Satılığa çıkarılmış ruh

Aykan SEVER yazdı —

  • Evdeki hesap çarşıya bir türlü uymuyor. İktidarda kalma uğruna satılığa çıkarılmış bir ruhun beş para etmeyeceğinin artık Batılılar da farkında ve bir türlü o telefon gelmiyor…

 

ABD Başkanı Biden’dan gelecek bir telefon için kıvranıp duran rejimin başındaki şahsın hâli uluslararası basında dalga konusu olurken, hafta başı ABD Savunma Bakanı Austin ve Dışişleri Bakanı Blinken önceliklerine uygun olarak ilk seyahatlerine çıktılar. Duraklar Japonya ve Güney Kore olacak. Austin Seul’den sonra tek başına Hindistan’a da gidecek.

Ziyaretlerin amacı, “etki alanını giderek güçlendiren Çin ve suskunluğunu koruyan Kuzey Kore'ye karşı bölgede müttefiklerle olan iş birliğini pekiştirmek” diye tarif ediliyor. Fakat burada asıl hedeflenenin Çin’e göz dağı vermek için Trump döneminde görece pasif kalan bölgedeki askeri işbirliği ve faaliyetlerin tırmandırması olacağı şimdiden söylenebilir. Aynı zamanda Savunma Bakanı Austin tarafından vurgulandığı üzere “ABD'nin hala önde olduğunu ancak Çin ile arasındaki askeri güç farkını yeniden arttırması gerektiği” bu doğrultuda bölgedeki müttefiklik ilişkilerinin tartılması ve yeniden pekiştirilmesi ihtiyacının hissedildiği görülüyor. Bu çerçevede örneğin Austin’in Hindistan durağında ülkeyi kanlı bir girdaba sürükleme potansiyeli taşıyan Modi’nin neo-faşist politikalarını tartışma konusu yapıp “insan hakları ve demokrasi”den bahsedeceğini sanmam. 

Özetle postmodern karakterli yeniden paylaşım savaşının baş aktörü ABD, geçen hafta yayınlanan ulusal güvenlik stratejisi belgesinde ifadesini bulan Çin'i "Ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik gücünü birleştirerek istikrarlı uluslararası sistemi aralıksız zorlama becerisine sahip olan tek rakip” olarak gören düşüncesinin bir gereğince, bölgeye olanca ağırlığını vermesi öncesi durumu kolaçan edecek. Bu siyasetin adı “demokrasi alanını genişletmek” olsa da gerçekte emperyalist-kapitalist zincir içerisinde ABD’nin liderliğini pekiştirme arayışının militarist-politik bir ifadesinin ötesinde bir anlamı yok. Rakiplerinin niyeti de farklı değil. Yoksa örneğin herhangi bir şeyi araçsallaştırmadan Myanmar’daki cuntanın katliamlarına dur diyecek bir somut politika üretmenin olanakları bulabilirlerdi. Gerçekte denedikleri bile söylenemez.

Rejime gelince geçen Cuma günü Katar ve Rusya ile yaptıkları anlaşmanın sahada masada durduğu gibi durmayacağını El-Bab ve Cerablus kırsalında kaçak petrolün rafine edildiği yerler vurulunca kısa zamanda idrak ettiler. Anlaşılan bu durum, insan kanı üzerinden pazarlık yapmayı adet haline getirmiş tüccar ruhlarının kıpırdamasına da yol açtı, aynı zamanda yalvarma tonlarını artırdı ve kaleme sarıldılar. Batı’ya asıl olarak ABD’ye bir maruzat daha yazdılar. Bloomberg'de Erdoğan adına Pazartesi günü yayınlanan yazıda "Bölgede barış ve istikrarın yeniden tesis edilmesinin, Batı’nın Türkiye’yi samimi ve güçlü bir şekilde desteklemesine bağlı olduğuna inanıyorum" buyurmuşlar. Ayrıca böyle yapılırsa “maliyet düşük olur”muş. Yani “Eyyy Batı…” höykürmeleri hepten unutulmuş. 

Ne de olsa, ne söylüyorlarsa, ne taraftarları ciddiye alıyor ne kendileri; peki muhatapları niye dert etsin? Hemen tehditler sıralanıyor “yeni bir göçmen dalgasıyla karşı karşıya kalırsınız”la başlayan. Bir de rejimin şartı var, ne kadar “Suriye’nin toprak bütünlüğüne inanıyoruz” yalanlarını sürekli tekrarlasalar da bir yardım olacaksa kendilerinin “güvenli bölge” diye adlandırdığı işgal alanına olmalıymış. Dahası da var, YPG’ye gözler belertilmeliymiş, “meşru muhalefet”e yani kendilerinin arkasında olduğu çetelere destek verilmeliymiş…

Gelgelelim evdeki hesap çarşıya bir türlü uymuyor. İktidarda kalma uğruna satılığa çıkarılmış bir ruhun beş para etmeyeceğinin artık Batılılar da farkında ve bir türlü o telefon gelmiyor…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.