Bir deneme yazısı

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  •  Kürt sorununu çözmenin önündeki engelleri kaldırmak “demokrasi” demektir. Demokrasi koşullarında yerel yönetimleri komünalizm temelinde örgütlemenin Kürdistan’da bütün koşullar mevcuttur.
  • Apocu paradigma, devleti tek bir devrimle zaptedip, “yeni ve merkeziyetçi devlet” eliyle devleti sönümlendirme pratik yöntemini, pratikte başarısız oluşundan hareketle eleştirmiş ve “devletle komün çelişkisini”, demokrasi ön şartıyla halkların aşağıdan yukarıya örgütlü mücadelesine dayanarak çözme perspektifini geliştirmiştir diye düşünmekteyim.

 

“Barış ve Demokratik Toplum” stratejisini hepimiz var güçle destekliyoruz. Ama acaba desteklerken okur-yazar olmayan bir insana bu stratejinin “bugünkü” hedefi ile “yarın” ulaşılacak olan hedefini açık seçik anlatabiliyor muyuz?

Evet, hepimiz “bu yeni bir mücadelenin başlangıcıdır” diyoruz. Ama bu yeni mücadelenin şimdiki ve sonraki evrelerini herkesin anlayacağı bir şekilde dile getiriyor muyuz?

Konu sanılandan önemlidir. Çünkü bu farklı evreler net bir şekilde anlaşılmazsa “bugün” için konan hedef “teslimiyet”tir diyenlerin karalamasına açık hale gelir. Zayıflık “bugünün asgari hedefini, yarının azami hedefine” organik olarak bağlama sorununda yatıyor.

Geçtiğimiz gün Medya Haber TV’de eski vekil ve kadın mücadelesi aktivisti Sebahat Tuncel’i dinledim. O yalın bir dille sözünü ettiğim zayıflığı aştığını kısaca anlattı. Konuşmasından benim anladığım görüş şudur:

Bu aşamada Kürt sorunu tümüyle çözülmeyecek, ama Kürt sorununu çözmenin önündeki engeller büyük ölçüde kalkacak. Bu engeller kalktığı zaman silahlar değil, halkların iradeleri konuşacak.

Böylece bugünkü asgari hedefi azami hedefe bağlayan da işte halkların demokrasi mücadelesindeki örgütlülük gücü olacak.

Yüz yıllık bir sorunu üstelik bugünkü tek adam rejiminde, bileşimi belli olan mevcut TBMM’den “beklemek” hem hayal bile değildir, hem de Kürt halkının sorunun çözümünü “devletten” beklemesine yol açacak politik bir hata olur. Bugün için hedef Kürt sorununu çözmenin önündeki yasal ve idari engelleri kaldırmaktır.

Kürt sorununu çözmenin önündeki en büyük engel yerel yönetimlerin İçişleri Bakanlığı’nın keyfi uygulamalarına açık olmasıdır. Bu engel kalktığı, seçilmiş belediye yönetimleri güvenceye kavuştuğu zaman, federasyon ya da idari-bölgesel özerklik yerine, yerel yönetimleri demokratik komünalizm temelinde örgütleyerek, yalnız Kürdistan’da değil, tüm Türkiye’de halkların yerellerde kendi kendini yönetmesi anlamında “demokratik özerklik” hayata geçirilecektir. İşte bu da Kürt sorununun, tek bir adımda değil, aşağıdan yukarıya örgütlenerek, süreç içinde mücadeleyle çözümü demektir. O nedenle silahsızlanma gerçekleştiği zaman yeni bir mücadele başlayacaktır.

Çözümün önündeki engellerin kaldırılmasını beklemeden, hemen bugünden “komünlerin” örgütlenmesine hız vermek gerekir. Çözümsüzlükle çözüm arasındayız. Bu “ara dönem” Kürt Özgürlük Hareketi’nin yönettiği belediyeleri komünalizm temelinde değiştirme ve dönüştürmeye başlama imkanlarını sunmaktadır. Yapılacak olan iş, belediyeler çapında, Kürdistan’ın kadim geleneklerini canlandırarak komün ağlarını kurmak ve belediyelerin karar alma ve icra yetkilerini komün ağına vermek, belediye yönetimlerini fiilen “adem-i merkeziyetçi” birer “koordinasyon komitesi"ne dönüştürmektir. Bu devrimci örgütlenmenin azami hedefi de, devletle komünler arasında tam ve demokratik entegrasyonu gerçekleştirmektir: Devletle komünlerin entegrasyonu demek, ne komünlerin devlet olması, ne de devletin merkeziyetçi-ulus devlet olarak kalmasıdır. Komünler kendi kendilerini yönetecek, devlet de tüm komünlerin her alandaki karar ve icraatını koordine edecektir. İdeal hedef budur.

