‘İyi Kürt-kötü Kürt’ ayrımı Almanya’da da var

Dosya Haberleri —

KEREM SCHAMBERGER

KEREM SCHAMBERGER

  •  Alman politikasında da Kürtlerin ikiye ayrılarak görüldüğünü düşünüyorum: İyi Kürt, kötü Kürt. KON-MED’de örgütlü Kürtler, Alman medyasında da konuştuklarını neredeyse hiç göremeyeceğiniz “kötü Kürtler” oluyor. Bir de “iyi Kürtler” var; ben onları “devlete yakın Kürtler” olarak tanımlamayı tercih ediyorum. Bunlar da Almanya’da örgütlü ama KON-MED’le karşılaştırıldığında çok marjinal gruplar.
  • Bir yanda daha çok KDP etrafında şekillenen ulus devlet eksenli milliyetçi, muhafazakar çizgi; diğer yanda ise Kürt Özgürlük Hareketi etrafındaki solcu çizgi. Elbette Federal Hükümet de kendisine yakın muhafazakar Kürtleri tercih ediyor. Bu, bu çizginin Kürtler içindeki güçsüzlüğüne rağmen gerçekleşiyor. Hepsi bir etkinliğe belki yüzlerce kişi toplayabilir, aynı etkinliği KON-MED yapsa on binler geliyor.

OSMAN OĞUZ

Kerem Schamberger, Almanya’daki Münih Ludwig Maximilian Üniversitesinde araştırma görevlisi ve doktora tezini “Ortadoğu ve Avrupa’da Kürt medyası” başlığında yazıyor. Hem bilimsel eforunun hem de politik faaliyetlerinin ana konusunu Kürtler ve Kürt Özgürlük Hareketi oluşturuyor. 
Schamberger, Kürt Özgürlük Hareketine verdiği destekten dolayı PKK yasağının ve Kürtlere yönelik kriminalizasyonun da defalarca hedefi haline geldi. Hakkında 30’a yakın dava bulunuyor. Akademisyenin aralarında Michael Meyen’le birlikte yazdığı “İsyan ve Baskı Arasında Bir Halk: Kürtler” kitabı ve Dastan Jasim’le birlikte hazırladığı “Marjinalleştirilen Bir Halkın Medyal Gerçeklikleri: Kürtler ve Kamusal Alan” broşürünün de olduğu birçok yayını bulunuyor; sosyal medyadan da Almanca olarak düzenli biçimde Kürt Özgürlük Hareketi gündemini paylaşıyor ve yorumluyor.
Schamberger’le Almanya’daki “Kürt karşıtı ırkçılığın” niteliğini ve PKK yasağının kamusaldaki görüntüsünü konuştuk.

Almanya’da özel bir kategori olarak “Kürt karşıtı ırkçılıktan” söz etmek gerekli ve uygun mu sence?
Almanya’da Kürtlere karşı ırkçılık, bir yandan Alman olarak algılanmayan herkese yönelen ırkçılığın bir parçası. Öbür yandan ama Kürtler, polis, Anayasayı Koruma Örgütü ve yargı tarafından “terörist” olarak damgalandıkları için bu ırkçılığa özel bir biçimde de tabii kalıyor - en azından kendini Kürt Özgürlük Hareketine bağlı hisseden veya bu kapsamda politik aktif olan Kürtler için geçerli bu.
Kürtlerin ülkelerinde uğradıkları ırkçılığın Almanya’da nasıl devam ettirildiğini gösteren başka bir nokta da şu: Kürtler, özel bir kategori olarak kayıt altına alınmıyor. Almanya’da ne kadar Kürt’ün yaşadığının bugün dâhi tam olarak bilinememesine yol açan bir biçimde Kürtler, Türk, Irak, Suriye ya da İran vatandaşı olarak kayıt alınıyor; böylece asimilasyon politikası, Almanya’da da sürdürülmüş oluyor. Almanya’da yaşayan Türkiyeli Kürtlerin önemli bir bölümü, Türk devletinden ya da son dönemde AKP rejiminden kaçmış insanlar; ama resmi olarak aynı rejim, o rejimden kaçan bu insanların Almanya’daki temsilcisine dönüşüyor.

