Tufeyli ve zehir saçan dili

Ahmet TURHALLI yazdı —

  • Üzülerek belirtelim ki, Muhammed-i din artık kendilerine Müslümanım diyenler arasında yok hükmündedir. Devletlerin oluşturduğu örgüt ve cemaatlerin satarak kazanç elde ettiği, müşterisi bol olan bir din revaçtadır.

Geçtiğimiz günlerde Lübnan Hizbullah’ının eski sekreteri Kürt milleti hakkında yapmış olduğu açıklamalardan sonra, Müslümanlar arasında kıyametin kopması gerekmekteydi! Özellikle Müslüman Kürtlerin buna karşı çıkmaları ve devletlerin dini biçiminde şekillenen, sahte ve vahşi din mefkuresine yüksek perdeden itiraz etmeleri lazımdı. Bu hem İslami açıdan hem de mensup oldukları milliyet ve vatan parçası açısından yapılması gereken bir fariza idi.

1989-1991 yılları arasında Hizbullah Genel Sekreterliği yapan Subhi Tufeyli, Suriye yönetimine yönelik tehdit algılarının "yanılsamadan ibaret" olduğunu ifade ettikten sonra "Eğer Şam'daki yönetimle konuşursanız, korkulan şeylerin sadece bir yanılsama olduğunu anlarsınız" diyordu.

Daha önce Hizbullah'ın Suriye iç savaşına müdahalesine karşı çıkan Tufeyli, "Suriye'ye sesleniyorum: Kürt yılanının başını kesin. Bu yapılırsa Suriye'deki her şey bitecek, Süveyda ve diğer bölgelerdeki aykırı sesler de kesilecek" diyor ve ekliyordu, "Kürtlerin bir kısmı Suriye devletinin kuruluşuna karşı çıkarak Irak ve Lübnan benzeri federal sistem talep etmeye teşvik ediliyor. Bu Suriye'nin yıkımı demektir. Suriye'deki Kürtler Siyonizm ve Amerika'nın maşası olmamalı" diye ekliyor.

Taş üstünde taş kalmayan Suriye Tufeyli’ye göre yıkılmamış, eğer Kürtler kendi haklarını elde edecek olsalar Suriye’nin yıkımı gerçekleşecek demektedir. Bu zihniyeti tanımak açısından olup bitenleri gözlemlemek, İslam ve Müslümanların düşürüldüğü en dip noktayı görmek açısından hayatidir.

Üzülerek belirtelim ki, Muhammed-i din artık kendilerine Müslümanım diyenler arasında yok hükmündedir. Devletlerin oluşturduğu örgüt ve cemaatlerin satarak kazanç elde ettiği, müşterisi bol olan, insanlık ve Kur’an karşıtı bir din revaçtadır. Bu din maddiyata ve iktidarlara dayandığı için, borsa gibi dakikalar içerisinde değişiklik göstermektedir. Piyasada satışa çıkarıldığında iktidar olma olasılığı varsa müşterisi çoğalan bir dini zihniyet vardır. Yardımlaşma, mazlumun elinden tutma, zalime karşı itiraz etmekten söz edildiğinde, maddi zarar gözlemlendiğinde ise, müşteri- sermaye sahipleri gibi korkak davranmakta, uhrevi hesapları anında terk etmektedir.

İktidar ve devlet dinciliğinin ahlakı yoktur. Ahirete imanı sözdedir, Kuran-i ve Muhammed-i İslam’a ise mesafelidir. Muhammed-i din hakikate sahip çıkmaktır, şartlar ne olursa olsun, imandan ve onun ilkelerinden vaz geçmemektir, gerektiğinde hakkın galip gelebilmesi için, o hakikate şahitlik yaparak şehit olmaktır.

Devlet dinciliği ise; güncel çıkarcılıktır ve iktidarda kim varsa, madde kimin elinde ise onun safında görünmektir, onun arkasında ve ona biat etmektir, sadece şekil ve şablonlarla göze görünmektir, Allah sevgisi yerine, paranın ve kürsünün kulu ve kölesi olmaktır.

