Barışta ısrar ediyoruz, edeceğiz de
Hatice ERGÜN yazdı —
- DEM Parti’yi otoritarizmle işbirliğinden mahkûm ediverenler, diğer yanda MHP’nin ve AKP’nin Türk milliyetçiliğine ihanetinden rahatsız olanlar... Tüm bu duruşların birbirine yakınlığına baktığımızda kakofoni açığa çıkıyor.
Ortalık kakofoniden geçilmiyor- Türkiye ortalığı. PKK’nin tarihsel silah bırakma töreni, törene katılanlar, törende yapılan konuşmalarla barışı talep edenlerin hissettikleri Hrant Dink’in bahsettiği güvercin tedirginliğiyle dolu bir heyecan olsa gerek. Savaşın hüküm sürdüğü bir dünyada barış adımları atılırken tedirgin olmamak mümkün mü? Tedirginlik bir yana, bugün geldiğimiz tarihsel dönemeçte aslında barışın çok basit olduğunun farkındalığıyla devam etmek en büyük borcumuz- bu dünyaya, yaşadığımız memlekete, geçmişe, bugüne ve geleceğe borcumuz. Şiddeti bir yerden susturmaya doğru adım atmak, şiddetin kurumsal dayanaklarını çözmeye başlamanın en işlevsel yolu olduğu için öyle.
Türkiye’deki mevcut muktedirlerin demokrasiden olabildiğince uzak, şiddete ve saldırganlığa dayanan uygulamalarının tam ortasında bu adımlar daha da kırılganlaşıyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli gibi bir şahsın muktedir kanadından bu sürecin önde gelen muhatabı olması şüpheleri artırıyor; Erdoğan’ın “Türkiye’nin Yüzyılı”nın ardına kadar aralandığı saptamasının manşetlere taşındığı konuşmasında Türklük, Kürtlük, Araplık Müslümanlık üzerinden bir araya getiriliyor; alışık olduğumuz tehdit, komplo ve karşısında Müslümanlık üzerinden kurulan birlik, savaşçılık ve Kurtuluş Savaşı retoriği devam ediyor. Şaşırtıcı değil. Aksini beklemek abes olur.
Öte yandan, yıllar boyunca MHP’nin sahiplendiği söylemi, farklı siyasal parti bağlantısı fark etmeden benimseyen ve yeniden üreten çevrelerden muktedirle Kürt siyasal hareketinin ana tarafları oluşturduğu barış sürecine dönük eleştiriler bıktırtıcı ölçüde tanıdık. Milliyetçi Kongre Derneği’nin 12 Temmuz tarihli açıklaması buna örnek. Başlayan süreci ‘teröristle işbirliği’ olarak nitelendiriyor; seçmenleri ve STK’ları özellikle AKP, MHP, DEM olmak üzere barış sürecine destek veren siyasal partilere oy vermemeye çağırıyor.
Bazı sosyalistler PKK’nin rotasının milliyetçiliğe kaymasından, gerekenin ulus-devletle savaşmaya devam etmesi olduğundan dem vururken, Kürt milliyetçiliğini öncelleyenler Kürt siyasal hareketinin Türk ulus-devletine teslimiyetine işaret ediyor.
Bir yanda AKP- MHP’nin süreci yönetimde kalmaya devam etmenin aracı olarak kullandığı saptamasıyla DEM Parti’yi otoritarizmle işbirliğinden mahkûm ediverenler, diğer yanda MHP’nin ve AKP’nin Türk milliyetçiliğine ihanetinden rahatsız olanlar... Tüm bu duruşların birbirine yakınlığına baktığımızda kakofoni açığa çıkıyor. AKP ve MHP’nin Türk milliyetçiliğinden ve bu milliyetçiliği Müslümanlıkla tanımlaması bu kakofoninin belkemiğini oluşturuyor.
Ama barış sürecinde tam da böyle anlarda umudu taşımaz mı? Kürt siyasal hareketinin, PKK’nin tarihi adımının, DEM Parti’nin demokrasiden ve barıştan yana tutarlı duruşunun değeri burada görünürlük kazanıyor. Çünkü barışı gerçekten talep edenler barış için adım atarken güvenecekleri muhataplardan ziyada güvenilmezi, barışı ikincilleştireni, barışın gerekliliğine ikna etmek için çabalamaktan vazgeçmezler. Bese Hozat’ın 11 Temmuz’daki törendeki sözleri demokrasi ve barış talebiyle söz konusu olanın muktedirin çizgisine geçmek olmadığını görmek için önemli: ‘...Demokratik siyaset çağrısı yapan bir hareket için silahlar artık engeldir. … Devletin her dediğine hemen ‘evet’ dersek, şu sonuçla karşılaşmış olacağız: ‘Başka gruplar da gelsin, silahlarını imha etsinler, Türkiye’ye dönüp teslim olsunlar.’ Bu yaklaşım temel alınırsa, bizlerin ve yoldaşlarımızın akıbeti ya cezaevi ya da ölüm olacaktır. Ama böyle bir dünya yok. Türk devleti de bunu böyle bilmeli.’
Bu nedenle güvercin tedirginliğimizi DEM Parti’nin barışı tercihi, bu tercihe dönük açıklamaları ve uygulamalarında demokrasiden vazgeçmeyen tavrı sakinleştiriyor; DEM Parti’yi Cumhur İttifakı’na yerleştiriverenlere yanıt oluyor: ‘Bu ittifak süreç ittifakıdır. Başka bir ittifak olarak algılanmamalı kesinlikle. Herkesin çizgisi ve gittiği yol bellidir.’ Ahmet Türk’ün açıklaması eşlik ediyor: ‘Ben bu aşamada CHP’li belediyelere kayyımlar atanırken böyle bir şey olmasını istemem. Bunu kabul etmek istemem. Olacaksa bütün kayyım uygulamaları kaldırılmalı’.
Bugün Kürt siyasal hareketinden çıkan demokrasi talebi barış ihtimalinin yaklaştığı umudunu veriyor...
