Yeni bir sanat manifestosu için
Nurettin DEMİRTAŞ yazdı —
- Şiddete, yıkıcılığa, ayrımcılığa, ataerkilliğe, teknoloji bombardımanına, anlamsızlığa, kültür emperyalizmine karşı “nasıl bir sanat” sorusuna cevap olabilecek yeni bir sanat manifestosu için tartışmaya değer.
Özgürlük mücadelesinde en küçük bir değerin elde edilmesi için büyük bedeller verildiği gibi inkâr ve soykırıma uğramış halkımızın varlığını anlamlandıran kültür-sanat çalışmaları da büyük zorluklarla yürütülmüştür. Toplumsal, kültürel-sanatsal düzeyde tarihsel değişimler gerçekleştirilmiştir. Buna rağmen yaşanan koşulların akıl almaz zorlukları nedeniyle direniş propagandasıyla sınırlı çalışmalar yapılmıştır. Bunun gerekliliği tümden aşılmış olmasa bile yaşadığımız çağın ve dönemin inşa özelliği sanatın yeni bir evreye taşınmasını gerekli kılıyor. Bu temelde sanat adına yapılan tartışmaları ve eğilimleri örnek kabilinde özetlediğimizde karşımızdaki zorlukları ve gereklilikleri daha iyi kavramak mümkündür.
Sanat; soyut, mekansal, deneysel, eleştirel…
Sanatın ne olduğu, ne için olduğu ve tarihi; çok eski bir tartışmadır. Bu konuda büyük bir külliyat vardır. Buna rağmen ne sanatın tanımı ve işlevi ne de sanat tarihi üzerine tartışmalar sona ermiştir, mümkün de değildir.
Sanatla anılan Avrupa Rönesans’ının ilk akıl hocaları Yunan filozoflarıydı. Platon sanatı kopya olayı olarak görüyordu. Ona göre sanat: “Bir kopyayı tekrar kopya etmek, bir imgeyi tekrar imgelemektir… Bu nedenle insanları doğru bilgiden uzaklaştırır, yanıltır.” Platon’un devletinde sanata yer yoktur. Kabul ettiği tek sanat devlet marşlarını çalacak askeri bandodur! Öğrencisi Aristo ise sanatın insanları kandırmadığını, aksine onlara yaşamı açıkladığını söyler.
Yaşamı açıklamanın bilimsel yöntemi Orta Çağ’dan çıkışta belirleyici olmuş ve sanat anlayışına da damgasını vurmuştu. Öyle ki Rönesans sanatının öncülerinden olan Da Vinci sanatı bilim olarak ele almayanları zanaatçı olarak tanımlamıştı. Ardı sıra çeşitli sanat akımları gelişti. Romantik, realist, klasik, empresyonist, ekspresyonist, sürrealist vd. anlayışlarla; soyut, mekânsal, deneysel, işlevsel, biçimsel, eleştirel, kavramsal tarzlarla sanatı ele alanların kimisi birbirine yakın durdu kimisi birbiriyle karşıtlaştı. Sanata getirilen ölçülere tepkiyle doğan Dadaizm, sanatın “her şeye karşı” olması gerektiğini savundu. “Sanat, düzeni yıkmalıdır” diyen militan sanat anlayışı çıktı. Öncü anlamındaki “Avangart” akımla direnişçi sanat özdeşleşti. Kimisi hiçbir akıma dahil olmadığını ileri sürdü. Kim ne dediyse sanat adına tartışmaya değer görüldü ve bu bazen fikri çatışma şeklini aldı, bazen örtük olarak yaşam tarzları arasındaki mücadeleye dönüştü.
Sanatı öldürdüler…
20. yy. boyunca bolca Sanat Manifestosu yayınlandı. Kimisi doğayı esas aldı, kimisi kadını, kimisiyse toplumu. Adorno sanatın toplumu eleştirmesi, rahatsız etmesi gerektiğini savundu. Sosyalistler “sosyalist gerçekçilikte” ısrar ettiler. Ezilen halkların sanatı Caz, Blues gibi müziklerle tanındı. “Klasik” ile “popüler” arasında bitmez tartışmalar aldı başını gitti. Ton ve makama bağlı olmayan “atonal” müzik icat edildi. “Yeni Dalga Hareketi” gibi birçok grup sinema alanında kendi estetik manifestosunu yayınladı. Jean Baudrillard spekülasyon yaratacak tarzda modern sanatın komplocu olduğunu ileri sürdü. Ona göre: “Sanat hiçbir zaman gerçekleri yansıtma aracı olmamış, her zaman bir illüzyon aracı olmaya çalışmıştır!”
Sınıf savaşına bağlı olarak sanatın ideolojisiz ve toplumsuz olamayacağını savunanlarla sanatı ideolojiden ve toplumdan koparanların görüşleri çatıştı.