İslam’ın izzetine, şerefine ve temel ilkelerine bu denli korkunç saldırılar yapılırken, devlet ve iktidar dincisinden tek kelime duymadık/ duyamazsınız. Mazlumların topraklarını işgal eder, namusunu çarşı pazar satar, çoluk çocuğu kameralar karşısında boğazlar, malına ganimet diye el koyar, ona namusunu teslim etmeyen kadını meydanda taşlayarak recm eder ama bir dışişleri bakanı olan Alman hanımın elini sıkmaz. Devlet ve iktidar dini diye isimlendirdiğimiz din tam da budur.

Şii, Sünni, Selefi ve İhvan-i din uygulamaları hep aynı ve birbirine benzerdir. Birbirbirlerini tekfir ederlerken uygulama ve ameller tıpa tıp aynıdır.

Hiçbir Müslüman “benim dinim bundan beridir, ben bu yapılanlara ve söylenenlere karşıyım, benim dinimi nasıl bu kadar haksızlığa alet edersiniz, benim inandığım İslam bu değildir olamaz” dediklerini duymadık/duyamazsınız. Günümüzdeki İslam ise devletlerin ve iktidar yanlılarının bir oyuncağı haline dönüştürülmüştür. Bu uygulamalar ve açıklamalar, Muhammed-i dine inanların içinde bulunduğu hakikati de ortaya koymaktadır.

Devlet ve iktidar İslam’ı sakal, cüppe ve ritüellere indirgenmiştir. İslam’ın esasları olan, tevhit, adalet, yardımlaşma, zulme karşı koyma ve ahlak planlı ve kasıtlı olarak İslam’ın dışına atılmıştır.

İslam alemi diye tabir ettiğimiz coğrafyanın Şii, Sünni ve Selefi yapılanmaları, aşağı yukarı zihinsel dünyaları aynı ve birbirlerinden farksızdır. Değişik isimlerle isimlendirilen kesimler birbirlerine karşıt gibi görünseler de amelleri ve uygulamaları birbirleri ile aynıdır.

Tufeyli gibi güç ve iktidar rahipleri bizlere bir kez daha İktidar ve maddi güç İslamcılarının gerçek yüzlerini ve İslam’ı hangi duruma düşürdüklerini göstermektedir. Bu düşünce biçimlerinin bir milleti tamamen din adına yok etmekten çekinmeyeceklerini bir kez daha göstermiştir.

Dürüst Müslümanlar; eğer İslam imanını ve Muhammed-i İslam’ı yaşatmak istiyorlar ise iktidar ve maddiyat tapıcıları olan Tufeyli ve türevlerinin, zihinsel şekillenmesini, kodlarını ve sistematiğini bir kez daha ret etme imkanını yakalamışlardır. Bunlara karşı mücadele etmenin ve başarmanın, Muhammed-i İslam’ı özgürleştirme olacağıdır.

İktidar ve devlet dinciliği diye kavramlaştırdığım bu zihinsel yapı, sadece Ortadoğu için değil, bütün insanlık için büyük tehlike arz etmektedir.

Açıklama sadece Kürt milletine yönelik gibi lanse edilse de gerçeğinde kendileri gibi düşünmeyen ve onlar gibi yaşamayanlara hayat hakkı tanımamaktır.

Açıklamayı paylaştıktan sonra onun İslam dini ve devlet dindarlığı ile ilgili düşüncelerimi ilmi ve istatistiki verilerle izah etmeye çalışayım.

Bu tip kişilikler önce kılık kıyafetle çevrelerini manipüle ederler. İslam’ı bir sarık cüppe ve sakal ile toplumun gözüne sokarak bir algı oluştururlar. Yaratıcının dinini kendilerine göre bir kıyafete ve şemaya haps ederler. Aslında Emevi hanedanı ile başlayan, Abbasi, Osmanlı ve diğer irili ufaklı iktidarların sürdürdüğü devlet ve iktidar olarak kurumlaşan dindarlığın geleneklerini şimdi Şii ve Sünni olarak bunlar ve türevleri sürdürmektedir.