Kürt sorununu çözmenin önündeki engelleri kaldırmak “demokrasi” demektir. Demokrasi koşullarında yerel yönetimleri komünalizm temelinde örgütlemenin Kürdistan’da bütün koşullar mevcuttur. Demokratik seçimlerde Kürt halkı yerel yönetimlerin tümünü kazanma imkanına sahiptir. Başkan Apo’nun paradigmalarını benimseyen kadroların yönettiği belediyeler, o nedenle hiçbir zorlama olmadan, “yerel merkezi” yetkilerini komünlere gönüllü olarak devredeceklerdir. Belediye yönetimlerine o nedenle “siyasi ajitatörler” değil, binlerce komünün karar ve icraatını bilimsel temelde koordine etme yeteneğine sahip “ekonomik, sosyal, kültürel, ekolojik bilgilerle donanmış teknik-akademik kadrolar” getirilecektir. “siyaset ve yönetme tekeli” şimdilik yerel yönetimlerden, gelecekte devletten alınacak, binbir çeşit komünlerin ağına, yani kadınlardan, erkeklerden ve çocuklardan oluşan, her etnisiteden, dinden, mezhepten, cinsiyetten ve kültürden “demokratik ulus"a verilecek, Belediye Meclisleri’nin ve gelecekte Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin toplantı salonuna “egemenlik kayıtsız, şartsız demokratik ulusundur” yazılacaktır.

Bu programatik strateji, görüldüğü gibi, bütün “merkezi iktidarların”, bütün “merkezi yargı, yasama ve yürütme organlarının”, “bütün “merkezi partilerin” adım adım “sönümlenmesi”, toplumun “ahlaki politik demokratik topluma” dönüşmesiyle sonuçlanacaktır.

Bendeniz bu stratejiyi Marksist devlet teorisinin inkarı olarak değil, “devletin sönümlenmesi” ile ilgili Marksist teorinin, yeni katkılarla çağımıza yaratıcılıkla uygulanması olarak anlıyorum. Marksizmde “devlet fetişizmine” yer yoktur. Apocu paradigma, devleti tek bir devrimle zaptedip, “yeni ve merkeziyetçi devlet” eliyle devleti sönümlendirme pratik yöntemini, pratikte başarısız oluşundan hareketle eleştirmiş ve “devletle komün çelişkisini”, demokrasi ön şartıyla halkların aşağıdan yukarıya örgütlü mücadelesine dayanarak çözme perspektifini geliştirmiştir diye düşünmekteyim.

Böylece birinci evre, demokrasi yoksa demokrasiyi, somut duruma göre ya devrimci ayaklanmayla (gerilla bunu fiilen başardı) ya da mümkünse barışçı yoldan (Başkan Apo şu anda bunun yolunu açmakta) gerçekleştirmek; ikinci evre ise, “demokrasiye karşı ayaklanarak” değil, yerellerden başlayan örgütlü mücadeleyle cinsiyet özgürlükçü, ekolojik, demokratik sosyalizmin “konfederal komünal” “demokratik ulus” egemenliğine yönelmektir.

İşte bu da, devrimci süreçte evre ve aşamaları birbirinden Çin seddiyle ayırmayan Marksist “kesintisiz devrimci süreç” teorisini, onu inkar etmeden, ona yapılmış yeni ve çok değerli bir katkıdır.

Şimdilik Başkan Apo'nun bu konudaki görüşlerini kişisel olarak ben böyle anlıyorum. Yanlışı bana, doğrusu Başkan'a aittir.

Bu satırları yazdıktan sonra son olarak şu notu düşmek gerekir: Demokrasinin varlığını esas alan bu strateji, elbette demokrasinin gerçekleşmesinden sonra asıl hedefimize “dümdüz bir otoyoldan” ilerleyeceğimiz anlamına gelmiyor. Devlete egemen sermaye sınıfı aptal değil ve “otoyolun sonunda” kendisini bekleyen “tehlikeyi” görmektedir. O nedenle demokrasiye bir defada, mesela TBMM Komisyonu’yla ulaşmak hiçbir garantiye sahip değildir. Demokrasi güçlerinin örgütlülük, bilinçlilik ve kararlılık düzeyi sonucu belirleyecektir ve önümüzde uzun ve çelişkilerle dolu bir “demokrasiye giden yol” vardır. Her an başa dönebiliriz.

Devrimci mücadele kolay bir iş değildir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.