değerlerin inkarcısı olmaz. Tüm evreni hisseder, sorumlu yaklaşır ve bilinçli yaşar. Tarihe ve toplumsal değerlere saygı dediğimiz budur. Birey olmak kolaymış gibi bencillikle karıştırılmamalıdır. Bencil olan, kendisinden başka kimseyi esas almaz. Kendisinden başkasını dinlemez ve sevmez. Eleştiriler korkulu rüyasıdır. Maddiyatçılıkla zehirlenmiştir ve kendisini dünyanın merkezine koymaktadır. Benmerkezciliği, bencilliği terk etmeden ve bununla mücadele etmeden demokrat olunamaz.

Eskide ısrar, sorunun ciddiyetini gösteriyor

Her şeyi eskisi gibi sürdürüyorsak bunda çok ciddi bir sorun olduğunu anlamalıyız. Kendi açısından pratikte bir şeyin değişmediğini düşünenler, hiçbir değişim-dönüşüm çabasına girmemiş olanlardır. PKK kendini feshedebiliyor ama kişiler kendi yanlışlarını terk edemiyorsa tutuculuğun ve bencilliğin ne kadar derin olduğunu bir kez daha sorgulamak zorundayız. Bu zihniyetle ne devlet ne de toplum değişime çekilebilir.

Söz ve pratiğin her açıdan uyumlu olması gereken umutlu bir dönemi yaşıyoruz. Yanlışların kriz düzeyine varmadan çözülmesini sağlayacak muazzam bir perspektif önümüzü aydınlatıyor. Barış ve Demokratik Toplum süreci, değişim-dönüşüm için bize paha biçilmez bir zaman kazandırmıştır. Bu tarihi fırsatı doğru değerlendirirsek demokratik toplumsal inşaya öncülük yapabiliriz.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.