Yerellik ve evrensellik

Nurettin DEMİRTAŞ yazdı —

  • Evrensel sanatın mutlak bir doğrusu, kalıbı, reçetesi yoktur. Ancak bir püf noktasından bahsedilecekse neticede şunu belirtebiliriz: Sanatın evrenselleşmesi insanlığın özünü yakaladığı ve bu özden kopmadan çeşitlendiği, farkını yarattığı oranda mümkündür!

Sanat tartışmalarının ele alacağı en temel hususlardan biri yerellik ve evrenselliktir; öncelikle mutlak-kesinlikli kalıplar koymadan yaklaşılması gerektiğini ifade etmeliyiz.

Önder Apo: “Tekil olmadan evrensellik gerçekleşmez. Her tekil de evrensel olmadan yaşayamaz… Yüzlerce farklı gül birer tekildir. Fakat tüm bu güllerin gül olarak adlandırılmalarını gerektiren ortak bir yanları vardır. Bu ortak yan evrenseli ifade eder. Evrenin tüm çeşitliliklerinde bu kural işler” diyerek yerel ve evrensel olanın bağlantısına açıklık getirmiştir.

Mutlak doğru yoktur

Her yöremizin otantik sanat değerlerinde doğanın ve toplumun birlikteliğini görmek mümkündür. Orijinalitenin bozulmaması önemlidir. Fakat kültürel etkileşimlerin zenginlik yarattığı toplumsal gerçeklikte “değişim ve dönüşüm” esastır. Değişim ve dönüşüm rastgele olamaz.

Diyalektikte: 1- Nicel-nitel dönüşümler, 2- Karşılıklı etkileşim temelinde evrensel bağlar, 3- Evrensel değişimler yanında süreklilik prensibi vardır. Toplumsal yaşamda süreklilik ilkesi göz ardı edilirse inkârcı durumuna düşülebilir. Dolayısıyla yenilikler yanında bir de sanatı köklerden koparmadan demokratik modernite anlayışıyla modernize etme yaklaşımı bir hayli ön açıcı olacaktır.

Sanat ve edebiyat hassas iştir; bir ses, bir hareket, bir çizgi, bir virgül eklemek için günlerce düşünmek gerekebilir. Orijinalitenin bozulması rastgele, birbiriyle alakasız sentez girişimleriyle ve nitelik-kalite sorunuyla ortaya çıkar; bu da eğitimsizlikten, bilmemeden kaynaklıdır. Fakat ahenk sağlayan birleşimler neden bozulma olarak yorumlansın ki? Bazen senteze gerek olmadan, yerel olanın güçlü, nitelikli ifade edilmesi bile tek başına evrensel bir değer haline gelmesini sağlayabilir. Mutlak doğru budur diye bir dayatmada bulunmak yaşamın izafiliğine terstir.

“Mutlaklık değişmezlik, aynılık demektir”ki insanın, toplumun varoluş tarzı “mutlak doğru” anlayışının geçersizliğini kanıtlıyor. Değişim ve dönüşümün rotası yerellik ve evrensellik bağının doğru kurulmasıyla ortaya çıkar.

Evrensel sanat: Benzerlik mi farklılık mı?

Nasıl ki evrensel tarihi, toplumların doğasını, tüm maddi-manevi yaratımlarını, küresel benzerliklerini ve yayılımını hep birlikte ele alan bütünsel tarih anlayışı olarak değerlendiriyorsak evrensel sanat anlayışını da yerellik ve küresel benzerlikler kapsamında değerlendirebiliriz.

Evrensellik yerele, çeşitliliğe, farklılığa dayanır. Bu anlamda sanatın özü evrensel bir karakter taşımaktadır. Müzik açısından sözlüklerde evrensellik yerel müziklerin toplamı olarak tarif edilir. Evrensel müzik veya dünya müziği denilirken tek bir müziğin tüm dünyanın müziği haline gelmesinden bahsedilmiyor; tüm yerel müzikler evrensel müziği oluşturuyor. Bütünlük açısından bu tanımlama önemli olmakla birlikte her yerel olan kendisini evrensel yerine koyamaz. Evrensel olabilmesi için ne gerekiyor?