Dastan Jasim’le birlikte yayına hazırladığın “Marjinalleştirilen Bir Halkın Medyal Gerçeklikleri: Kürtler ve Kamusal Alan” broşüründe Kürtlerin Almanya kamusalındaki algılanma biçimi, sıklıkla Karl May’ın “Vahşi Kürdistan’ın İçlerinde” kitabına değin dayandırılıyor. Karl May’ın bu kitabı ya da bu dönemdeki Kürt algısı, bugün gerçekten de hâlâ bu denli etkili mi?
Kürtlerin Alman kamusalında nasıl algılandığına ilişkin ampirik bir araştırma yapmadım, dolayısıyla bu soruyu sadece son yıllardaki birçok etkinlik ve sunumda topladığım deneyimlerim ışığında yanıtlayabilirim. Şimdilerde bu meselenin tartışılma biçiminin eskiye göre çok daha farklı, olumlu olduğunu söyleyebilirim. Bu bir yandan Civaka Azad ya da “Informationsstelle Kurdistan e.V.” gibi kurumlar ya da yerellerde sürekli etkinlikler ve eylemler düzenleyerek insanların konuya dair ufkunu genişleten Kürt dernekleri üzerinden Kürt Özgürlük Hareketinin kamusal alandaki çalışmalarına dayanıyor. Öbür yanda ise Ortadoğu’daki gelişmelerin ve Özgürlük Hareketinin DAİŞ’e karşı olan da dahil olmak üzere verdiği mücadelenin etkisi oluyor. Birçok insan bu mücadeleyi haklı olarak oldukça pozitif algıladı ve bunun üzerinden Kürtlerin durumuyla da daha detaylı biçimde ilgilenmeye başladılar. Bu nedenle Kürtlerin buradaki imajına etki edenin artık yalnızca Karl May olmadığı konusunda iyimserim fakat bu tabii ki bir yandan da süreklilik hâlinde çalışmaya ve Kürtlerin ve Özgürlük Hareketinin kamusal imajını dönüştürmeye devam etmek gerektiğini de işaret ediyor.

Almanya’da 1993’ten bu yana PKK’ye yönelik bir faaliyet yasağı yürürlükte ve bu yasak gerekçe gösterilerek evler basılıyor, insanlar tutuklanıyor ya da oturum hakları ellerinden alınıyor. Her şeyden önce bu hukuki yasağın toplumsal olarak ne denli etkili olduğunu sormak istiyorum. Çoğunluk toplumu içinde bu yasak, Kürtlerin imajını nasıl etkiliyor?
PKK yasağı, Kürtlerin damgalanmasına büyük katkı sunduğu ve bütün takibatların zeminini oluşturduğu için Almanya’daki problemin temeli. Sol olmayan politik yapılar, mesela KON-MED’e bağlı derneklerle ilişki kurmaya korkuyorlar, çünkü “terörizm suçlaması” üzerlerinde Demokles’in kılıcı gibi salınıyor. PKK yasağı işaret edilerek destekleme fonlarına yapılan başvurular reddediliyor ya da mekânlar kurumların ellerinden alınıyor - polisin mekân sahiplerine telefon açıp uyardığı bile oluyor. Aslında burada yaşayan herkes için geçerli olması gereken demokratik haklar da Kürtler söz konusu olduğunda sürekli kısıtlanıyor. Mesela KON-MED’in önceli NAV-DEM’in düzenlediği yürüyüş ve mitingleri daha yapılmadan yasaklama girişimi söz konusuydu. Dayanışma çalışmalarında egemen siyasetin, sevmediği politik aktörleri “terörizm suçlaması” üzerinden kamusal diskurdan dışlamaya çalıştığına vurgu yapmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Aynısı geçmişte Afrika Ulusal Kongresi (African National Congress) ve Nelson Mandela ya da Filistin Özgürlük Örgütü (Palestine Liberation Organization) ve Yaser Arafat söz konusu olduğunda da yapılmıştı.

