Diktatörlük ve hukuk

Suat BOZKUŞ yazdı —

Erdoğan-Bahçeli diktası halka “düşman hukuku” uyguluyor diyorlar. Savaşın da, düşmanlığın da, düşman hukukunun da kuralları vardır. Aslında ortada hiç bir hukuk yok. Hukuka düşmanlık uyguluyorlar. Hukuk dışı, insanlık dışı bir düşmanlıktır bu.

Dikta rejimleri kendi “hukuku”nu yaratır. Aslında bu her türlü hukukun, kuralın devre dışı bırakılarak, diktatörün her arzusunun yasa sayılmasıdır. 12 Eylül faşist diktası bunu açıkça ilan etmişti. TBMM kapatılarak yerine bir Danışma Meclisi atanmış ve bu süreçte cuntacılar memleketi MGK kararlarıyla idare edeceğini ilan etmişti. Bunlar hakkında yasaya, anayasaya aykırılık iddiasında bulunulamayacağı, böyle bir durumda MGK kararlarının geçerli olacağı ilan edilmişti. Ayrıca cuntacılar hakkında daha sonra dava açılamayacağı da anayasaya konmuştu.

Demokraside yönetim güçler ayrılığı ilkesine göre yasama-yürütme ve yargıdan oluşur. Erdoğan-Bahçeli diktası yasamayı -yamultup meclisi devre dışı bırakarak- yürütmenin yani tek adamın emrine aldı. Geride kaldı yargı.. Yargı da, iddia makamı(savcılık), savunma(avukat) ve hüküm (yargıç-lar kurulu) organından oluşur. Yani avukat olmadan yargı ve adalet olamaz.

Fetö’den devralınan yargı mekanizmasıyla, diktatörlük savcılık ve yargıçlara da büyük ölçüde egemen oldu. Geriye sadece savunma-avukatlar kaldı. Bu nedenle avukatlar zaten uzun süredir duruşmalara sokulmayarak ya da atılarak etkisiz hale getiriliyordu.

Sanıklar da çeşitli bahanelerle mahkemeye getirilmiyor. SEBGİS falan denerek mahkeme yüzü görmeden, savunma yapamadan hüküm yiyorlar.

Avukatlar da devre dışı bırakılırsa “yargı” faşist diktanın kalem memurlarına dönecek. “Bağımsız” yargı hepten tarihe karışacak.

Yani baroların direnişi sadece kendi sorunu, avukatların sorunu değildir.

Esasen faşist diktaya karşı hak-hukuk mücadelesi veren tüm ezilenlerin mücadelesidir.

Avukatlar sadece kendi hakları için değil, tüm toplumun hakkı-hukuku için direniyor. Faşist dikta da bunun için avukatlara geçmişte görülmedik ölçüde zalimce saldırıyor. Herhalde polisin-bekçinin avukatları alenen dövdüğü günleri ilk defa görüyoruz. Bunu da bilerek yapıyorlar. “Sizin güvendiğiniz avukatları bile dövüyoruz. Sizin hakkınızı kimse savunamaz. Biat edin” diyorlar.

Buna karşı avukatlar da gece gündüz polis saldırısı altında direniyor.

Bir itirafçının hiçbir delile dayandırılmayan birbirinden çelişkili ifadeleri nedeniyle yıllarca hapis cezasına çarptırılan Halkın Hukuk Bürosu (HHB) avukatları Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ın ölüm orucu kritik aşamada sürüyor. Yargıtay’dan gelecek karar beklenirken, avukatların sağlık durumu ciddiyetini koruyor. Avukat Didem Baydar Ünsal, Burhaniye T Tipi Cezaevi’nde adalet talebiyle 156 gündür ölüm orucunda olan meslektaşı ve eşi Aytaç Ünsal’ın durumunu, “Çok zayıfladı, 20 kilo kadar verdi” diyerek özetledi.

Avukatlar bile ancak polis saldırıları altında yürüyüşle, açlık greviyle hakkını arayabiliyorsa, bu sadece hukuk sisteminin değil rejimin de ölüm ilanıdır.

CHP yasayı anayasa mahkemesine götüreceğini açıkladı. Fethullahçılar ve Tayyipçiler tarafından defalarca tarumar edilen bu adli mekanizmadan bir şey çıkar mı? Umut verici bir durum yok ama belki diktatörlüğün sallandığını hissedenler rejimin emir eri olmaktan bıkabilir, korkabilir. Belki ilk defa emir vereni değil de, hukuku ve vicdanlarını dinlerler.

12 Eylül faşist darbecileri bile adliyeye her zaman söz geçirememiştir. Baskılara karşı sıkıyönetim yargıçları bile zaman zaman duruşmalara girmeyerek protestolar yapmışlardı. Bu kadar yargıç içinden hukuksuzluğa karşı hiç mi onurlu bir ses çıkmayacak?

Diktaya karşı olanlar da, artık diktayı eleştirmekten çok onun yerine neyi, nasıl yapacağını ilan edip halkı harekete çağırmalıdır. Demirtaş’ın önerileri bu nedenle ciddiye alınmalıdır. Bu hukuk dışı diktaya boyun eğmeyen ve canı pahasına direnenlerin kendi demokratik seçeneklerini de oluşturmaları şarttır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.