“Diplomalı” ırkçılar…
Cihan DENİZ yazdı —
- Kürt siyasetinin Türkiye siyasetinde belirleyici ve oyun kurucu bir karakter kazanması ile birlikte içlerindeki Kürt nefretini, ancak Nazi Almanyası’nda bu kadar rahat kullanılabilecek kavramlarla kusmaya başladılar.
Türkiye’de ırkçılık sadece belli partilere, belli toplumsal kesimlere has bir özellik değildir. Türkiye’de ırkçılığın kaynağı, bizzat bu cumhuriyetin dayandığı bu coğrafyadaki her türü farklılığın inkarına dayanan, topluma tek bir kimliği zorla dayatan tekçi zihniyettir.
Ve bugün Türkiye’de bu düşüncenin en dikkat çeken, görünür taşıyıcıları “eğitimli”, isimlerinin önünde uzun uzun unvanlar olan kesimlerdir. Bunlar akademik kariyerlerine ve sosyal statülerine bakarak kendilerini ve benzer eğitim ile statüye sahip olanları toplumun geri kalanının üstünde görmektedirler. Sosyal ve politik dinamikler sonucu güçlerini kaybettikçe daha da hırçınlaşarak ve kinlenerek buldukları her fırsatta içlerindeki nefreti kusmaktadırlar.
Türk ırkçılığının en değişmez hedeflerinin başında, bir asrı aşkındır neredeyse kesintisiz devam eden inkar ve imha siyasetine rağmen bir türlü Türklük içine asimile etmeyi beceremedikleri Kürtler gelmektedir. Kürtler onca baskıya rağmen bir ulus olarak varlıklarını korumanın ötesine geçip sadece siyasal değil aynı zamanda toplumsal, kültürel, sportif, ekonomik alanlarda da kimlikleri ile görünür oldukça bu kesimler daha da hırçınlaşmaktadır.
İçinden geçtiğimiz süreç, bu diplomalı aydınlardaki Kürt düşmanlığını ve nefretini bir kez daha alevlendirdi. Kürt siyasetinin Türkiye siyasetinde belirleyici ve oyun kurucu bir karakter kazanması ile birlikte içlerindeki Kürt nefretini, ancak Nazi Almanyası’nda bu kadar rahat kullanılabilecek kavramlarla kusmaya başladılar.
Düne kadar Kürt halkına olan nefretlerini “bölücü”, “terörist”, “feodal” ve benzeri kavramların ardına sığınarak kusanlar bugün ise bunlara ek olarak Kürt halkını, özellikle de gençlerini, Türkiye sokaklarına hakim olan şiddet dalgasının failleri olarak gösterip nefretlerin bu şekilde kusmaktadırlar. Onlara göre bugün birçok ilde sokakların kadınlar, çocuklar başta olmak üzere herkes için yaşanmaz hale gelmesinin tek nedeni Kürtlerdir. Yaşananların ardındaki sosyolojik, iktisadi, kültürel çürümeyi görmezler, iktidarların sırf Kürt gençleri, politikleşmesin, devrimleşmesin diye Kürtlerin yaşadığı her yerde uyuşturucu ve seks işçiliğinin önünü açarak Kürt gençlerine dayattığı yoz yaşamı umursamazlar. Bunların onların için bir önemi yoktur. Onlar için önemli olan Türkiye’deki tüm suçların faili Kürtlermiş gibi gösterip bunun üzerinden büyük bir nefretle Kürtlere saldırmaktadırlar. Toplumda “Kürt” eşittir “suçlu” algısını yaratmayı amaçlamaktadırlar. Bu algı üzerinden de Kürtlerin siyasal ve toplumsal mücadelelerinin meşruiyetini hedeflemektedirler.
Böylesi ırkçı saldırıların son örneği adının başında profesör doktor unvanı olan Bengi Başer isimli bir hekimin sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamadır.
Bu akademisyen İstanbul valiliğinin sokakta yaşayan köpeklere ilişkin bir açıklamasına karşı “sokak hayvanlarını yok etmek için harcadığınız enerjiyi, şu insan alt türlerini islah etmek için harcasanız ya!..” şeklinde bir paylaşım yaptı. Gelen tepkiler üzerine kendini ben Kürtleri kast etmedim diye savunmaya çalışsa da, kullandığı görsel kimin kast edildiğini açıkça ortaya koymaktadır. Kullandığı görsel, şu anda sosyal medyada Kürtleri hedef alan tüm ırkçı paylaşımlarda kullanılan bir görseldir.
Daha da önemlisi, açıklamada kullanılan “insan alt türleri” sözü bile aslında karşımızda, ne sokak hayvanlarına dönük duyarlılığın ne Minguzzi cinayetine dönük hassasiyetin ne de kadına dönük şiddete duyulan öfkenin gizleyemeyeceği bir ırkçı olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir. “İnsan alt türleri” kavramı ne gerekçe ile olursa oldun, kast edilen çok açık olsa da, kim kast edilirse edilsin savunulamayacak derecede, toplumun bir kesimini hak öznesi olmaktan çıkarıp her türlü haktan mahrum bir nefret öznesine dönüştüren ırkçı ve ayrımcı bir kavramdır. Tıpkı Nazi Almanya’sında olduğu gibi. Orada da başta Yahudiler olmak üzere birçok kesim Naziler tarafından benzer sözler ve görseller kullanılarak bir nefret objesi haline getirilmiş sonra da soykırıma tabi tutulmuştu. Bundan dolayı da demokrasi ve insan hakları kültürünün az bile olsa hakim olduğu her yerde böylesi sözler ve görseller bir nefret suçu olarak görülmektedir.
Ama bu diplomalı ırkçı, bu nefret söylemi nedeniyle toplumdan özür dilemek yerine açıklamasının ardında durmaya devam etmektedir. Tıpkı kendi ırkçılıkları yüzüne vurulunca siyahileri ırkçılıkla beyaz düşmanlığıyla suçlayan Amerika’daki ırkçılar gibi o da, kendi ırkçılığını örtmek için kendini eleştirenleri, Kürt siyasetini ırkçılıkla suçlamaktadır. “Üçüncü sınıf vatandaşlar” gibi bir kavram ile saldırganlığına devam etmektedir.
Sonuç olarak, toplum içinde yaşayan her bireyi eşit olarak görmeyi içine sindiremeyen, onları alt insan türleri veya üçüncü sınıf vatandaşlar olarak bölen bu kişi tekil bir örnek olarak görülemez. O Türkiye’de hala önemli oranda yaygın olan bir zihniyetin bir ürünü ve temsilcisidir. Bu zihniyetle her alanda mücadele edilmesi gerekmektedir. Bu coğrafyada onurlu ve kalıcı bir barıştan söz edeceksek, bu diplomalı ırkçılıkla her alanda mücadele etmek ertelenemez bir görev olarak karşımızda durmaktadır.
