İmamoğlu ve ikinci bir Erdoğan riski -2 

Hatice ERGÜN Haberleri —

  • İmamoğlu’na her şeyin güzel olacağı fikriyle bakarken, tüm belediye başkanlarına değil, Kürt belediye başkanlarına Atatürk tablosu hediye ettiğini, toplumsal cinsiyete dayalı baskı eleştirisinin ve eşitlik vaadinin kutsallıkla sürçmesini hesaba katmakta fayda var.

Erdoğan 1997’de, İstanbul Büyükşehir Şehir Belediye Başkanı olarak Siirt’te bir toplantıda, Asker Duası adıyla bilinen şiirden dizeler okudu. Bu nedenle halkı kin ve düşmanlığa sevk etmekten 10 ay hapis cezası aldı. Belediye başkanlığından istifa etti. Dört ay 10 gün sonra tahliye edildiğinde  siyasi yasağı devam ederken parti siyasetinde aktif olarak yer almaya devam etti. ‘Yeni’ydi; pazarlığa açık bir dilde konuşuyordu, mevcut İslamcı parti oluşumunda reform öneriyordu. Toplumsal cinsiyet eşitliğine, başbakanlıkta bulunduğu upuzun sürecin neredeyse başlarında yapacağının aksine açıktan karşı çıkmıyordu; üstüne LGBT vatandaşlara hoşgörüyle yaklaştığı izlenimini verdiği anlardan söz edilebilir: ‘Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart.’[1] Tabii bir kez söylenenle on kez söylenen ve yüzlerce kez yapılan arasındaki fark yeteri kadar açıklayıcı oluyor. Eşcinseller belirli bir türmüşçesine, ‘kendi hak ve özgürlüklerinden’ bahsetmenin ne anlama geldiği ise ayrı bir soru.
 
Aslında son yirmi yıldır deneyimlediğimiz siyaset pratiği ağırlıklı olarak yalan olanın doğru, gerçek dışı olanın gerçek olarak sunulduğu ve dolayısıyla gerçek dışı yalanın hakikat iddiasıyla gündeliğe itildiği, yapıştırıldığı, akıtıldığı, otoriteyle ilişkilenen akıl-dışılığın gündeliği ele geçirmeye çıktığı bir bilme, anlama, yaşama tarzını dayatıyor. Söz ister doğru ister yalan olsun iki taraf için de söylenmesi yeter gibidir; belirli kelimeler, gittikçe daha sınırlı sayıda kelime duymakla yetinilen bir dönemdeyiz - siyasal iletişim çoğunlukla böyle işliyor: ‘Hiçbir şey olmasa bile kesin bir şey oldu’ diyebilmek; ‘erken seçim değil’ seçimlerin güncellenmesinden bahsetmek; bütün siyaset taktiğini salt Erdoğan’ın kişiliğine muhalefet üzerinden kurup, kararlılığını yüksek perdeden ‘hadi ordan be, hadi ordan be, hadi ordan be’lerle vurgulamak, doğru düzgün bir siyaset programına sahip nadir siyasal partilerden HDP’yi külliyen terörle tanımlamak... Kurumsal siyasetin bu şekilde işlediği toplumlarda çoğunlukla ilişkiler yalanın sıradanlaşmasıyla işler - sıradanı konuşmak, göstermek sıkar; yaşamak kolaydır. 
 
Öyleyse, ana akım muhalefetin kurumsal iktidarın rüzgârına kapılıyor olması şaşırtıcı değil. Altılı Masanın bileşenlerine bakıldığında bu beklenmedik bir şey de değil. O nedenle, Masadan çıkacak aday, Alevi ve/ya da Kürt olmadıkça, sosyalist ve/ya da feminist olmadıkça Erdoğan’ın adaylığı karşısında siyasal değil kişisel bir alternatifi temsil eder. Tam da bu nedenle, Akşener temsilinde Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu arasında arayışa gitmek Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına geliş sürecini yeniden hatırlatmayı hedefler. Yenilikten ziyade eskinin mutedil addedilen - çünkü her muhalifi değil, Kürt demokratları olağan şüpheli olarak etiketleyen - Sünni Türk muhafazakâr siyasetine özlem olsa gerek, bu. AKP de Erdoğan’ın kişisel iktidarı da aynı muhafazakârlığın İslamcı siyasal gelenekle flörtüyle kolaylaştı - sıkça hatırlamakta fayda var.
  
Öyleyse, İmamoğlu’na her şeyin güzel olacağı fikriyle bakarken, belediye başkanlığı görevine ‘toplu duayla başladığını’, ziyaret ettiğini, tüm belediye başkanlarına değil, Kürt belediye başkanlarına Atatürk tablosu hediye ettiğini, toplumsal cinsiyete dayalı baskı eleştirisinin ve eşitlik vaadinin kutsallıkla sürçmesini hesaba katmakta fayda var: 
 
‘Bu aslında bir zihniyet meselesi. Kadın, bir toplumda eşit seviyeye gelmişse, o toplum mutludur. ... bunu bazen inancımızla, bazen örf adetimizle -ki çoğu hurafe, doğru değil- buralarla baskılayan, aşağı indirmeye çalışılan kavramlarla anlatmaya gayret eden insanlar var. ... Tabii ki annelik kutsaldır. Ama babalık da kutsaldır. Yani annelik-babalık kavramı üzerinden kadınları baskılayamazsınız. Böyle bir şey yok.’
 
Arendt, gerçeğin apaçık olduğu anlarda bile kitlelerin, yönetenlerin yalanına inanmasıyla ilgili şunları söylüyor:  ‘...Ortaçağdan bir anekdot var; bir muhafız, düşman yaklaştığında halkı uyarmak için nöbetteyken, şakayla düşmanın yaklaştığını duyurur - ve akabinde, şehri kendi icat ettiği düşmanlara karşı savunmak için surlara koşan son kişi olur.’[2]
 
Seçimler öncesinde düşman, surlar, muhafız yaratmaya çıkanları bıkmadan açığa çıkarmak önemli.  


[1] https://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/226570-erdogan-escinsel-haklari-guvenceye-alinmali-demisti 
[2] ‘Lying in Politics,’ Crisis of the Republic içinde, 1970, s.34.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.