“Sanat sanat içindir” diyenleri Plehanov “Sanat ve Sosyalizm” kitabında: “Sebep, bu kimselerle onları saran sosyal çevre arasında bulunan uyuşmazlıktır!” tespitinden hareketle eleştirdi ve çözümledi. Bu haklı karşı çıkışta bazı yanlışlar vardı. Dönemin zihniyeti sanatı alt-yapıya, ekonomiye bağladığından sanatın etkileri yeterince görülmediği gibi zamanla sınıf çıkarları adına sığ, dar ve yasakçı kalıplara büründürüldü. Daha sonra Sovyetlerin propaganda ve ajitasyon sorumlusu Andrey A. Jdanov’un “Edebiyat, Müzik ve Felsefe Üzerine” konuşmalarının derlendiği kitapta görüldüğü gibi sanatı salt işçi sınıfının sanatına ve kaba bir materyalizme indirgeyerek kapitalist etkilerle mücadele ettiklerini iddia ettiler. Metafizik tümden reddedilerek sanat bir sınıfın iktidarına endekslendi ve özgür ruhtan koparıldı.
“Modern” dünyada direnen sanat adına geriye nostaljik manifestolar kaldı. Her şeye karşı olanlar bile her şeyi tükettiler! Sonunda sanatın ölümünü ilan ettiler…
Sanat yeni manifestosuna kavuşmadı
Sosyalist, anarşist, feminist eğilimler taşıyan sanat manifestolarının hemen hepsinde “yıkıcılık ve şiddet” çağrısı vardı. Devrimci coşkunluk içindeydiler fakat hiçbiri sanatsal değerlerin pazarda tüketilmesinin önüne geçmede başarılı olamadı. Yeni sanat manifestosu bunlardan çıkarılan dersleri dikkate alarak hazırlanabilir.
Teknoloji çağında sanat adına yeni manifestolar yayınlanıyor. Şiddet çağrısı yapmasalar da bazı manifestolar teknolojiyi tanrılaştırmak dışında bir anlam ifade etmiyor. Postmodern eğilimler alternatif olmaya çalışıyor ama çürümenin önüne geçemiyor. Çünkü bu iş, sanat adına “dışkı” sergilenmesinden tutalım İkiz Kuleler’in yıkılmasını çağın en büyük sanat olayı olarak tanımlamaya kadar gitti.
Sanatı sıradanlığın, mekanikliğin, teknolojinin, endüstriyalizmin, piyasanın ve erkek egemenliğinin elinden kurtarmak isteyenler ise henüz bir sanat manifestosuna kavuşmuş değildir.
Çözümü teknolojinin reddinde ve “ilkellikte” arayanlar ya da kapitalist düzeni, sistemi, devleti kökten yok etmeyi savunanlar yeni bir sanat heyecanı oluşturamadılar. Modernizmin çöplüğünde ölen ne varsa onu canlandırma çabaları ise nafiledir.
Felsefesini, ilkelerini, tarzını tartışmak
Canlı tutulması gereken, insanlığın asla sönmeyen özgür yaşam ateşidir. Bu ateşte şekillenen sanat ne teslim alınabildi ne emperyal müzelere hapsedilebildi ne de pazara çekilebildi. Fakat kapitalist merkezlerin kuşatmasından, geri çekilmekten, dağılmaktan ve can yakan buhranlardan da kurtulamadı.
Toplumun bağrında, yüreğinde, hafızasında canlı olan kültürel değerler ne kadar kuşatılsa da “teslim alınamaz!” Buna dayanan sanat direngendir ama yok edici değil, yapıcıdır, inşa edicidir. Kuşatılan ve bastırılan bu karakterin canlandırılması öncelikle zihniyet, ruh, anlayış değişimini gerektiriyor.
Sanat iktidara tabi olamayacağı gibi işleyişlere, tüzüklere, yönetmeliklere de sığmaz. Önemli olan felsefesini, anlayışını, tarzını, ilkelerini tanımlamaktır. Dünyanın çeşitli yerlerinde deneyimler ve tartışmalar vardır, bunlardan da yararlanılabilir. Fakat insanlığın köklü kadim kültürü ve sanatı coğrafyamızda yeşerdi. Bu zenginliği çağdaş fikirlerle buluşturacak ve demokratik, özgür yaşam hakikatine ışık tutacak yeni bir sanat manifestosuna, farklı alanlar için birçok kurama ve belki de birçok sanat manifestosuna ihtiyaç vardır.
"Nasıl bir sanat?" için manifesto
Ortadoğu’da, Mezopotamya ve Anadolu’da gizli kalan veya güçlükle nefes almaya çalışan sanata sahip çıkılmalıdır. Araştırılsa belki de bugüne kadarki sanat kavramları durumu tanımlamaya yetmeyecektir. Başka gizemler, başka anlamlar dünyasıyla karşılaşılacak ve analizlerinden yeni bir sanat doğabilecektir.
Düşünsel, siyasal, toplumsal felsefi ilke ve çözümlerin açıklandığı “Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu” yeni bir sanat manifestosunun -aynı zamanda tez ve kuramların- da anahtarı ve ilham kaynağıdır.
Zorluklarından dolayı uzun bir zamana yayılması mümkündür fakat sanatın değişim gücüne güvenerek geliştirilecek kapsamlı ve serbest tartışmalarla bu süreç kendi doğası içinde yürüyebilir.
Şiddete, yıkıcılığa, ayrımcılığa, ataerkilliğe, teknoloji bombardımanına, anlamsızlığa, kültür emperyalizmine karşı “nasıl bir sanat” sorusuna cevap olabilecek yeni bir sanat manifestosu için tartışmaya değer.
