Kendimizi kandırırken…

Hatice ERGÜN Haberleri —

  • Yirmi birinci yüzyılda herkesin, sınıfsızmışçasına aşırı tüketime çağrılmakla eşitlendiği, biteviye performansla kendini göstermeye ve kanıtlamaya ve varoluşunu bu şekilde süreğen kılmaya davet edilmekle dengelendiği ileri kapitalist koşullarda hukuk devleti formel eşitliğin, fırsat eşitliğinin sağlanmasının ötesine geçmez

Hukukun hem doğrudan hem dolaylı yollardan siyasal rejimle bağlantısı salt siyaset bilimi metinlerinde değil, bu hemen herkesin bilgisinde. Diğer bir ifadeyle, genel geçer bilgi. Marx’ın hukuku bir üstyapı organı olarak tespit ettiği, Marxist olalım ya da değil, hemen hepimiz için ikna edici okumasında kurallar, kaynak dağıtımıyla ilgilidir ve kaynak dağıtımında dolaylı/dolaysız söz hakkı olanların yerleşik ya da yerleşikleştirilmek istenen çıkarlarıyla bağlantılı olarak kurulur. Üretim araçlarıyla kurulan ilişkide, özel mülkiyet kuralları işlediği müddetçe ne hakça bölüşümden bahsedebiliriz ne de eşitlik temelli bir adalet pratiğinden. Toplumsal ve siyasal alandaki ilişkilerin mihenk taşı olarak kabul edilen kurallar mekanizması olarak hukuk; sömürünün, eşitsizliğin yeniden üretiminde işlevsel olmanın ötesinde pek işleve sahip değildir. Şüphesiz, mevcut düzenin sakin kalması, direnişin evcilleştirilmesi, kaybedenlerin arada bir kazanması, hak taleplerinin içerimlenmesi için vicdan temelli uyarlamalarla işleyen hukuk sistemleri var. Öyleyse, siyasetsiz hukuk yok; siyasal olmayan hukuk düzenlemesi de. Öyleyse, AKP dönemini tanımlayan keyfi hukuk uygulamaları yerine talep edilen hukuk devletinin farkı siyaset-dışı/üstü olmakla değil, formel eşitliği vaat etmesiyle alâkalı.

AKP’nin baskıcı uygulamalarına karşı referans verilen hukuk devletinin, öncelikle 1982 anayasasının geçerli olduğu bir ülkede mümkün olmadığını, sonrasında eşitsizliğin hüküm sürdüğü toplumsal koşulları kanunlar karşısında ve sosyo-politik alanlarda (fırsat) eşitliğiyle sakinleştirmeye çalışan bir düzenlemeye işaret ettiğini belirtmek gerekiyor. AKP döneminde zarara uğrayan yerleşik çıkar sahipleri, aynı dönemin belirli anlarında konfor alanlarını kaybedenler, diğer bir ifadeyle, bir zamanlar olağan olmayan şüpheliler açısından hukuk devleti retorik bir tercih. Bu ülkede pratiğe dökülmemiş olsa da pratiğe dökülme ihtimaline referans.

Basitçe ve kabaca, hukuk devleti nosyonu ve pratiği mutlak monarşilerin genel geçer olduğu, toplumsal sınıflar arasındaki hatların üretim araçlarıyla ilişkilerin ötesinde gündelik yaşamın hemen her alanında kristal netliğinde deneyimlendiği, gözlemlendiği tarihsel dönemlerde önce bireyler, ardından bireyler olarak vatandaşlar arasındaki ilişkilerin dengeli bir şekilde kurulması, devletin nüfuz alanındaki kuralların eşit şekilde uygulanmasını sağlayan mekanizmayla tanımlanan adalet anlayışını içerir. Böylelikle, demokratik pratikler açısından önemli bir ileri adımı temsil eder. Ancak, bu adım mutlak monarşilere, aristokratik ayrıcalıkların korunduğu düzenlere, diktatörlüklere, otoriter rejimlere referansla ileridir. Yirmi birinci yüzyılda herkesin, sınıfsızmışçasına aşırı tüketime çağrılmakla eşitlendiği, biteviye performansla kendini göstermeye ve kanıtlamaya ve varoluşunu bu şekilde süreğen kılmaya davet edilmekle dengelendiği ileri kapitalist koşullarda hukuk devleti formel eşitliğin, fırsat eşitliğinin sağlanmasının ötesine geçmez. Geçmesini beklemek nosyona da, tarihsel açılımına da haksızlık etmek olur.

Öte yandan, AKP’nin şahsiyetçi yönetiminde, bu yönetimin getirdiği siyasetle ilişkilenme biçiminde- yirmi birinci yüzyıldaki faşist pratikler açısından örnek teşkil ediyor- hukukun kapitalizmin ulus-devlet evresindeki en uç keyfileşmesini gözlemlemek mümkün. Söz konusu keyfileşme hem şahsiyetçi yönetimin, tek kişinin tercihleriyle tanımlanan ve fakat bunlardan ibaret olmayan uygulamaların hem bu yönetime çeperlenen seçmenlerin, sermayenin, inşaatın, yolların ve kitlenin ve yöneticilerin bireysel ve grup çıkarlarının seyrinde de karşımıza çıkıyor. Adeta, bir reality show dünyasında, kurallarını, astronomik rakamlarla karşımıza çıkan sunuculardan duyduğumuz, sunucular değiştikçe, değişmese de zaman geçtikçe kuralların kalktığı, yeni kurallar görmesek de gidişattan kural çıkartabileceğimiz, her katılımcının aynı zamanda yaşamının rolünü kestiğine inandığı bir kurmacada… Siyasetin faşizm dönemlerine özgü dünyasında: Samimi olduğunca kuralsız, duygusal olduğunca acımasız, hak’lı olduğunca vicdansız aktörlerin dünyasında.

6 Şubat depremi aktörlerin performanslarında kesintiye yol açtı. Mayıs’taki genel seçimlere, her şeyin çok güzel olacağı vaadine meyletmek yerine radikal alternatifi umarak girmek tam da bu nedenle gerekli.

Her şeyin güzel olmayacağını bilerek umut etmek, kayıplarımıza borcumuz olsun.

 

 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.