Sanat veya edebiyat eseri, bir topluma yaşattığı duyguyu başka toplumlara da yaşatabiliyorsa veya herkese hitap edebiliyorsa ya da “benzeri” başka coğrafyalarda, farklı toplumlarda da yapılıyorsa bir yönüyle ona evrensel denilebilir. Bu anlamda PKK Destanı ve Belgesel müziklerinde evrensel bir tat vardır. Fakat bu ölçü de yeterli değildir; tek bir evrensel ölçüt olamaz, farklılıkların toplamından oluşan evrenselliğin “zaman ve mekân” kapsamında da farkı vardır. Farklılık ve ortaklık anlayışını tartışmak gerekiyor. Bu tartışmaların akademik düzeyde bir sisteme kavuşturulması sağlanırsa herkes için ön açıcı olabilir.

Örneğin yerellik denildiğinde bir yönüyle eserin özgünlüğü akla geliyor. Yani evrensel karakter sanat eserinin yarattığı farklılıktadır! Bu bazen “biricik” olmasıyla ilgilidir. Bu durumlarda “benzerlikler” önemsiz hale gelir. Eserin özgünlüğündeki yaratıcı değer evrensel karakter olarak belirir.

Sanatın yerelden evrensele uzanan karakteri, insanlığın ortak duygularını ve “farklılığa” olan ilgisini yansıtmaktadır. Dans, şarkı ve şiir evrenselliğe oldukça yakındır. Mimikler-jestler, sesler ve renkler ortak duyguları yansıtmada önemli rol oynarlar. Fakat bunlar tek başına “anlaşılır olma” özelliğiyle düşünülürse bu haliyle pek fazla bir evrensellik içermezler. Örneğin Japon tiyatrosunda sahnedeki kadının tek bir el hareketiyle herkesin kahkahayla gülmesine karşın başka toplumlar bunu anlamayabilir. Onun anlaşılır olması oranın kültürünün bilinmesini gerektirebilir. Fakat bir özgünlük, fark, yaratıcı ustalık gösterebilirse evrensel karakter kazanır.

Yerel kültürün bazı özgünlükleri dışında, insanlığın genelinde üzüntü, sevinç, hayret, kabul-ret anlamına gelen mimikler, el-kol hareketleri, sesler ortaktır. Bir sanat eserinin de benzer bir etki yaratması zor değildir. Ancak bu yeterli görülemez. Özgünlük ortak duyguları yansıtabilen farktadır! Bir söz bazen bunu yaratır. “Jin Jiyan Azadî” şiarı özü gereği evrensel bir karakterdedir. Bu yüzden insanlık bu sözü duyduğunda benimsedi ve hızla yayıldı.

İnsan dans eden, şarkı söyleyen evrene benzer

Evrenin dansı ve şarkısı vardır. Doğayı ve toplumu seven insan evreni “dinlemeyi” öğrenmiştir; dinleme, anlama çabası sanatın kaynağı olmuştur. Sanata yönelen insan, duyumsadıklarını ve anladıklarını paylaşma ihtiyacını duymuş ve bu sayede hem toplumsal yaşamı anlamlı hale getirirken hem de dilin gelişmesine zemin hazırlamıştır.

Dilden önce ezgi, ritim ve dans vardı. Dans ve şarkı sanatların anasıdır. Bazı inançlarda dua edenlere ne yaptığı sorulduğunda “dans ediyoruz” demişlerdir. Dans, şarkı ve özgürlük özdeştir. İnsanın özü tıpkı evrenin harikaları karşısında hiçbir şeye ihtiyaç duymadan dans eden ve şarkı söyleyen bir güzelliğe benziyor.

Dans ve şarkı bazen aklın çözemediği-bilemediği, ruhun gizlediği olayları, sırları anlamlandırmaya katkı sağlamıştır. Evrensel bir bağ, uyum arayışı olmuştur. Bazen bir eksiğini kapatmış insanın bazen görünenden daha fazla anlama sahip olduğunu anlatmıştır.