Ben sürekli PKK yasağının ya da başka bir ifadeyle egemen Kürt algısının Alman medyası ya da politik ve kültürel kurumları gibi toplumsal tartışmaların yürütüldüğü farklı mekânları da yoğun bir biçimde etkilediğini gözlemliyorum. Mesela Kürtlere yönelik ayrımcılıkla ilgili haberlerde dâhi başka ayrımcılıklara dair haberlerde bu denli olmayan “dikkatli” bir dil gözüme çarpıyor. Sen bilimsel de bir ilgiyle Alman medyasını yoğun biçimde takip ediyorsun ve politik/kültürel mekânlarla da ilişki içindesin. Benim bu gözlemimi teyit eder misin?
Bu konuda da halen ampirik bir araştırma yapmadığım için çok şey söylemem mümkün değil ama çalıştığım İletişim Bilimleri Enstitüsünde şu sıralar son yıllarda Kürtler üzerine Alman medyasında geliştirilen diskurlarla ilgilenen bir bilimsel çalışma yapılıyor. Bunun dışında bir yıl önce Dastan Jasim’le birlikte hazırladığımız “Marjinalleştirilen Bir Halkın Medyal Gerçeklikleri: Kürtler ve Kamusal Alan” broşürüne bakılabilir.
Gazetecilerle birlikte çalışırken sürekli Kürt Özgürlük Hareketini “terörist örgüt” olarak sınıflandıran egemen anlatıdan şüphe etmekte ve mesela Kürt aktivistlere karşı hazırlanan Savcılık iddianamelerini sorgulamakta çekinceler olduğunu fark ediyorum. Ne ki, 1993’ten kalma PKK yasağının her şeyden önce NATO ortağı Türkiye’ye verilen bir politik hediye olduğunu ve o zaman da Federal Almanya’ya karşı hiçbir gerçek tehdide yaslanmadığını herkesin aslında bilmesi gerekiyor.

Bunun yanında Almanya’da yüzlerce derneği olan, on binlerce Kürt’ü sokağa çıkarabilen KON-MED gibi örgütlerin görünürlüğüne de bunun yansıdığını düşünüyor musun? Bu örgütler, temsil güçleri oranında mesela Alman medyasında görünür olabiliyorlar mı?
Bu çok iyi bir soru. Ben Alman politikasında da Kürtlerin ikiye ayrılarak görüldüğünü düşünüyorum: İyi Kürt, kötü Kürt. KON-MED’de örgütlü Kürtler, Alman medyasında da konuştuklarını neredeyse hiç göremeyeceğiniz “kötü Kürtler” oluyor. Bu insanlar Kürt olarak değil “terörist” olarak görülüyor. Bunun yanında bir de “iyi Kürtler” var; ben onları “devlete yakın Kürtler” olarak tanımlamayı tercih ediyorum. Bunlar da Almanya’da örgütlü ama KON-MED’le karşılaştırıldığında çok marjinal gruplar. Burada yaşayan bütün Kürtler düşünüldüğünde, belki bir elin beş parmağı kadar Kürt’ü ancak temsil ediyorlar. Bir yanda daha çok KDP etrafında şekillenen ulus devlet eksenli milliyetçi, muhafazakar çizgi; diğer yanda ise Kürt Özgürlük Hareketi etrafındaki solcu çizgi. Elbette Federal Hükümet de kendisine yakın olan Kürtleri tercih ediyor ve bunlar da muhafazakar Kürtler. Bu, bu çizginin Kürtler içindeki güçsüzlüğüne rağmen gerçekleşiyor. Şöyle ki, bu grupların hepsinin düzenleyeceği bir etkinliğe muhtemelen en fazla birkaç yüz kişi gelir; aynı etkinliği KON-MED düzenlerse on binlerce insanı bir araya getirebiliyor.

Kuzey Suriye/Rojava’da yaşananlar bağlamında ve özellikle de Kobanê Direnişi sırasında Kürtlerin esasen olumlu resmedildiği bir dönem vardı. Hatta Kürt kadın savaşçılarının fotoğraflarının moda ikonlarına dönüştüğü bir dönem oldu bu. Peki tüm bu ilgi, Almanya’da Kürtlerin sesinin daha fazla duyulmasına da yol açtı mı?
Daha önce de söylediğim gibi Kürtlerin DAİŞ’e karşı mücadelesi çok fazla sempati topladı ve ayrıca insanları konuyla yeniden ilgilenmeye sevk etti. Ne de olsa Kobanê, DAİŞ’in İslamofaşistleri için sonun başlangıcıydı. 2014’ün sonbahar ve kışında bu nedenle tamamen ilkesel bir zeminde PKK yasağına ve bu yasağın kaldırılmasına rağmen bir tartışmanın yürütülebileceğine dair işaretler ortaya çıkmıştı. CDU’dan Volker Kauder bu dönemde hatta PKK’ye silah temin edilmesini talep ediyordu ama sonunda tartışmanın esasen toplumsal bir tartışma olduğu ortaya çıktı: Bazıları halen de aktif olan birçok dayanışma grubu kuruldu; Sol Partinin milletvekilleri de dayanışmalarını gösterdiler ve Münih’te ve Federal Parlamentoda PKK bayrağı açtılar. Resmi hükümet politikası ise Türkiye’yi korkutmak istemediği için bu konuyu ciddi bir biçimde ele almadı. Keza Federal Hükümet açısından Erdoğan rejiminin her koşulda batının tarafında tutulması gerekiyor ve bunun hem ekonomik ve jeostratejik nedenleri var hem de Türkiye ile AB arasındaki mülteci anlaşmasına dayanıyor.

