Mutlak iktidardan hak ve adalet çıkar mı?

Demir ÇELİK yazdı —

  • Erdoğan'ın açıkladığı on bir ilkenin sadece ilk üç ilkesini ele aldığımızda bile yapılmak istenenin ne kadar sığ ve sıradan olduğu kendiliğinden anlaşılacaktır. Türkiye bir kez daha oyalayarak, nefes almak adına tüccar mantığıyla insan hakları sorununa yaklaşmaktadır. 

Erdoğan, beklenen İnsan Hakları Eylem Planını 2 Mart’ta açıkladı. Açıkladığı ve on bir maddeden oluşan, adına ilke dedikleri; çelişkiler yumağı, iç tutarlılıktan uzak, ülkenin içinden geçtiği sürecin gerçeklikleri ile bağdaşmayan, ayakları havada olan söylemden başka bir şey ifade etmiyor. İlke dedikleri, 1982 Anayasası’nda yer alan, ancak uygulanmayan, yok hükmünde görülen, onlar için her gün çiğnenmesi gereken genel geçer söylemler olmaktadırlar.

Bugün Türkiye’de hukuk reformundan önce, AİHM ve AYM kararlarına uymayı görev bilen bir iradeye ihtiyaç vardır. Anayasasızlığın hüküm sürdüğü, ‘AİHM ve AYM kararları bizi bağlamaz’ diyen zihniyet sahiplerinin, hukuk reformu yapacağı, adil, demokratik ve hukuka bağlı meşru bir siyasal sistemden yana olacaklarını düşünmek her şeyden önce eşyanın tabiatına aykırıdır. On yıllardır Kürt inkarı üzerinden kendisini konumlandıran iktidarın, içerde ve dışarıda savaş politikaları sonucu içine düştüğü darboğazı aşmak adına, sistemin ağa babalarına hoş görünmek, durumu kurtarmak adına, ağza çalınan bir parmak baldır.

Türkiye'nin sivil, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir Anayasa'ya ihtiyacının olduğu tartışma götürmez bir gerçekliktir. Bu ihtiyacı karşılamak üzere yapılması gereken öncelikli iş; yol temizliğidir. Bununda en başta gelen ilk adımı, TMK (Terörle Mücadele Kanunu)’yı kaldırmak, halk iradesine saygının gereği kayyum rejimine son vermektir. Yeni yasa ve ilkeler koymadan önce yaşanan Anayasızlık halini ortadan kaldırmak gerekmektedir. Eylem planında açıklanan ifadelerin tümü mevcut 1982 Anayasasında yer alan ifadelerdir. Bu ilkeler uygulanmadığı gibi TMK ile söz konusu haklar geri alınmış, gasp edilmiş, milyonlar kriminalize edilmiş, haklarından yoksun bırakılmışlardır. TMK nedeni ile Türkiye nüfusunun 1/4’ü bugün ‘terörist’ sıfatı ile yaftalanmışken, hukuken yapılması gereken ilk adım bu garabetin ortadan kaldırılmasıdır.

İkinci adım ise Türkiye’de yaşayan kadim halklar ve inançların özgünlüklerine saygılı, gasp edilen haklarını iade eden, haklarını güvenceye alan sivil, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir Anayasa’yı tüm toplum dinamiklerinin ve sivil toplum örgütlerinin doğrudan katılımı ile demokratik katılımcı bir süreci başlatmak gerekmektedir. Devlet yüzyıldır yapması gerekenden kaçınarak, her seferinde topluma Anayasa diye deli gömleği giydirmiştir. Bugünde bu deli gömlek olduğu yerde dururken, bu deli gömlekte geçen haklar bile uygulanmazken, hatta TMK ile geri alınmışken, bahsettikleri reform bir hukuk reformundan çok, toplumu aldatmanın yeni yol arayışıdır.

Erdoğan'ın açıkladığı on bir ilkenin sadece ilk üç ilkesini ele aldığımızda bile yapılmak istenenin ne kadar sığ ve sıradan olduğu kendiliğinden anlaşılacaktır. Son elli yıl boyunca AB’ye katılması için yapması gereken yasal ve Anayasal değişiklikler yerine, oyalayan, zamana yayan Türkiye, bir kez daha nefes almak adına tüccar mantığıyla soruna yaklaşmaktadır.

Hukuk Eylem Planı’nın ilk maddesi; “İnsan doğuştan sahip olduğu vazgeçilmez haklarıyla yaşar; devletin görevi bu hakları korumak ve geliştirmektir.” Burada geçen ifadeler, 1982 Anayasasının 24. Maddesinde geçen ifadelerdir. Türkiye’de doğuştan hak sahibi olan 37 etnisite ile Alevilerin ve Êzîdîlerin bırakın doğuştan sahip oldukları haklarından dilleri ve kültürlerini korumak ve geliştirmek, isimleri bile Anayasa’nın bu maddesine rağmen yasaktır. İnsanın doğuştan sahip olduğu en temel hakkı olan yaşam hakkına bile devlet her seferinde saldırmış, yirmi bini aşkın faili meçhul, onlarca kez katliam ve soykırımlar yaşatmıştır halklarımıza, soykırımlarla yüzleşileceğine fişlenme, evlerin işaretlenmesi, tehdit ve zorla göçertme devam ediyor.

İkinci ilke; “İnsan onuru, bütün hakların özü olarak hukukun etkin koruması altındadır.” ifadeleri 1982 Anayasanın 25. maddesine yer almaktadır. Anayasa maddesine rağmen, insan onuru ile bağdaşmayan işkence, kötü muamele, taciz, tecavüz, sürgün asker ve sivil bürokrasinin günlük rutin uygulamaları olmaktadır.

“Dil, din, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, mezhep ve benzeri sebepler temelinde hiçbir ayrımcılık söz konusu olmaksızın, herkes hukuk önünde eşittir.” söylemi 1982 Anayasasının 10.’uncu maddesinde geçmektedir. Anayasa’nın bu maddesine rağmen Ermeni iseniz, Kürt ve Alevi iseniz, kadınsanız, yoksul emekçi iseniz, LGBTİ bireyi iseniz Türkiye yargısı gözünde potansiyel suçlu görülmekle kalmazsınız, düşman hukukuna tabi tutulursunuz. Anayasanın bu maddesine rağmen HDP belediyelerine kayyum atayan, hergün yağmur gibi fezleke yağdıran, HDP’yi kapatmaktan bahseden, HDP’ye oy verenlere beddua eden muktedirlerin iktidarında, farklı olanların hukuk önünde eşit olmaları bir yana, varlıkları ve yaşamları tehlike altındadır.

Devleti devlet yapan, kendi yasa ve Anayasa’sına bağlı kalmasıdır. Günümüz Türkiye'sinde mevcut darbe Anayasasına ve onun hukuk içtihatlarına bağlı kalmak yerine, mafya-çete kanunlarının hükümranlığının yaşandığı koşullarda, yapılmak istenen gözümüzü boyamak, aklımızı çelmek, manipülasyonla mutlak iktidarlarına nefes aldırmak, zaman kazandırmaktır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.