Sanat simgesel düşünceyi gerektiren metafizik bir olaydır ama egemenlik aklı onu maddi ölçülere ve kalıplara indirgemiştir. Sanatımız maddi dünyayı değil maneviyatı esas alıyor; insanın özüyle ilgileniyor, ona ulaşmayı hedefliyor. Bu yüzden sosyalisttir ve bu yüzden evrensellik iddiasını taşımaktadır.

Sanatımızın her dalının evrenselleşmesi nasıl olacak sorusunun cevaplarını tüm insanlığın ortak toplumsal ve estetik değerlerinde arayabiliriz. Bu yönlü çabalar giderek sonuç almaktadır. Günümüzün iletişim koşullarındaki avantajlarla kültürel-sanatsal paylaşımlar, etkileşimler evrensele doğru daha hızlı adımlar atılmasını sağlamaktadır.

Evrensel sanatın mutlak bir doğrusu, kalıbı, reçetesi yoktur. Ancak bir püf noktasından bahsedilecekse neticede şunu belirtebiliriz: Sanatın evrenselleşmesi insanlığın özünü yakaladığı ve bu özden kopmadan çeşitlendiği, farkını yarattığı oranda mümkündür!

Sonsuz arayış

Sanat farkı, hakikati çok güçlü dile getirmesi ve bizzat hakikati inşa etme gücüyle ortaya çıkar. İnsanları köleleştirmenin, mülkleştirmenin önüne geçmek için put yapımını yasaklayan dinlere karşın, iktidar aracı yapılan dinler ise her türlü sanatı yasaklamıştır. Çünkü hakikatin ortaya çıkmasını, görünür olmasını istememişlerdir. Buna karşı tasavvufi ve komünal hareketler aklın yol göstericiliğiyle sanata tanrısal bir olay gibi yaklaşmış, yüceltmişlerdir.

İsmaili harekette müzik tanrının sesini aramaktadır: Tanrı evreni yaratırken “ol” demiştir ama öylesine muazzam bir ezgili tonla bunu dile getirmiştir ki tüm müzik ve sanat çabaları o gün bugündür bu sesi aramaktadır ama halen bulmuş değildir. Bu bir çaresizlik değil yüceltmedir, arayıştır; buna ulaşmak için büyük düşünce ve duygu yoğunluğu süreklileşmelidir.

Êzîdîlikte kavalın yapıldığı ağaç kesilmez, çünkü onun sesi vardır, kutsaldır. Rojhilat Kürdistan’ında kemik dûzele yaparlardı, kartal kanadından yapılırdı. Yüzlerce yıl önce yapılmış olan dûzeleler günümüze kadar kalmıştır; gökyüzünün hüznü ve asi rüzgarların sesi halen içindedir.

Tarihte tanrıçaların sesinin kısıldığı döneme gelene kadar sanat doğacıl, sevecen, toplumsallığı koruyan, komünal yaşamı yücelten bir karakterde olmuştur. Egemenlerin katı, korkutucu, cezalandırıcı Putçu anlayışı sanattan nefret etmiş ve yasaklamıştır veya egemenlik sembolü olarak kullanmıştır. Onların ardılı olan kapitalizm ise sanatı tamamen kültür endüstrisine bağlamış ve toplumsal dayanışma ruhunu yok etmek üzere ideolojik hegemonya inşasında kullanmıştır.

Komünal toplum baskılandığı, saldırıya uğradığı, daraltıldığı zamanlarda bile sanatla dayanışma ve dayanma gücünü artırmış, cesaret kazanmış ve hakikatini dile getirmeyi sürdürmüştür. Günümüze kadar da kültürün en direngen öğesi olarak sanat insanlığa ruh kazandırmayı sürdürmüştür.

Tüm bu arayışlar insanın özüne varmak ve insanca yaşamak içindir. Sanatımız bu özü açığa çıkarmaya hizmet ediyor ve özgürlüğün önünü açıyorsa doğru yoldayız demektir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.