Alimin ölümü alemin ölümüdür
Ahmet TURHALLI yazdı —
- Hiç merak etme Seydam, rehberim ve sevgili babam; seni ve senin gibi Kürt Alimleri’ni öldürerek alemi öldürmeye çalışanlar, alemin öfkesinde boğulmak üzereler.
Tam 33 yıl oldu, seni aramızdan alıp götürdüler. Dile kolay, 33 koca yıl.
Ben bu satırları yazarken; sen tam 33 yıl önce aynı gün ve aynı saatte, cemaatine namaz kıldırmış, camiden eve dönüyordun. Aşiretin çay ocağı olan, akraba ve dostlarının uğrak yeri olarak bilinen, Saray Kapı’daki mekanda çayını yudumlamaktaydın. Her zamanki bilge kişiliğinden istifade etmek isteyenler, çevreni doldurmuşlardı.
Ayan mı olmuştu onlara ne, “bugün Seyda biraz farklı görünüyor, hayırdır acaba” diye birbirlerine bakıştılar.
Seyda! Sen de önceden his etmiştin ki, başını göğe doğru kaldırdın ve şöyle dedin: “Ölüm ne zaman ve nerden gelir bilinmez!
Önemli olan ölümü onurluca ve hak üzere karşılamaktır. Bizim davamız bir milletin davası, yüz yıllık bir onur ve haysiyet davasıdır. İçinde yaşamak zorunda bırakıldığımız sistem, bize onursuzluk ve kölelik dayatmasında bulunuyordu. Ondan dolayı atalarımız Şeyh Sait, Seyit Rıza ve onurlu milletimiz kıyama kalktılar.
Öldüler, yakıldılar, idam sehpalarına çekildiler ama davalarından asla vaz geçmediler! Akrabalarım ve dostlarım biliyorsunuz; belki de Şeyh Sait ve idam edilen arkadaşlarının hepsi şu an bizi dinlemekte ve onların davalarına sarıldığımız için bizimle gurur duymaktadırlar.”
Seyda çayını yudumladı ve bilgece sözlerini tane tane kavratmaya devam etti. “Evet ölüm; fiziki bir yok oluştur. Ona anlam vererek onu seçmeye çalışanı da ölümsüzleştirir.
Gençler! Benden defalarca şu ayetin mealini duymadınız mı? Allah, “benim yolumda, (yani adalet, onur ve özgürlük) için ölenlere ölüler demeyiniz. Onlar ölü değil diridirler, belki sizler anlamakta güçlük çekmektesiniz” der. Onurluca olmayan bir yaşamın insan kerametini yok edeceğini söyleyerek sohbetine noktayı koydu.
“Ben eve geçeceğim, bana arkadaşlık yapmak isteyen var mı?” dedi. Akrabalarından Sabri, “Seyda beraber gidelim” dedi. Döndü ve oturanlara, “bir daha görüşebilecek miyiz bilemiyorum, hepinizi Allah’a emanet ediyor, davanıza sonuna kadar sahip çıkmalısınız” dedi ve Sabri ile beraber evin yolunu tuttu.
Oysa bir önceki gün Amed’te Milli Güvenlik Konseyi Özal başkanlığında toplanmış, ‘Kürtler uyanıyor daha sert tedbirler alınmalı ve Kürt milletini özgürlük yolundan alıkoyabilmek için korkutma ve sindirme’ kararı alınmıştı.
Toplum içerisinde ciddi karşılığı olan ve topluma öncülük edenlerin fermanı imzalanmıştı.
İnfaz listesinin başına Seyda Sıddık Turhallı ve Ubeydullah Dalar’ı koymuşlardı.
Bu karardan bir gün sonra, tetikçi katiller pusuya yatmışlardı.
Eve doğru dört yüz metre yaklaştığında, pusudaki korkak tetikçiler arkadan haince yaklaşarak ateş etmişlerdi.
Sen yere düşmemek için dik durmaya çalışırken, onlar çoktan ruhları ile çukura düşmüşlerdi.
