Kurban bayramı

Ahmet TURHALLI yazdı —

  • İnsana adil, özgür ve eşitlik çerçevesinde bir yaşam sunan İslam neden sadece Kurban kesme çerçevesine haps edilmek istenmektedir? İnsanların hak ve hukuklarından mahrum bırakılmaları onları kurban etmek demek değil midir?

İslam dininde iki bayram vardır: Bunlar Ramazan ve Kurban bayramları. Kürtler bu bayramı Kurban Bayramı olarak isimlendirmezlerdi, bu bayramın adı hacılar bayramıydı.

Hac mevsiminde kutlanan bu bayramın neden Kurban bayramı olarak isimlendirildiği doğrusu araştırılmaya değerdir.

Zilhicce, Hicri takvimine göre yılın on ikinci ve sonuncu ayıdır. Haram aylardan olan Zilhicce ayı, İslam’ın beş temel ibadetlerinden olan hac ibadetinin yapıldığı aydır. Arapçada Zilhicce isminin anlamı Hac sahibi veya “Hac Ayı” anlamına gelmektedir. Bu ay boyunca dünyanın her yerinden Müslümanlar Suudi Arabistan’ın Mekke şehrinde toplanır. Hac ibadeti bu ayın 8-9 ve 10. günlerinde yapılır. Bu ayın 9. günü arefe günüdür. Ayın onu, sabah namazından sonra bayram başlar ve on 13. günün ikindi vaktinde bayram sona erer.

İslam fukahasına göre üç çeşit Hac yapılır. Bu Hac çeşitlerinden İfrad ismi ile isimlendirilen Haci-İfrad’ta kurban kesmek yoktur. Temettu ve Kıran haclarında ise kurban kesilmelidir.

Kabê’nin ziyareti ve Hac meselesi İslam öncesi de var olan bir ritüeldir.

Şekli zamanı farklı olsa da İslam öncesi de Hac ibadeti panayırlar kurularak geçekleşmekteydi.

Kur’an da hacla ilgili ayetlerden bir kaçı:

İnsanlara hac ibadetini duyur; gerek yaya olarak gerekse yorgun argın develer üzerinde uzak yollardan gelerek sana ulaşsınlar. (Hac 27)

Gerçek şu ki insanlar için yapılmış olan ilk ev, alemlere bir hidayet ve bir bereket kaynağı olan Mekke’deki evdir.

Orada apaçık deliller, İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Gitmeye gücü yetenin o evi ziyaret etmesi, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim inkar ederse bilmelidir ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir. (Al-İmran 96-97)

Hac’a ilişkin birçok ayet mevcuttur ve Hac ismi ile isimlendirilmiş bir sure Kur’an da vardır.

Hac menasikleri değerlendirildiğinde İslam’ın yaşama ilişkin perspektifi de netleşmektedir.

Arafat dağında toplanan insanlara baktığınızda, göze çarpan ilk olgunun eşitlik olduğudur.

Her kes iki parça beyaz beze sarılmak zorundadır. Hiçbir statü ve farklılığa rastlanamaz.

Zengin fakir, siyah beyaz, kadın erkek, bilgili bilgisiz, rütbeli rütbesiz ve herkesin aynı kumaşın içinde olduğunu görmekteyiz. Hiç kimsenin farklılığı orda anlaşılamaz ve Allah karşısında bütün insanların eşit olduğu aşikar bir biçimde görülür.

Arafat, kelime olarak bilme, öğrenme demektir. Arif, marifet ve urf’ta aynı kökendendir. Bu tepeye Hac zamanı çıkmak, bu alanda bulunmak kendini tanımak, çevreyi tanımak ve Allah’ı tanımak anlamında ele alınırsa şahsiyet yaşamında bir düzelmeyi yaşayabilir. Arafat’ta vakfeye durmak taklit değil, bir şuurlanma davranışı ve öğretisidir.

İnsanlar arası eşitliği görebilmek için Arafat’ta vakfeye durmak muazzam bir gösteridir.

İhram olarak adlandırılan bu iki beyaz bez parçası vücuda sarıldıktan sonra, niyeti getiren kişi, hiçbir canlı öldüremez, yeşilliklere zarar veremez, kötü söz söyleyemez, kavga edemez, gıybet yapamaz, başkaları hakkında kötü düşünemez ve hiçbir canlıyı söz ve davranışları ile incitemez!

Hac, Arafat demektir; demiş Peygamberimiz! Arafat ise, eşitlik ilkesinin görselliğinin maddi, manevi provasının yaşandığı bir an ve coğrafik alandır. O anda o coğrafyada olmayan insanlar Hacı sayılmazlar.

Hac’ın diğer menasikleri şartları ise sonradan da yerine getirilebilinir.

Hac farizasını yerine getiren bireylerin insanlar arasındaki eşitlik ilkesini benimsediği ve bu ilkeye iman ettikleri bilinmelidir. İnsanlar arasındaki statülerin insanların eli ile oluştuğunu bilince çıkarırlar ve Allah katında en iyi insanın eşitlik ve adalet ilkelerini yerleştirmeye çalışanlar olduğunu anlamalılar.

Kur’an da sürekli vurgusu yapılan sözcüğün bir sorumluk davranışı olduğu ve böyle yorumlanması gerektiği hakikatidir. Yoksa çok fazla ibadet etmekle “Takva” sözcüğünün açıklanması için yetersiz kalmaktadır.

İnsanlık tarihi incelendiğinde Kurban meselesi bir tek İslam dini ile bağlantılı değildir. Bütün dinlerde kurban meselesi vardır. İktidarlar ve kendilerine bir statü oluşturanlar, insanlardan fakir ve zayıf olanları Tanrılarına kurban verirlerdi!

İbrahim ve oğlu İsmail ile ilgili kıssalarda İbrahim bu geleneği sürdürmek istemiştir. İnsanlık tarafından din adı altında uygulanan bu vahşi geleneğin kıssasından almamız gereken en önemli sonuç ve ders şudur:

Kurban edilen çocuğa danışılma meselesi, çünkü ailede en zayıf halka çocuktur, fikri sorulmaz ona danışılmaz. Hz. İbrahim zayıf olan çocuğa danışmış ve İbrahim-i gelenekle birlikte, muktedirlerin istemi ile Tanrılara kurban edilen zayıflar kurtarılmıştır. Kıssada anlatılan hakikat ile zayıflar kurban edilmekten kurtuldukları gibi, bir besin maddesi ile zayıfların desteklenmesi istenmiştir.

Allah Kur’an da kurbandan söz ederken: “Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizlerin sorumluluk bilinci ulaşır." (Hac 37)

O halde esas olan ve bizden istenilen sorumluluk şuurunun fazlalaştırılmasıdır.

Hac gibi muazzam bir ibadetin sıradanlaştırılarak, işi sadece kurban kesmeye hasr etmek ne anlama gelmektedir?

İnsana adil, özgür ve eşitlik çerçevesinde bir yaşam sunan İslam neden sadece Kurban kesme çerçevesine haps edilmek istenmektedir? İnsanların hak ve hukuklarından mahrum bırakılmaları onları kurban etmek demek değil midir?

Hac bayramı neden ısrarla bir Kurban kesme bayramına dönüştürülmektedir?

İnsanların kurban edilmediği, özgürlüğün, adaletin ve barışın geliştiği bayramlarda buluşmak dileği ile herkesin bayramı kutlu olsun.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.