Dünya barış günü

Ahmet TURHALLI yazdı —

  • İslam isim olarak barış anlamında ise, Müslümanların tarihi neden sadece savaşlarla geçmiştir? İslam dini en fazla pratik hayatta tahrif edilen dindir tezimiz ile, bunu kast etmekteyiz. Hangi din pratikte bu kadar kendi kitabından ve Peygamberlerinin uygulamalarından kopuk ve karşıt hale getirilmiştir.

1 Eylül 1939’da Hitler Polonya’yı işgal ederek İkinci Dünya Savaşı’nın startını vermişti. Bu savaşta resmi 60 milyon, gerçeğinde ise 80 milyondan daha fazla insan katl edilmişti. Onlarca ülke yüzlerce şehir viran olmuştu. Bir daha bu yıkım ve bu acılar yaşanmasın diye, 1 Eylül Dünya Barış Günü olarak belirlenmiş ve her yıl bugün barış günü diye karşılanmaktadır.

Ne yazık ki insanlar; kutsal olan, sudan ve ekmekten daha önemli olan, barışa gerektiği kadar önem vermemekteler.

İnsanın iktidar ve tahakküm kurma arzusu geliştikçe bu yıkımlar da katmerleşerek devam etti/etmektedir. Günümüzde açıktan olmasa da bir Üçüncü Dünya Savaşı yürütülmektedir. Kurdistan da fitili ateşlenen, Ukrayna ile hız kazanan ve Nijerya ile harlanarak süren bu savaş, dünyanın farklı coğrafyalarına yayılmaya devam etmektedir.

Esas olarak İslam’ın barışa bakışını irdelemek ve Müslümanların barışa yaklaşımını açmak istiyorum.

Arapça bir kelime olan ‘İslam’ bir isimdir ve aslı üç harften oluşan (SLM) silm dir. Silm’in tam karşılığı barış demektir. Allah Kur’anı Kerim’de sizin dininizi tamamladım ve İsim olarak barış adını verdim. (Maide 3) denmektedir.

Peygamber Medine ye vardığında Arap kabileleri arasında yüz yıldan fazla bir müddet süren savaş ve çatışmaları sonlandırmış ve kabileler arası barışı tesis etmiştir. Medine ahalilerinden olan Yahudi kabileler arasındaki savaşları da sonlandırarak Medine şehrinde barış ve huzuru tesis etmeyi başarmıştır. İslam’ın gelişimide, Hudeybiye Barış Antlaşması ile gerçekleşmiştir. Binlerce insan bu antlaşmadan sonra İslam’a katılarak, İslam Arap yarım adasında yayılmıştır. 

Yani resmi tarihçilerin anlattığı gibi, İslam peygamber döneminde kılıç ve zorla gelişmemiş, tam tersine barış ortamında gelişmiştir.

İslam’dan önce ve İslam’ın doğuşunda, iktidarı ellerinde bulunduran Emevi hanedanın lideri, Ebu Sufyan ve ailesi, Peygamber’in vefatından sonra iktidarı tekrardan ele geçirmeleri ile, İslam bir savaş ve işgal hareketine dönüştürülmüştür.

Kur’an ayetleri barışı ve huzuru topluma yerleştirmeyi müminin ana gayesi olarak gösterir.

‘Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin; çünkü o, apaçık düşmanınızdır. (Bakara 208)

Peygamber: ‘İki kişiyi barıştıran kişi, bir yıl namaz ve oruçtan daha fazla hayır kazanmış olur’. (Nehcul belağa s.421 İntişarat-ı Darul -Hicre Bi Ta, Kum) 

Ayette barışa bir bütün olarak dahil olma emri vardır. Kur’an Mümini olan şahıslar, asla savaş ve iktidar taraftarları olamazlar/olmamalıdırlar. Çünkü Allah’ın mutlak emri, insanların barış ve güven içerisinde yaşamalarını sağlamaktır. Barışa katılmayanlar, savaşları amaç edinenler, şeytanın izcileri ve ardılları olarak ayette adlandırılmaktadırlar. 

Peygamber, iki kişi arasında barış sağlamanın bir yıllık oruç ve namazdan daha hayırlı olduğunu söyleyerek, bu ayetin gereklerini yerine getirenlere müjdeyi vermiştir. 

Soru şu; İslam isim olarak barış anlamında ise, Müslümanların tarihi neden sadece savaşlarla geçmiştir? 

İslam dini en fazla pratik hayatta tahrif edilen dindir tezimiz ile, bunu kast etmekteyiz. Hangi din pratikte bu kadar kendi kitabından ve Peygamberlerinin uygulamalarından kopuk ve karşıt hale getirilmiştir. Tarihte ve günümüzde İslam aleminde barışı savunan ve barış için çalışanların sesi yok gibidir. Cihat kelimesi barışı, huzuru ve refahı tesis etmek, nefsini terbiye ederek toplum içerisinde güven inşa etmek için kullanılırken, İktidarperestlerin bunu pratik hayata tam tersi olarak işlemeleri, Müslümanlarda zihni, imani ve ameli bir yıkıma sebep olmuştur. 

İslam dini toplumlarda bir tahakküm ve iktidar aracı olarak görülmüştür/görülmektedir.

Biz Müslümanlar kendi tarihimizde kendi deyimlerimiz ile küffara karşı, şimdi ise Afganistan’dan Nijerya’ya kadar, kardeşlerimize küffar diyerek, birbirimizin kanını akıtmaya devam ediyoruz.

İslam aleminde adalet, eşitlik, güven ve barış gibi değerler başat değerler olmayana kadar bu durum devam edecektir.

Savaşlara karşı adil barışlar için cehd etmeye başladığımızda sorunlarımızı çözmenin kapılarını aralamış oluruz. 

Kurdistan’ı bir kan deryasına çevirenler, kendi evlatlarının da kanlarını acımasızca akıtmaktalar. Türk, Arap ve Fars milletleri, güvenli ve huzurlu yaşamak istiyorlar ise; önce Kürt milletinin sorunlarını adil bir biçimde ele almalı ve barışa birlikte gitmelidirler.

Sahte ve zoraki barışlar asla sorunları çözmedi/çözemez. Adil barışlar, huzur güven ve refahı beraberinde getirir.

Barış içerisinde yaşayan bir aile, bir aşiret, il ve devlet huzurlu ve güvendedir. 

Biz Kürtler mutlaka kendi iç barışımızı sağlamalıyız. İç barışımız bizi ittifaka götürecektir. İttifak bizi kurtuluşa götürecek, kurtuluş ise bize huzur ve refah hediye edecektir. Zulümden azat olmuş Kürt milleti, Ortadoğu’ya barışın ve huzurun kapılarını açacaktır. 

Sayın Abdullah Öcalan’ın bu kadar ağır tecrit altında tutulmasının esas sebebi barışı istemesidir. Çünkü adil bir barış, fitne ateşini söndürecek, silah tüccarları işsiz ve kazançsız kalacaklardır. Ortadoğu’ya barışın gelmesi Sayın Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü ile hız kazanacaktır. Bu da Kürt ve Kurdistan meselesini çözerek Kürtlerin, Araplar, Farslar ve Türklerle barış ve huzur içinde yaşamalarına zemin hazırlayacaktır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.