Sen kişisel olarak da PKK yasağının farklı açılardan mağduru oldun. İçinde olduğun akademinin buna tavrı nasıl oldu? Yasağın sonuçları akademide de görünür oluyor mu?
Kamuya açık dayanışma açıklamaları olmadı ama elbette birçok iş arkadaşım da polisin kullandığı yöntem karşısında kızgınlığa kapıldı. Bunun yanında ama insan, bu konunun insanları genel olarak korkuttuğunu fark ediyor. Devletin takibat politikasının bu açıdan bir nebze başarılı olduğunu söylemek mümkün. Açık olan bir başka şey de ama şu: Dayanışma hareketi korkuya kapılmayacak ve birçok başka insanla birlikte Kürtlerin haklı taleplerini onlarla birlikte kamusala taşımaya devam edecek.

Hakkında 30’a yakın dava açıldı, evinde polis arama yaptı… Bunlar yorucu da değil mi?
Sadece şunu söyleyeyim: Rojava’da, Bakur’da, Diyarbakır’da, Süleymaniye’de mücadele eden yoldaşların yaptıklarının ve yaşadıklarının yanında bizim Almanya’da yaşadıklarımız ne ki?

 

‘Bozkurtlar’a dair gerçek bir tartışma niyeti yok

Son günlerde alevlenen “Bozkurtların yasaklanması” tartışmasını bu açıdan nereye koymak, nasıl görmek gerekiyor? 
En başta şunu söyleyeyim: Bozkurtların Almanya’da nasıl bir politikaya sahip olduğunun eninde sonunda tartışmaya açılmasını selamlıyorum. Bu tartışmanın var olması elbette iyi ama merkez partiler açısından bu tartışmanın yalnızca görüntüde bir tartışma olduğu korkusunu taşıyorum. Parlamentoda yapılan bir tartışmayla “Bozkurtlara karşıyız, şimdi de yasaklamak istiyoruz” deniyor ama “Bozkurtların” aslında ne olduğu sorulmuyor. Almanya’da kendini “Bozkurt” olarak adlandıran bir örgüt yok, bu bir ideoloji. Bu ideolojiyi Türkiye’de HDP dışındaki hemen hemen her politik çizgide bulmak mümkün. Ankara’nın CHP’li belediye başkanı da Bozkurtların ideolojisinin kendini gizlemeyen bir parçası mesela. CHP’nin genel başkanı da sürekli Bozkurt selamı yaptı. Bu açıdan Bozkurtları böyle bir ideoloji olarak tartışmak gerekiyor.
Bunun yanında MHP, Bozkurtların ana partilerinden biri ve bugün Türkiye’de koalisyonun bir parçası; Almanya’da da temsil ediliyor. Şu durumda açıkça konuşmak lazım: Almanya’da yasaklanması tartışılanlar, AKP’nin koalisyon ortakları. Elbette MHP, terörist bir geçmişe sahip bir parti; bu partiye dair bir yasak, gecikmiş bile bir karar ama öte yandan Almanya’daki koalisyon partilerinin genelgeçer bir mahkum etme dışında bir şey yapmak istemediklerinden endişesini taşıyorum.

Bu meseleyi gerçek bir toplumsal/siyasal tartışmaya dönüştürmeyeceklerini mi düşünüyorsun?
Evet çünkü o durumda Bozkurtların ideolojisinin nerelere kadar uzandığını görmek zorunda kalırsınız. En başta buna dair bir bilincin oluşturulması gerekiyor. Almanya’da yaşayan birçok insan, bunu bilmiyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.