Arkandan korkakça üst üste sıkılan kurşunlar ciğerlerini parçalamıştı. Bu kurşunlardan biri senin el yazınla yazdığın bir kağıt parçasının üzerine kadar gelmiş, fakat kağıt parçasını delemeden durmuştu.
Şöyle yazmıştın: “Kürdistan bütün dinlerin ana vatanı ve beşiğidir, Kürdistan ulusal hareketi ise, zalimlere karşı mücadele eden mucizevi ve kutsal bir harekettir.”
Senin son cuma hutbeni şimdiki gibi hatırlıyorum: MİT bölge binasının hemen karşısındaki Beraat Camii’nde minbere çıkıp şöyle hitap etmiştin: “Ey cemaati Müslimin! Bugün Diyanet işleri bana bir hutbe metni yollamış ve bizden Bosna Hersek için yardım toplamamızı istemektedir. Doğrudur, “Bosna Hersek kendi kurtuluşu için mücadele vermektedir.
Ama sizler ve bizler de kendi kurtuluşumuz için uzun süredir ve çok zor şartlarda mücadele vermekteyiz. Diyanet bana Bosna için yardım topla derken, Allah ve onun Resulü de Şırnak için yardım toplamamızı emretmektedir” dedin.
Bu İbrahim’i, Musevi, İsevi, Muhammed-i ve Hüseyni bir duruştu.
Resulullah’ın “En büyük cihat zalim hükümdara karşı korkusuzca söylenen hak sözdür” hadisini pratik hayata aktarmış oluyordun.
Seyda, sen insanlığın mirasını ve Kürt milletinin yükünü omuzlarına yüklemiştin. Bugüne kadar böylesine cesur ve korkusuzca cümlelerini henüz kuran olmadı. Sen ise Seydalığını (İmamlığını) yaptığın MİT bölge başkanlığının binasının karşısındaki camide ve onların yüzüne haykırarak söylemiştin. Şehadetinden 33 yıl geçmesine rağmen hala senin kadar hakkı zalimin yüzüne cesur ve korkusuzca haykırarak söyleyen insan sayısı parmakların sayısı kadar olamadı.
Seydam, 29.08.1992’de sen bu cesur cümleleri kurarken, herkes Kürt ulusal hareketine, “dinsiz ve kafir” diyordu. “Bu Alim öldürülmeli” diye ferman imzalayanlar, asil Kürt milletini sindireceklerini planlamışlardı. Bu Alim’i öldürdüğümüzde, Kürt alemi de ölecek diye hesaplamışlardı. Senden sonra Ubeydullah Dalar Hoca’yı da katlettiler ve onlarca Kürt medrese alimini canice öldürdüler. Bir o kadarını da zindanlara tıktılar. Birkaçı ise hicrete çıkmak zorunda kaldı. Şimdi onlarca Kürt Camisi Kürdistan dışında kurumlaşmış, Güney Kürdistan ve Rojava’da binlerce cami özgürce senin ektiğin tohumlar olarak filizleniyor.
Dünyanın her tarafına dağılan milletin, cihan içerisinde cesaret ve şecaatle anılmaktadır. Hiç merak etme Seydam, rehberim ve sevgili babam; seni ve senin gibi Kürt Alimleri’ni öldürerek alemi öldürmeye çalışanlar, alemin öfkesinde boğulmak üzereler. Sizlerin şahsında öldürmeye çalıştıkları alem, sizler gibi, onlarca alim ve on binlerce şehidin açmış olduğu nurlu ve aydınlık yolda hızlı adımlarla hürriyete doğru koşmaktalar. Özgürlük ve hürriyetin kokusu Kürdistan’ın bütün şehir, kasaba ve köylerini sarmış durumdadır. Alimi öldürdüklerinde alemi öldüremediler, Alimin mukaddes kanı, alemi özgürlük fidanları olarak ormana çevirdi. Rahat uyu değerli babacığım.