Dikkat edilirse ilahi ve beşeri dinler diye tasnif edilen dinlerin farkları barizdir. Beşeri yani devlet ve iktidar dinciliği şekilseldir, gösteriştir, sömürüdür ve zulümdür. İlahi olan ise, insanın özü, maneviyat ve ahlak ile ilgilidir.

Nemrutların ve Firavunların dindarlığı bir iktidar dinciliğidir. Şatafatlıdır, kocaman tapınakları günümüze kadar kalmıştır. Din adına oluşturulan bir rahipler sınıfı vardır ve bu sınıf iktidarla beraber toplumu sömürmektedir. İktidarı ayakta tutabilmek için din adına çalışmalar yapar, devletin bütün imkanlarından faydalanır.

Saraydaki dine, Kıptilere (Mısırlılara) karşı mücadele başlatan ve Sıptiler olarak bilinen (Yahudileri) özgürlüğe kavuşturma mücadelesi veren Hz. Musa, devlet dinini kabullenmiş ve ona teslim olmuş kitleleri uyandırma ve aydınlatma rehberliğini, Peygamberliğini yapmıştır.

Hz. İsa, büyük tapınaklarda Romaİmparatorluğu’nun hakimiyeti altındaki topraklarda gözlerini hayata açmıştır. İktidar dinciliği olarak adlandırdığımız o günkü Yahudiliğe karşı çıkan ve onu iktidar dinciliği biçiminde ret eden Hz. İsa, kendilerine dindar diyen devlet rahiplerinin hışmına uğramıştır. Roma devleti tarafından büyük işkencelere ve katliamlara maruz kalan Hz. İsa taraftarları ve inancı zaman içerisinde Bizans İmparatorluğu’nun resmi dini haline gelerek devlet ve iktidar dinine dönüşmüştür.

Kilise ve devlet iç içe geçerek Hz. İsa’nın dinine inandıklarını söyleyenler birer devlet ve iktidar dindarları olmuşlardır. Peygamberlerin başlattıkları devlet ve iktidar karşıtı mücadele ve emekler kısa bir dönem sonra devleti ve iktidarı ayakta tutan yegane güce dönüşmüşlerdir.

Hz. Muhammed’in vefatından kısa bir dönem sonra İslam dini Arap milliyetçiliğini besleyen bir imparatorluğa dönüşmüştür.

Anlatmaya çalıştığımız tarihi hakikatler, İlahi dinleri de sonuç itibarı ile devlet ve iktidar dinciliği olarak toplumların karşısına çıkarmayı başarmıştır. Olmayan kutsallar oluşturarak, devleti ve onun hakim güçlerine kutsallık bahş etmiş Müminlerin Allah’a ve kitaba olan imanını çalarak yerine devlet imanını koymuştur.

Dinler bir yaratıcıdan, ona saygıdan ve onun yarattıklarının eşitliğinden söz eder. Dinler eşitlik ve adaletten bahs eder. İslam mutlak mülkün Allah’a ait olduğunu söyler.

Bütün insanların haklarının ve sorumluluklarının olduğunu hatırlatır, tebliğ eder.

Kürtlere yılan ve başlarının ezilmesini söyleyen bu zihniyet ve zehirli dili İslami anlamda değerlendirmek elbette biz Müslümanlar açısından farzdır. Münafıkların tanınması ve teşhir edilmeleri imanımızın selameti açısından hayatidir. Enam suresi 82. ayette Allah şöyle buyurmaktadır: “İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.”

İmanlarına zulüm bulaştıranlar delalettedir, doğru yoldan sapmışlardır, der Kur’an. Sadece zulüm ve zorbalık üzerinden yaşam sürdürenler, imanlarını zulümle kuşatmışlardır. Bu İslam’ın imanı olmaktan çıkmıştır, devlet ve iktidar imanıdır, İslam akidesine göre şirktir.(Devam edecek)

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.