Çünkü öfkedir en yakışan hüznümüze

Hatice ERGÜN Haberleri —

Bizlere yalan dolan, unutuşa zorlanma, her gün yinelenen şiddetin karşısında öfke kalıyor; bedenimizle, aklımızla oynamaya çıkanlarla dolu, bu saçmalıklar sahnesinde gündelik yaşamımıza her gün yeni bir engel konuyor. Öfkemizi hüznümüze katıp inadına siyasete duruyoruz. Çünkü hüzündür en yakışan öfkemize! 

01 Nisan 2021: Kadın üniversite öğrencisinin bedeninde neredeyse beş polis eli. Sayabildiklerim, başında, boğazında, göğsünde. Bir diğerini sivil polis duvara yaslamış; boğazını sıkıyor.

Mart ve Nisan (2021): Feministler hep ahlâksızdı, şimdi hemen hepsi terörist.

05 Nisan 2021: Roza Kadın Derneği’ni, saat 06.30’da polis bastı. 

Toplumun tıbbileşmesi diyorlar: Bir ekseni, toplumsal çalkalanmaları bedensel ve/ya da psikolojik/psikiyatrik rahatsızlıklara referansla açıklamak. Bağlantılı olarak toplumu medikal dilde düzeltme çabaları görünür olur: Enflasyona reçete çıkartılır; hane-içi şiddet artıyorsa hastalık addedilir; yönetenler, tıp doktorlarıymışçasına hastalarla ilgili o an için en doğru reçeteyi yazarlar; neyin, nasıl yapılacağını bilirler –hastalara rağmen, topluma rağmen, insanlara rağmen. Hepsi insandır; fark eşitsizliktedir. Bu haliyle tıbbileşmiş toplum Plato’ya göre ideal yöneticilerin başta oldukları toplumdur -insan bedenine öykünerek sağlıklı yaşayan toplumun ideal yöneticileri hekimler gibidir; gerektiğinde yönetilenlere yalan söylerler, yönetilenlerin faydası için.

Babamın Alzheimer’lı yaşamı evde yaşamasını imkânsız kılan aşamaya geldiğinde bakımını birebir üstlenmeye cesaret edemedim; kendisini yaşadığı şehirdeki Alzheimer Derneğinin kurumuna yerleştirdim. Onun nörolojik, psikolojik ve her gün değişen bedensel ihtiyaçlarının ancak uzmanlarca karşılanabileceğini düşündüm. Kuruma gittiğimde, hem babamla yalnız hem kurumun diğer sakinlerinin de bulunduğu ortak alanda zaman geçiriyordum. Kurumdaki zaman yaşam gibiydi; hızla akıyordu. Bir günü, nasıl geçtiğini fark etmeden silip süpürebiliyorduk. Yaşam gibiydi; bir sahnede, çerçevesi sakin, sevecen olmak, şefkatle dokunmak, kısa cümleler kurarak konuşmak ve iletişim kurduğunuz sakinin dikkatini dağıtmaya hep hazır olmakla çizilen, senaryosunu sürekli birlikte yazdığınız ve doğaçlamayla ilerleyen bir oyundaydık. Gerçeği söze eğip bükme kapasitemi bu ziyaretlerle geliştirdim. Yalanda değil de gerçeğin akışkanlığında yaşadığımızı gördüm. Alzheimer’s keşke bundan ibaret olsa deyip bırakayım.

Alzheimer’s dünyası engellilikle sağlıksızlık arasındaki örtüşmeyi gösteriyor. Modern toplumda ağırlıklı olarak baskın üretim biçimine ve birikim rejimine, sermayenin nasıl dolaştığına bağlı olarak tanımlanan ve çoğunluğun ortalaması olduğu varsayılan bedensel, zihinsel, psikolojik normların dışında kalanlar, genelde bu normlara karşı duran ve/ya da bu normlarla ilişkilendirilen çalışma, kazanma, biriktirme, başarım, diğerleriyle ilişkilenme performansını reddedenler sağlıksız addedilerek toplumsal olanın marjinlerine itiliyorlar; özel alanlarla sıkıştırılıyorlar. Kapitalist toplum düzenlerinde hak sahibi birey, hâlâ büyük ölçüde eril akılla, mülk edinme –biriktirme, tasarruf, yatırım yaparak şeyler dünyasını kendinin kılma– kapasitesini sergilemeyle açıklandığı için engellilik ve sağlıksızlık mülk edinme kapasitesini geliştirmenin başlangıç şartlarından, kişinin bedeni üzerindeki tasarruf hakkını lâyıkıyla kullanamamasının kanıtı olarak görülür. Kapitalist üretim süreçlerinde, finans kapitalin akışkanlığı için gereken emek gücünün esnekliğine, güvencesizlikle belirli bir yaşam dilimi boyunca devam edebilecek bedensel ve zihinsel sabitliğe sahip işçi arayışında sağlık sorunları engeldir. Dışarıda tutulmaları ve maliyetlerinin verimlilik esasına göre düzenlenmesi gerekir. Söz konusu verimlilik esası özellikle haspedilen engelliler, sağlıksızlar açısından acımasızdır: Gereken ilaca, deneyimlenen zorluklara göre düzenlenen gündelik mekânların yer bulmadığı –insanlar için kendi başlarına engel olan- hapishanelerde bu acımasızlık açıkça görülür.

Oysa, normatif standartlara uysak da sağlıkla ve engelsizlikle ilgili seçim menzilimiz ziyadesiyle sınırlı. Özellikle, bugün, bir nev’i Alzheimer’s’la tanımlayabileceğimiz –çalışma hayatında sürekli olarak değişen talepler, keyfî başarım standartları, hızla akan performans kriterleri, anlık hafıza, hafızanın unutulmaya terkedilen klasörlere bölen, özellikle yakın geçmişi tez elden unutan, kitlesel hınç çağrılarıyla, her şeyi şahsın biricikliğine aktaran siyasal ve toplumsal anlatılarla– Türkiye siyasetinde, sağlık emekçileri mağdur, yöneticiler öfke tetikleyici, oyunlar şefkatle iletişim üzerinden değil, yalana dolanmış bir rasyonaliteyle sahneleniyor.

Bizlere yalan dolan, unutuşa zorlanma, her gün yinelenen şiddetin karşısında öfke kalıyor; bedenimizle, aklımızla oynamaya çıkanlarla dolu, bu saçmalıklar sahnesinde gündelik yaşamımıza her gün yeni bir engel konuyor. Öfkemizi hüznümüze katıp inadına siyasete duruyoruz.

Çünkü hüzündür en yakışan öfkemize! 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.