Umudu kuşanmalıyız!

Demir ÇELİK yazdı —

  • Doğal toplumun evrensel değerlerinin hayat bulduğu coğrafya halkalarının diriliş ve direniş bayramı Newroz’un tarihselliğinden çıkaracağımız en büyük ders çaresiz olmadığımızdır. 

Depremin kırkını geride bıraktık. Deprem gibi doğa olayını Kürt ve Kürt Alevi kırımına dönüştüren ulus devletin beslendiği devletçi sistemi, bu haftaki köşemde biraz olsun ele almak istedim.

Evrenin oluşumundan çok sonraları ortaya çıkan insan varlığı, milyonlarca yıl boyunca devlet ve iktidar olmadan yaşam sürmüştür. Milyonlarca yıl boyu demokratik toplum, ekonomik ve ekolojik toplum olarak devlet ve iktidar dışı toplumsallığını sürdüren insanlık, son altı bin yıldır insanlıktan sapma olan devletin zulmü altında her gün daha büyük acılar yaşayarak yaşama tutunmaya çalışıyor.

İnsan toplumsallığında ve doğadaki her oluşum, kendisi için uygun koşullarda gerçekleşebilme ve var olma şansını bulabilir. İnsanlığın son milyonluk serüveninin büyük göçünde kullandığı güzergâhlardan biri Nil- Doğu Akdeniz olmuştur. Bu güzergâhtan Verimli Hilal’e ulaşan insanlık, mekânsal uygunluktan dolayı binlerce yıl burayı mekân tutar. Mezopotamya, Doğu Afrika’dan sonra sadece insanın ikinci toplanma yeri olmakla kalmamış, on binlerce yıllık Neolitik Devrim ile devletçi iktidarcı ‘uygarlık’ çelişkisinin bir arada yaşanmasına da mekânlık eden bir karaktere sahiptir.

Evrenin mikro kozmosu olan insan, tarih boyunca, doğal felaketler karşısında, kendisini sürekli olarak yaşamda tutabilmenin arayışı içinde olmuştur hep. Barınma, beslenme ve üreme ihtiyacının karşılanması faaliyeti içinde olan insanlık, bu sayede tarihsel devinimlerin yaşanmışlığında en temel varlık olmuştur. Buzulların erimesi, beklenmedik doğal felaketlerin yaşanması, volkanik patlamalar, seller, depremler, kuraklıktan korunmanın yanında, beslenme ve üreme ihtiyacını duyuyor olması, insanı sürekli olarak doğa ile ilişki ve çatışma içinde tutmuştur.

Verimli Hilal, insanın avcılık ve toplayıcılık konumundan, daha üst bir aşama olan Neolitik Topluma (yerleşik yaşama, tarım ve hayvancılık) geçişin mekânıdır. Bu temelde de Verimli Hilal, ilk anacıl değerlerin oluşmasının, etnik ve inançsal kimliklerin ortaya çıkmasının, ilk simgesel Semitik ve Aryen kültürlerin toplumsallaşmasının da beşiğidir.

İşte bu mekânda iki farklı kültürün ortaya çıkması ve toplumsallaşması sonucu bu mekânın ikili rolü olmuştur. Mezopotamya bir yandan insan yaşamında ve toplumsallaşmasında olumlu ve belirleyici bir role sahipken, komünal değerlerden sapma olan devletçi uygarlığa da mekanlık ederek bugün yaşamakta olduğumuz kötülüklere kaynaklık etmiştir. Bir kanser hücresi gibi yayılmadan, yaygınlaşmadan, çoğalmadan ve büyümeden duramayan hegemonik, hiyerarşik sistem, Yukarı Mezopotamya’nın eşitlikçi ve özgürlükçü değerlerini de kuşatmaya başlayacak, burada da tarihi sapmayı kurumsallaştıracaktır.

‘Uygarlığın’ maddi ve kültürel birikimleriyle, insanlığa on beş bin yıl boyunca aralıksız öncülük eden Ortadoğu’da değil de, pek çok değeri yeni olan Batı Avrupa’da gelişmesi de toplum mekân ilişkisi açısından gözden kaçırılmaması gereken bir durumdur. Bütün bunlar bize insanlık tarihinde coğrafyanın, ya da başka bir ifade ile mekânın toplumsal gelişmelerde çok önemli, hatta yer yer belirleyici rol oynadığını göstermektedir. Bereketli Hilal’de gerçekleşenlerin başka bir mekânda ya da coğrafyada gerçekleşmemesinin nedeni, insanı ve onun toplumsallığını geliştirmesine yol açan toplumsal ve kültürel dinamiklerin, bu mekânda yeterince olmamasından kaynaklıdır. Buna karşın, diğer mekân ve coğrafyalarda, o dönem için daha elverişiz koşulların hüküm sürüyor olmasından dolayı aynı düzeyde gelişme sağlanmamıştır. İşte bu denli tarihi öneme sahip bu kadim coğrafyanın halkları bu nedenle onca istilaya, işgale rağmen kutsal bildiği toprağını terk etmemiştir. Doğayı, toprağı, suyu kutsamış, wayîr (sahi) diyerek tarihi köklerinin hafızasında hep kaybettiğini aramanın dervişliğine soyunmuştur.

Hiyerarşinin ve tahakkümün henüz ortaya çıkmadığı, özel mülkiyetin olmadığı, sömürü ve baskının yaşanmadığı, eşitsizlerin eşitliğine dayalı, çokluk içinde birlikte yaşamanın, dayanışmanın ve ortaklaşmanın temel yaşam anlayışı olduğu, doğa ve onun tüm bileşenleriyle uyum içinde yaşanıldığı, yapım- yaratım değerleriyle insan ve insan toplumsallığının yaşandığı bu doğal toplumun nüveleri, izleri hala güçlüce bu coğrafyada yaşandığı için ulus devlet bizi toprağımızdan, kutsalımızdan ve insanlığımızdan koparmaya çalışıyor. Kâr ve iktidar hırsı ile doğaya ve evrende yaşayan her şeye yaklaşan devletçi sistem, insanı insana, insanı topluma ve insanı doğaya yabancılaştırmıştır. Genelde devlet özelde ulus devlet, hergün ama hergün, ideolojik aygıtlarıyla bir yandan toplumda rızalık üretirken, diğer yandan da öğrenilmiş çaresizliği dayatıyor. Kapitalist modernite insana bireyci, bencil olmayı öğretmekle kalmıyor, aynı zamanda umutsuzluk, karamsarlık, korku ve çaresizliği de üretmenin arayışındadır. Kendisini mutlak ve yenilmez güç diye empoze ederken, bireye ve topluma ürettiği çaresizlik üzerinden teslim olmayı, biat etmeyi dayatıyor.

Doğal toplumun evrensel değerlerinin hayat bulduğu coğrafya halkalarının diriliş ve direniş bayramı Newroz’un tarihselliğinden çıkaracağımız en büyük ders çaresiz olmadığımızdır. Tarih boyunca imkansız görülenleri gerçekleştirmek üzere yola koyulanların yoldaşları olarak umudu yeşertmek ve büyütmek insan olmanın gereğidir. Bu inançla yarınların özgür yaşamını kuşanmalı, her alanda dayanışma yaşatır, mücadele kazandırır şiarıyla hareket etmeliyiz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.