Eski terimlerle yeniye doğru ya da ‘bekleyen’ yenilir 

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Günümüzün temel meselesi bu “bekleme” siyasetini tecrit etmek, yenmek ve harekete geçmektir. Politik mücadelede zaman kaybı, kan kaybıdır, kaybetme sürecidir.

Geçmişte “taktik-strateji” meseleleri heyecanlı tartışmalara yol açardı.

Gerçi bu tartışmaları bizler “devrilmiş kütüphanelere” benzeyen karmakarışık bir literatür listesine göre yaptığımız için işler çığırından çıkardı. Bir cebimizde “İki Taktik”, öteki cebimizde “Solculuk Bir Çocukluk Hastalığı” kitabını taşımak gibi.

Strateji-taktik meselelere olan ilgimiz genellikle “devrimin” niteliği üzerine yoğunlaşmıştı. Deniyordu ki, “önümüzdeki devrimci adım nedir?” Bir kesim “milli demokratik devrimdir” diyor, diğer kesim “sosyalist devrimdir” diye konuşuyordu. Bir gün Aslan Başer Kafaoğlu’na sormuştum: Hocam, hadi gençler neyse, sen nasıl oldu da bu tartışmada MDD tarafını tuttun?” Gülmüştü. Dedi ki, “önümüzdeki devrimci adım denince elbette önümüze, hemen o güne bakıyorduk ve sosyalist devrimi yapacak bir işçi sınıfı görmüyorduk, ama darbe yapacak cuntayı görüyorduk, öyle olunca önümüzdeki devrimci adım MDD’dir diyorduk. Sonra anladık ki, önümüzde bir devrimci adım durmuyormuş, faşist darbeler duruyormuş. Doğmamış çocuğa don biçmekle meşgulmüşüz.”

Mealen aktardığım bu yanıt sanılandan önemlidir. “Doğmamış çocuğun donunun MDD mi, SD mi olacağı” gülünç bir tartışmaydı. Lenin “önümüzdeki devrimci adım demokratik devrimdir” diye yazdığı zaman zaten devrim başlamıştı. Önümüzdeki adım sosyalist devrim dediği zaman da zaten Şubat Devrimi gerçekleşmişti. Biz 1960’larda yaptığımız tartışmayı, hala sürdürmekteyiz ve aradan artık yarım asır geçti.

Öcalan, önümüzdeki adım sömürgeciliğe karşı savaştır dedi ve bu savaş başladı, dört parçaya yayıldı, sonunda evrensel bir yeni tip devrim modeli olarak insanlığa mal oldu.

Şu açık: Devrimcinin görevi devrime öncülük etmektir. Devrim ortada yoksa, ona “yaklaşmanın” somut yolunu çizmektir.

Eski strateji-taktik tartışmaları döneminin heyecanı pek yok gibi.

Ne yazık ki, muazzam bir karşı-devrim sürecinden geçiyoruz. Aynı zamanda bölgesel devrimlerin şafağında yaşıyoruz.

Siz “dünya devriminden” mi söz ediyorsunuz? Yoksa “Türkiye’de devrim” yapıp, “tek ülkede sosyalizmi” kurmaktan mı söz ediyorsunuz?

Kürt halkı hepimize “bölgesel devrim” yolunu gösterdi. Bölgesel emperyalist savaşlar bölgesel devrimlerin şafağıdır. Bölgesel devrim PKK’de örgütlenen dört parçadaki Kürt halkının öncülüğünde gelişiyor.

Kürdistan’daki devrimci sürecin etkilerini Türkiye’de nasıl devrimci sürece çevirebiliriz? Tartışan yok gibi. “Yerelde çalışalım” sözünün ötesine giden yok gibi. “Kahrolsun faşizm” demekten kitle yoruldu.

Nasıl kahrolur?

Tüm zinciri sürükleyeceğimiz ana halka nedir?

Yanıt şu: Faşizmin asıl dayanağı olan sistem partilerini tecrit etmek… Bu başarılmadan faşist dikta yıkılamaz. (Bolşevikler 1905 devriminde ilk darbeyi liberal burjuvaziye indirerek Çarlığı devrimci yoldan yıkabileceklerini gördüler.)

Yöntem: Sistem partilerinin peşinde sürüklenen emekçi kitlelerinin arasında çalışmak… Onları kendi deneyleriyle kendi partilerinden devrimci saflara kazanmak…

Somut öneri: CHP ve İyi Parti kitlelerini kendi partilerine baskı yapmaya çağırmak; partileriniz Erdoğan ve ortaklarını istifaya zorlamak için TBMM’yi terk etmeli.

Öngörü: Bu taban ya partilerini etkiler ve bunlar meclisten çekilir, devrimci kriz şartları doğar, öncü devrimci güç bu kitleleri devrimci değişimlere yönlendirir. Ya da partiler kendi tabanlarının taleplerine sırt çevirir, bu durumda devrimci güçler bu tabanı örgütler.

Elbette bunların hiç biri olmayabilir. Yani şimdiki gibi devran devam eder.

Sorun şu: Devranın devamını değiştirmeyi deneyelim mi? Yoksa nasıl olsa değişmez diyerek yerimizde oturalım mı?

Sonuç: Devrimci krizin olgunlaşmasına yol açacak temel müdahale, tabanlarında çalışarak CHP ve İyi Parti’yi tecrit etmek, böylece sistemin gizli ittifakını parçalamaktır. Biz buna “yukarıdan değil, aşağıdan toplumsal ya da sınıfsal ittifak” diyorduk.

Bu hedefe yöneldiğin zaman şu görevlerle yüz yüze gelirsin: Devrimci kriz olgunlaştığında karşı devrimin şiddetine karşı öz savunma hazırlığı… Polis faaliyetine karşı “sıkı gizlilikte örgütlenme”… 

Başka bir yol da olabilir. Ama kulaklarımız henüz böyle bir yolu işitmedi, gözlerimiz bizim dediğimizden farklı bir şey okumadı..

Şunlar oldu; erken seçimi Erdoğan’dan beklemek; Biden’ın Erdoğan’ı demokrat haline getirmesini beklemek; getirdikten sonra Erdoğan’ın yeniden çözüm adımı atmasını beklemek…Çözümden sonra oylarımızın yüzde 10’dan 15’e, sonra 20’ye, daha sonra 30’a, 40’a ve en nihayet yüzde 51’e dayanmasını beklemek…

İşte günümüzün temel meselesi bu “bekleme” siyasetini tecrit etmek, yenmek ve harekete geçmektir.

Politik mücadelede zaman kaybı, kan kaybıdır, kaybetme sürecidir.

Zaman kaybediliyor. NATO, ABD, AB, Almanya Erdoğan’a destek vermeye başladı bile.

Yazıktır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.