Savaşa hayır! Diyalog hemen şimdi!

Demir ÇELİK yazdı —

  • Başûr ve Rojava’daki kazanımlara göz bebeğimiz gibi sahip çıkarak, Kürdistan statüsü için birlikte mücadele stratejisi ile hareket ederek Kürtler arası savaş yerine Kürdistan’ı birlikte var etme zamanıdır.

Milyonlarca yıl boyunca demokratik, ekolojik ve ekonomik toplum olarak doğal seleksiyon ile eko-sistem içinde varlığını sürdüren insanlık savaş halini hiç yaşamamıştı. Ne zamanki iktidarlaşma yaşanmaya başlar; o zamandan bu yana savaşlar yaşanır olur. Ur, Uruk kent devletleri ile başlayan bu süreç kadın, ekolojik, kültürel ve toplumsal kırım eşliğinde siyasal ve toplumsal istikrarsızlığa ve dolayısıyla savaşlara neden olur.

Kapitalist-emperyalist sistem savaşı ve savaşçıl politikalara yapısal ve tarihsel krizi nedeni ile hep başvurur. Yakın zamana kadar emperyalizmin paylaşım savaşlarında devletlerin karşı karşıya gelmesi ile yaşanan savaşlar, son yarım yüzyılda biçim değiştirmiştir. Emperyalist devletlerin olduğu kadar alt ölçekte bölgesel güçler ile ulus devletlerde değişen bu yeni duruma uygun pozisyon içindedirler. ABD’nin son elli yılda kaos yaratma ve kaosu yönetme stratejisini tüm devletçi sistemin başvurduğu yöntem olmuştur. Uluslaşma süreçlerini tamamlayamamış, dinsel, kimliksel, inançsal ve cins sorununu derinden yaşayan Ortadoğu, Kafkasya ve Afrika kıtası bu nedenle savaşların eksik olmadığı alanlar olmaya devam ediyor.

Çoklu kimlik ve kültürlerin yaşadığı bu coğrafyalarda devletçi sistem halklar ve inançlar arası ilişki ve çelişkiyi kendi stratejik çıkarları için kullanarak, halklar ve inançlar arası çatışma ve savaşı körüklemekte, halkları savaştırarak oluşan kaosu yöneterek iktidarlarına yeni alanlar ve olanaklar yaratmaktadırlar. Arap Bahar’ı adını verdikleri halklar arası savaşta halklar ve inançlar büyük yıkımlar yaşarlarken egemenlikçi sistem, onlar adına savaşa da, ‘barış’ da karar veriyor, büyük kazanmaya bakıyor.

Kaosu yönetme stratejisi ile hareket eden Türk egemenlikçi sistem yine Kürtler arası kirli ve tehlikeli oyun peşindedir. Temmuz 1924’te Lozan Antlaşmasıyla kaybettiği Rojava ve Başûrê Kurdistan’ı işgal ve ilhak ederek ulus devletin inşa sürecinin yüzüncü yılına büyük kazanarak girmek istiyor. Bu amacını gerçekleştirmesinin en kolay yolu uluslaşamamış, aşiretlere dayalı, parça esasıyla hareket eden, parti ve hareketlerin benmerkezci zihniyetinin etkili olduğu Kürtleri karşıtlaştırmaktan, düşmanlaştırıp savaştırmaktan geçtiğini kendi tarihinden okuyor, biliyor. İdris-i Bitlisi ile başlayan, Hamidiye Alaylarıyla devam eden, korucu ve işbirlikçi beyaz Kürtlerle bütün bu süreçleri yönetmiş olmanın tecrübesi ve geleneğine sahiptir. Bununla birlikte emperyalist hegemonyanın halklar arası çatışma ve savaşa el veren konjonktürü Türk ulus devleti için bulunmaz fırsat demektir.

Fransa ve İngiltere’nin 1916’da Sykes Picot antlaşmasıyla Kürdistan’ı paylaştıklarına benzer bir süreci yaşıyoruz. Yüz yıl öncesinde Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış, birçok halk ulusal ittifakını oluşturmuş, birlikte mücadele ile ulus devletlerine kavuşmuştu. O tarihlerde ulusal asgari talepler etrafında yan yana gelemeyen Kürtlerin ağırlıklı kısmı İslam Din kardeşliği etrafında İttihat ve Terakki ile birlikte olmuştu. Ulusal talepler için mücadeleye soyunanlar ise bir bütün Kürdistan davası yerine ailesel, aşiretsel, mezhepsel ve bölgesel hassasiyetlerle hareket etmiş, yerel ve lokal kaldıkları için kısa sürede acı yenilgiler yaşanmakla kalınmamış, onlarca kez katliam ve soykırımın yaşanmasına da neden olunmuştu. Üçüncü dünya savaşının yaşandığı bu koşullarda Kürtleri hem büyük fırsatlar, hem de büyük tehlikeler bekliyor. Parçaya dayalı, örgüt, hareket ve parti çıkarları esasıyla hareket ettiğimizde büyük kaybetme riski ile karşı karşıyayız. Parçalar üstü, partiler, hareket ve örgütler üstü Kürdistan statüsü için birlikte mücadele ettiğimizde ise büyük kazanabiliriz.  

Şengal, Başûr ve Rojava’da Türk Devletinin Kürdistan karşıtı stratejisi ile uygulamaya koyduğu bu kirli oyunu her Kürt’ün görmesi gerekiyor. Kendisi yüzyıllarca Rojhîlat parçası hariç olmak üzere bugünün üç parça Kürdistan’ının tek egemeniyken bizi halk ve ulus olarak kabul etmemiş, tüm haklarımızı inkar etmiş, itiraz edenleri ise imha eden bir güçtür. Yakın zamanda “Taş taş üstünde, gövde üstünde baş kalmayacak” diyen bu zihniyet sahipleri, sabah akşam bir yandan Kürt sorunu yok demekteler. Diğer yandan da “Beka sorunumuz var” diyerek Kürt soykırımına kalkışmaktadırlar. Dindarı aydını, Ergenekoncusu, milliyetçisi, sosyal demokratı Kürdistan karşıtlığında birlikte savaş tezkereleri ile Kürt’e savaş ilan ediyorken, bizler ne zamana kadar ayrı durmaya devam edeceğiz.

Egemenlikçi sistem örgütlerimizin, hareketlerimizin, partilerimizin, aşiret ve ailelerimizin taraftarlığını bizden istiyor. Çünkü oradan kazanacağını biliyor. Biz takım tutar gibi parti, örgüt ve hareket taraftarlığı yaptığımızda hep beraber kaybederiz. Özgün örgütlerimiz, kendimize ait fikir ve düşüncelerimiz, inanç ve dinsel hassasiyetlerimiz birlikte olmanın önünde engel değildirler. Fars, Türk ve Arap egemenlikçi anlayış sahipleri ile birlikte olmak meşru değildir. Meşru olan dili, kimliği, kültürü, inançsal değerleri inkar edilen elli milyonluk Kürtlerin birliğidir. Başûr ve Rojava’daki kazanımlara göz bebeğimiz gibi sahip çıkarak, Kürdistan statüsü için birlikte mücadele stratejisi ile hareket ederek Kürtler arası savaş yerine Kürdistan’ı birlikte var etme zamanıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.