Devrim namludaki karanfilin ucunda

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Başkan Apo, kaosu önleyerek Demokratik Konfederal devrimci sürecin önünü açacak olan tarihsel bir adım atmıştır ve bu adımı karalayıcı dogmatik tartışmaların günümüzde hiç bir anlamı ve önemi yoktur.
  • "Sürekli silahlı savaş" diye bir tez ve teori icat edilmemiştir. Böyle bir tezi andıran "itirazlar" karşısında Duran Kalkan geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşmada hep Kürtler mi savaşacak, isteyen savaşsın derken bütün bir tarihsel süreci özetlemiş ve itirazcılara cevap vermiş oldu.

"Sürekli devrim" tezini biliyorum da "sürekli silahlı mücadele" tezini hiç duymadım. Bolşevikler, silahlı mücadeleye tüm tarihlerinde iki kere ve çok kısa süreler içinde başvurdu: 1905 ve 1917'de. 

Demokratik ya da sosyalist devrimci sürecin silahlı mücadeleye dönüşmesi devrimci durum oluştuğunda ve iktidarı barışçı yoldan ele geçirmenin mümkün olmadığı koşullarda istisnai bir gelişmedir.

Buna karşılık, devrimci partilerin programında, sosyalizme açılan bir devrimin barışçı yoldan gerçekleşmesi de binbir koşulun bir araya gelmesiyle istisnai bir imkan olarak belirtilir ve silahlı ayaklanmaya hazırlık esas olarak ele alınır. Ama bu hazırlığın kendisi "sürekli silahlı mücadele" değildir.

Buna karşılık "deniz aşırı sömürgelerde" sosyalist yönelimli olsun ya da olmasın kimi aralıklarla olsa da "sürekli silahlı savaş" durumları yaşandı. Deniz aşırı sömürge olmayan Kürdistan'daki savaş, İrlanda’nın özgün durumu bir yana bırakılırsa, hiç bir NATO üyesi ülkede görülmeyen bir şekilde "sürekli silahlı savaş" oldu. İlk elli yıl aralıklı isyanlarla süren bu savaş, ikinci elli yıl boyunca aralıksız sürdü.

İlk kurşunun atıldığı günden reel sosyalizmin çöküşüne kadar bu savaşın "Büyük Kürdistan ulus- devleti" hedefi, büyük zorluklara rağmen gerçekçi bir hedefti. Reel sosyalizmin çöküşü ve Suriye ile Irak devletlerinin "müttefiksiz" kalması ile birlikte, artık "sosyalist dünya ile emperyalist dünya arasındaki çelişkilerden yararlanarak savaşı zafere kadar sürdürmenin" uluslararası ve bölgesel şartları ortadan kalktı. Henüz durumun netleşmediği 1990 başında Başkan Apo bu olumsuz gelişmeyi gördü ve sonunda bugünkü Apocu paradigmaların doğumuna götüren ilk adımları attı. "Ulus- devlet için silahlı mücadele" yerine, Kürt sorununu barışçıl yoldan çözmenin önündeki engelleri kaldırmak için savunma amaçlı "silahlı direniş" yolunu çizdi. Devlet bu engelleri kaldırmadı ve savaş da o nedenle sürdü. Özellikle son on yılda "pat" durumu yaşandı ve hem devlet hem de PKK kendini "tekrar" etti. Bu durumda savaş, taraflara zafer vaat etmeden uzun yıllar sürebilirdi. Aslında PKK'nin yarım yüzyıllık mücadelesi, silahlı mücadele dışında, barışçıl yoldan Kürt sorununu çözmenin koşullarını yaratmış, Kürt halkı dünyanın en örgütlü, en bilinçli, en laik demokratik toplum düzeyine büyük ölçüde ulaşmıştı. Rojava devrimi zafer kazanmıştı. PKK en büyük görevini tamamlamış, ancak devlet savaşta ısrar ettiği için savaşı ve varlığını devam ettirmişti. 

Ancak Dünya Savaşı’nın yeni aşamasına girildikten ve Suriye'de BAAS rejimi yıkılıp ABD ve İsrail bölgede hegemonya sağladıktan sonra, İran'a karşı savaş ihtimali belirdi. Böyle bir savaş Kürdistan'ın tüm topraklarını kapsayacak olduğu için Türk-Kürt savaşının sürmesi hem Türk devleti hem de tüm Kürdistan açısından tahmin edilemeyecek tehlikeleri gündeme getirdi. 

İşte bu durumda, PKK'nin savaş alanlarında en güçlü duruma yükselmiş olmasına karşın Başkan Apo savaşa ve savaş koşullarına göre oluşmuş illegal, askeri-politik örgütsel yapıya, bunun hukuki zemininin yaratılması koşuluyla son verme kararı aldı. 12. Kongre’de PKK bu karara uydu. Kendini fesh ederek, o güne kadar kullandığı bütün yetkileri Başkan Apo'ya devretti. Aynı zamanda Başkan Apo'nun bu yetkileri devlet müdahalesi dışında barıştan ve demokrasiden yana kullanabilmesi için, O'nun özgürce yaşar ve çalışır durumda olmasını da olmazsa olmaz koşul olarak saptadı. 

Eğer işaretlerini gördüğümüz çözüm karşıtı eğilim güçlenir ve Başkan Apo'nun tüm halklar için yarattığı "son şans" heba edilmezse, Kürt sorunu temelinde silahlı mücadele sona erecek. 

Ya tersi olursa?

O zaman da silahlı savaşçılar yeniden öz savunma konumuna geçecek. 

Bunun sonucunda ise, işte asıl o zaman Türk devleti yıkıcı bir beka sorunuyla karşı karşıya kalacağı gibi, böyle bir yıkıcı kriz Türkiye'yi ABD ve İsrail'in peşinde maceralara sürükleyecek, bu da yalnız Türk halkı için değil, tüm parçalardaki Kürt halkı için de büyük savaş felaketine yol açacak.

Günümüz dünyası Birinci Dünya Savaşı eşiğindeki dünya değildir, konvansiyonel silahların tahrip gücüyle insanlarla birlikte doğal çevreyi yok edeceği ve hele nükleer silahların bile konuşacağı bir savaşın şafağından devrim değil, kaos doğar. 

Başkan Apo, kaosu önleyerek Demokratik Konfederal devrimci sürecin önünü açacak olan tarihsel bir adım atmıştır ve bu adımı karalayıcı dogmatik tartışmaların günümüzde hiç bir anlamı ve önemi yoktur.

Yazının başına dönersek: "Sürekli silahlı savaş" diye bir tez ve teori icat edilmemiştir. Böyle bir tezi andıran "itirazlar" karşısında Duran Kalkan geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşmada hep Kürtler mi savaşacak, isteyen savaşsın derken bütün bir tarihsel süreci özetlemiş ve itirazcılara cevap vermiş oldu.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.