Dilin anlamı ve anlamın dili!
Nurettin DEMİRTAŞ yazdı —
- Sanallık beyni süngerleştirir. Bunun zihniyetlerde oluşturduğu tehdit ve tehlikeler ancak toplumsal inşa faaliyetleriyle bertaraf edilebilir. Anlamın dili sanal-banal değil, ciddi ve hakiki bir dildir. Çözümleyici, yapıcı, inşa edicidir.
Ne kadar anlam o kadar hakikat inşası geçerlidir. Anlam olgusu teorik olarak felsefenin alanına girse de anlamın kültürel paylaşımı ve yayılımı öncelikle dil sayesinde gerçekleşmiştir.
Özgür Politika’daki köşesinde bilimsel gelişmeleri paylaşan ve ufuk açıcı yorumlar yazan Doğan Barış Abbasoğlu dilin ne zaman ortaya çıktığına dair yazısında insanın anlam dünyasının toplumsal hafızaya dönüşmesinde dilin rolüne dair önemli bir tespitte bulunmuştur: “Dilin en büyük katkılarından biri, bireysel deneyimleri kolektif bilgiye dönüştürmesidir.”
Mitler, masallar, hikayeler paylaşıldıkça toplumsal hafızada ortaklaşma sağlanmıştır. Kendini üstün kılmak, başkalarına hükmetmek isteyen egemenler ise kendi amaçlarına uygun mitler, hikayeler geliştirmişlerdir. Çağımızda bu amacı internet tekniği sayesinde sanal ortamda gerçekleştirmektedirler.
Yeryüzünde isteyen herkes birbirine bağlanıp hikayelerini ortaklaştırabilmektedir. Toplumun evrensel kolektif hafızasının oluşmasında bu olanağın büyük bir rolü olabilir. Fakat simülakrlar nedeniyle, paylaşılan deneyimlerin hakikat değeri tartışmalıdır. Çünkü simülakrlar hiçlikten gerçeklik algısı yaratan kavramlar üretir.
“Sosyal” değil, “sanal” medya
Sanal medyaya “sosyal medya” denilmesi bile ne kadar büyük yanılgılara kapı aralandığını göstermektedir.
Toplumun yerine sanalının ikame edilmesi egemenlik tarihinin ilk yalanlarından başlayıp günümüze kadar inşa edilen zihniyet birikimlerine dayanmaktadır. Zihniyet inşasında egemenler hiç bugünkü kadar kolay, çabuk sonuç alabilen ve son derece tehlikeli olan başka bir yöntem bulamamışlardı.
Jean Baudrillard “Simülakrlar ve Simülasyon” isimli kitabında konuya açıklık getirmiştir. Geliştirdiği teoriye göre günümüz dünyasında her şey simülakrlardan ibarettir.
Simülasyon kavramı “benzer” anlamına gelen “similis” kökünden türetilmiştir. Teknik ve teknik olmayan iki kullanım şekli vardır. Teknik anlamda simülasyon, gerçek dünya içerisindeki bir işlemin veya sistemin zamana bağlı taklididir. Teknik olmayan anlamı ise sadece bir şeyin benzeri veya taklididir.
Simülakr ise “bir gerçeklik olarak algılanmak istenen görünüm ya da gerçekte hiç olmamış nesnelerin yerini alan kavramlardır.”
“Hiç olmamış” olandan gerçeklik algısı üretildiğinde insanın anlam dünyası bir hiçliğe indirgenmiş oluyor fakat farkında olmayan insan bunu en büyük değer olarak görebiliyor. Bu nedenle toplumdan kopuyor, kişiliği ve anlam dünyası parçalanıyorken bile kendisini evrensel bir kimlik olarak tanımlayabiliyor.
MA dili anlamın dilidir
Sanallık beyni süngerleştirir. Bunun zihniyetlerde oluşturduğu tehdit ve tehlikeler ancak toplumsal inşa faaliyetleriyle bertaraf edilebilir.
Toplumsal inşa demek; “MA” olmaktır, oluşmaktır. Yani “hem ben hem biz olmaktır!”
Eski toplumlar her türlü anlamlılığı MA kavramına yüklemişlerdi. MA demek ana demekti; aynı zamanda anlaşma ve toplumsal inşa anlamına geliyordu. MA dili anlamın diliydi.
“MA” kavramı birçok toplumda karşılığını bulmuştur ama Hurriler’in Luvi kolunda bir Tanrıça’nın adıdır. Avesta’daki anlamı “anlaşma”dır ki Mitra’nın “toplumsal anlaşmaların gözetleyicisi” olduğu düşünülürse bu tanımlamanın çok eski çağlardan beri yerini bulduğu belirtilebilir. Eski Hint dilindeki anlamı ise “oluşturmak ve inşa etmektir!”
Bu anlamlılık eski kabile dilinde evrenin doğurucu, koruyucu ve inşacı karakterine işaret etmektedir. Toplum evrenin bu özelliğini taşımaktadır.
Evrenin ritmi
Pozitivist bilim aklı, doğayı cansız, ruhsuz, ölü sayıyor. Bilimsellik kılıfına bürünen bu yalanlara karşılık Önder Apo “mutlak canlılık, mutlak ölümlülük olamaz” diyerek cevap vermiştir:
“Mutlak eşitlik yok. Mutlak denge yok, olursa evren olmaz. Biz diyalektik düşünceden söz ediyoruz. Bu diyalektik düşünce tarzıma hâkim. Dengelere takılmamak gerekir. Mutlak eşitlik sınırlarında bir fikre kapılmamak gerekiyor. Diyalektik düşünce zor. Diyalektik düşünce altın tartan terazinin kefesi gibidir, sallanır durur, ama dengeyi bir türlü bulamaz. Çünkü çok hassas bir terazidir; biraz o tarafa, biraz bu tarafa. Evrenin ritmi de böyledir. Mutlak denge yok. Mutlak denge olsaydı, bu gördüğümüz çeşitlilik, farklılık oluşamazdı. Bu gördüğümüz muhteşem farklılık, muhteşem evren açılımı, diyalektikteki meşhur dengesizlik ile imkân dâhiline giriyor. Kaldı ki bugün toplumda benzerlik arayan faşizmdir, reel sosyalizmdeki komünizmdir. İkisinin de yanlışlığı ortaya çıkmıştır.”
Evrenin “oluşturucu ve yaratıcı” diyalektiğinde geçerli olan farklılıktır, çeşitliliktir, harekettir, değişim ve dönüşümdür.
İnsanın anlam arayışı doğa karşısında zorunlulukla bir araya gelip topluluk oluşturmasıyla değil, toplumsallığın bilincine varıp bu yaşamı sevmeye başladığında ortaya çıkmıştır.
Anlamın dili, evrensel bir sevgi dilidir. Yaşamı, doğayı, toplumu, insanı sevmenin, yerel ve evrensel değerlerine hürmetin dilidir. Sanal-banal değil, ciddi ve hakiki bir dildir. Çözümleyici, yapıcı, inşa edicidir. Demokratiktir.
İnsanın anlam gücü özgür yaşam arzusundan kaynağını alıyor. Demokrasi yoksa özgürlük yoktur.
Demokrasi Ortadoğu toplumlarının bin yıllardır hasret kaldığı ve çoktan hak ettiği evrensel bir değerdir. Köklü komünal değerlerini demokrasiyle yoğurduğunda Ortadoğu toplumları anlamlı bir yaşam kurmuş olacaktır. Bunu her kişi ve toplumsal kesim kendisinden başlatabilir.
