Kılıçlar çekildi

Aykan SEVER yazdı —

  • Çin’in mevcut postmodern karakterli yeniden paylaşım savaşını derinleştirmekten geri durmayacağı, asimetrik karşılıklar verebileceği şimdiden ünlü mağazalara olan boykotlara bakıldığında görülebilir. Batılı sermayedarların da politika/para kaybı ikilemine iş gelip dayandığında neyi tercih edeceklerini tahmin etmek zor değil. 

 

ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın Asya-Avrupa ziyaretleri NATO, AB zirvesi derken Washington yönetimi “sahalara dönüş” stratejisinin bir gereği olan müttefiklerle ilişkileri onarma, Çin ve Rusya’ya karşı konumlandırma işini görüntüde de olsa önemli ölçüde becerdi. Bu doğrultuda Rusya ile ilgili Kuzey Akımı-2, Kırım, Donbas, Suriye gibi başlıklar ısıtılırken Çin’le ilgili ilk elden Uygur meselesi etrafında şimdiye kadar şekillenmiş duyarlılık, yaptırım vb. politikaların gündeme gelmesi için yeterliydi.

Çin de boş durmadı. Ortadoğu ülkelerini turu sırasında mesela Dışişleri Bakanı Wang Yi Türkiye ziyaretinde aşı karşılığı TC’nin Uygur meselesinde suskunluğunu en azından bir süre için garantiye aldı. Başçavuş kılıklı dışişleri bakanının Yi’ye “Ne ülkemizde ne de bölgemizde Çin’e kimse yan bakamaz…” minvalinde verdiği tekmille de bize bunu gösterdi. “Yeter ki biraz Çin’den destek gelsin” karşılığı başka neleri sattılar bilemeyiz fakat Yi sanki bu gösteriye pek inanmamıştı. Çünkü sonraki durağı Tahran’da İran yönetimiyle stratejik anlamı uzun vadede daha fazla görünür olacak bir anlaşmaya imza koyarken "İran diğer ülkelerle ilişkilerine bağımsız olarak karar veriyor. Konumunu tek bir telefonla değiştiren ülkeler gibi değil” diyerek sanki Ankara’da geride bıraktığı zevatı anıyordu.

Yi’nin İran durağında imzaladığı anlaşmaya bakalım. 2016’da gündeme gelen ve geçen hafta sonu imzalanan anlaşma kısaca, Çin gelecek 25 yıl içerisinde İran'a 400 milyar dolar yatırım yapacak karşılığında ise bu ülkeden ucuz petrol alacak, diye özetleniyor. Fakat gelişmelerin basına yansıyan kısımlarından dahi bu kadar basit olmayacağı şimdiden belli. Aynı ziyaret sırasında Tahran’la Pekin arasında bir dizi ekonomik ve güvenlik alanının ön planda tutulduğu çeşitli başlıklarda iş birliğini öngören anlaşmalar imzalandığı da belirtiliyor. Anlaşmanın elbette zamanlaması tesadüf değil. Hem İran’ın nükleer anlaşma sorunu ve ambargolar karşısında sıkıştığı bir dönem tekabül etmesi hem de Çin’e karşı Batı tarafından başlatılan “saldırgan” politikaların arttığı bir zamana denk gelmesi özellikle Çin’in bu durumu zorladığının bir belirtisi olarak da görülebilir. İran’ın içinde de tartışmalara yol açan anlaşmanın en azından İran’ın çok da hevesli olmadığı sonuçlara gebe olduğu şimdiden söylemek mümkün.

Bunları özetleyecek olursak ilki ve en önemlisi, oluşabilecek olan zeminin bir “eksen” oluşumundan çok İran’ın 1979’da biten ABD’nin sömürgesi olma pozisyonunun bugün Çin emperyalizmine bağımlılığa dönüşecek bir kapı açması gerçeği. Bu bağımlılığın ne kadar İran’ın da işine yarayacağını ya da bir dizi felakete mi sürükleyeceğini zaman gösterecek. Bu adımın aynı zamanda askeri boyutları olacak. Çin’in İran’a “yatırımları koruma” adına beş bin asker göndereceği daha önce basına yansımıştı. Çin “bir kuşak-bir yol” projesinin doğal uzantısı olan İran’la ilgili pekala kendisini Pasifik bölgesinde hapsetmeye çalışan ABD planlarına karşı Ortadoğu’da karşılık vermeyi önüne koymuş olabilir. Bu durum İran’a ve bölgedeki müttefiklerine her açıdan daha fazla destek vermesini gerektirecektir ama kimseyi karşıya almadan. Zira Çin sadece İran değil Ermenistan, Güney Kürdistan dahil bölgenin tamamında ekonomik ve siyasi olarak etkili olmanın yollarını arıyor. Bölgenin tarumar hali özellikle çatışmalar sonlandığı takdirde Çin’in nüfuz alanına dahil olmaya aday. Bu fasılda İran’la yapılan anlaşma için Çin, ABD ve İsrail yönetimlerine kadar teşekkür etse azdır.

Çin’in mevcut postmodern karakterli yeniden paylaşım savaşını derinleştirmekten geri durmayacağı, asimetrik karşılıklar verebileceği şimdiden ünlü mağazalara olan boykotlara bakıldığında görülebilir. Batılı sermayedarların da politika/para kaybı ikilemine iş gelip dayandığında neyi tercih edeceklerini tahmin etmek zor değil, tabii iş sadece orada kalırsa…

Bitirmeden Batı’nın Türkiye karşısındaki tavrına da kısaca değineyim. NATO ve AB zirvelerinden çıkan sonuç bir kere daha bize bu güçlerin “demokrasi-insan hakları” gibi bir derdinin olmadığını, varsa yoksa kendi egemenlik ilişkilerini sürdürmek istediklerini gösterdi. Suriye ve Güney Kürdistan’daki TC işgaline ses çıkarmadılar. HDP’nin kapatılması davası ve İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını “iç meseleler”e dahil edip usulen andılar. 6 Nisan’da gerçekleşecek olan AB yöneticilerinin Türkiye ziyareti de muhtemelen rejimin sırtını sıvazlama kapsamında olacak. Bütün bunlardan sonra “değişimin ancak dışarıdan zorlamalarla mümkün olabileceğini” bırakın dile getirmeyi, hayal etmek bile mümkün olmasa gerek diyorum ama tabii bizimkisi verimli topraklar, bilemezsiniz…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.