İnsan haklarına yine, yeniden bakarken

Hatice ERGÜN Haberleri —

  • Şiddetin sistemikliği sır değil. Yerleşik düzenler şiddetten köklendikçe, şiddetle devam ettikçe insan hakları rejimine ekle-karıştır formülüyle yapılan güncellemeler ihlallerin önünü alamıyor.

Bugün, insan hakları ihlallerinden bahsetmeyeceğim. Ama umutsuz da kalmayacağım. Öte yandan, insan hakları gibi evrensel kabul gördüğü varsayılan ilkelerin, evrensel insan hakları beyannameleri gibi uluslararası rejimlerin, sınır olgusu karşısındaki dayanıksızlığına işaret etmeden geçemem. İnsan hakları nosyonunun tarihi binlerce yıl öncesine dayanır. Modern dönemde ulus-devlet vatandaşlığıyla paralel kılınır.

Modern dönemlerin hak sahibi insanları cinsiyet, sınıf ve etnisiteyle tanımlanır. Erkektirler, burjuvadırlar; ulus-devletin aslî vatandaşlarıdır. Dünya genelinde insan hakları kapsamında yer alan gereklerin cinsiyet, sınıf ve etnisite gözetmeksizin uygulanması için gereken uluslararası düzenlemelerin genel kabul görüşü yirminci yüzyılın ikinci yarısını bulur. Uluslararası düzenlemelerde ayrımcılıkların giderilmesi ulus-devletler düzeyine yansımaz. Bu nedenle hâlâ binlerce hak ihlalinden bahsediyoruz. Uluslararası rejimlere kulak asmayan, toprak-sınır formüllü ulus-devletlerin azımsanmayacak sayıda olması ihlalin devamında önemli bir etken. Ulus-devletlerin kökünde savaşın olması bağlantılı bir diğer etken. Ve tabii ki, savunma sanayii ve silah ticareti. Dünyanın Carl Schmitt’in çizdiği dost – düşman denklemine teslimiyeti, bu denklemin sorgusuz kabulü ve yerleşik çıkarların hizmetinde işlemesi ulus-devletlerin şiddet-temelli siyasetiyle insan hakları ihlalleri arasındaki doğrudan ilişkiyi besliyor.

Şiddetin sistemikliği sır değil. Yerleşik düzenler şiddetten köklendikçe, şiddetle devam ettikçe insan hakları rejimine ekle-karıştır formülüyle yapılan güncellemeler ihlallerin önünü alamıyor. Öte yandan, ekle-karıştır formülünü gündeme getiren hak taleplerinin özneleri, işçi hareketi, kadın hareketi, cinse dayalı hareketler, öz-yönetim talebinin yükseldiği hareketlerin gelişimi dönüştürücü bir haklar felsefesinin imkânlarına işaret ediyor.

Bu dönüştürücü potansiyel söz konusu hareketlerin tarihsel köklerinde yatıyor. BM’nin 1948’de Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’ni kabul etmesinden 172 yıl önce ABD’de ilan edilen Haklar Bildirgesi, 159 yıl önce Fransa’da ilan edilen (Erkek) İnsanların ve Vatandaşların Haklar Beyannamesi de yukarıdaki listeden hiçbir özneyi hak sahibi olarak kabul etmiyor. ABD’de yerliler topraklarından edilirken insan-dışı tanımlanıyorlar, yüzyıllardır yaşadıkları topraklar üzerinde sömürgeci erkekler vatandaş kılınıyor. Siyahlar kölelikle sömürülüyor. Buna rağmen, Sojourner Truth (Isabelle Baumfree; 1797-1883), Siyah kadınların hem kölelik karşıtı harekete hem evrensel oy kullanma hareketine katılımının savunuculuğunu yapıyor. Kölelikten kaçıyor; ABD’de oğlunu yasadışı yollarla köle olarak satan Beyaz bir erkeğe karşı ilk dava kazanan kadın oluyor. Truth ve yoldaşlarının ABD’deki çabalarının meyvesini vermesi için Siyah kadınların siyasal, ekonomik, medeni haklar bir yana feminist harekete katılımları açısından bir yüzyıl daha beklemek gerekiyor. Bugün birbirini kesen eşitsizlik pratikleri hem ABD yönetimi düzeyinde hem hak temelli örgütlerde devam ediyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele eden hak savunucularının direnci de.

Fransız Devrimi’nin eşitlik, özgürlük, kardeşlik sloganı, devrimci kadınları dışarıda bırakan bir Cumhuriyet düzenine evrildiğinde, Olympe de Gouges (Marie Gouze; 1748-1793) buna karşı çıkıyor. İnsan ve Vatandaşlık Hakları Bildirgesi’ne yanıt olarak Kadınların ve Kadın Vatandaşların Hakları Bildirgesi’ni yayınladığında Robespierre’in hışmına uğruyor ve giyotine gidiyor. Olympe de Gouges devrim saflarında yer almış, kendi kendini eğitmiş bir devrimci, oysa. Devrimin erkek yöneticilerinin gözünde vatandaşlık için yetersiz; zira erkek cinsine ait değil.

Yirminci yüzyılda, kadın–erkek eşitliğinin vatandaşlık haklarına yansıtılmasında birçok diğer ulus-devletten daha hızlı yol almasıyla tanınan genç Türkiye Cumhuriyeti’nde bağımsız feminist ses veren kadınlar marjinlere itilir. Bugün, yeni rejim kurulurken de aynı uygulama söz konusu. Bu kez salt bağımsız feministler değil, toplumsal cinsiyet eşitliği talebine sahip çıkan her özne marjinler de. Yine, sadece toplumsal cinsiyet eşitliği değil, tüm eşitlik taleplerinin küresel ölçekte risk altında olduğu bir dönemdeyiz.

Tam da bu nedenle, insan haklarının kesişimselliğini görmediğimizde, farklı eşitlik ve özgürlük mücadelelerinden (kadınlar, azınlıklar, LGBTİ+, çocuklar) tecrübe ettiğimiz haklar bilgisini es geçtiğimizde ve nihayetinde yaşam hakkı savunuculuğunu gündeliğimize yerleştirmedikçe insan hakları savunuculuğunda hep tökezleyeceğiz.

Gelecek 10 Aralık’ta yaşam hakkında buluşabilmek dileğiyle.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.