“Ölümsüzler Taburu”
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Kimileri de bu eylemi “lanetledi”. Lanetledikleri bu eylem, savaşan taraflardan birinin diğerine ait “askeri-silahlı” merkezine yöneltilmiş bir savaş eylemidir. Aralarında “müttefik saydıklarımızın da” olduğu bu “lanetçiler” neyi lanetlediklerinin farkında bile değildirler.
- NATO’nun ikinci büyük ordusu ve belki de dünyanın en büyük polis-jandarma örgütü gelecek yıl 40’ıncı yılına girecek olan savaş boyunca HPG’nin Merkez Karargahı’na bir adım bile yaklaşamamışken, HPG’nin “düşman karargahının” içine girmesi, savaşın yeni aşamasını gözler önüne sermiştir.
- Barışa birkaç mil uzaktasınız. Ankara eylemlerinin yaşanmasını istemiyorsanız, yüz milyarlarca doları dağa taşa bomba halinde harcamayın, birkaç liralık bilet alıp varın İmralı’ya, açın kapıyı.
Türk Polis, jandarma, sahil güvenlik ve bekçi teşkilatlarını bünyesinde toplayan ve Türk ordusundan da büyük ve ağır silahlarla donanmış İçişleri Bakanlığı’na geçtiğimiz gün iki gerilla eşi benzeri olmayan bir fedai eylemi yaptı. HPG Merkez Karargah Komutanlığı bu eylemi “Ölümsüzler Taburu”nun gerçekleştirdiğini açıkladı. Bu açıklamaya göre bu eylem Türk devletinin HPG’ye, zindanlardaki tutsaklara ve genel olarak Kürt halkına karşı yürüttüğü haksız ve ahlaktan yoksun ve savaş suçu teşkil eden saldırılara hem bir cevap ve hem de Türk devletine bir uyarı olarak tanımlandı. Karargah, istenseydi eylemin büyük can kayıplarına yol açacak bir saatte yapılacakken, bu yola girilmediğini, eylemin İçişleri Bakanlığı girişine yönlendirildiğini de duyurdu. Gerçekten de eylem, TBMM’nin açılış günü nedeniyle Tayyip Erdoğan da dahil, tüm bakanların ve vekillerin, izleyici olarak general ve diplomatların gireceği kapıda gerçekleştirilseydi, meydana gelecek sonuç Türkiye’yi allak bullak edebilirdi. Çünkü İçişleri Bakanlığı’na göre, TBMM’ye yönelik saldırı, insan yoğunluğu nedeniyle çok daha kolay bir saldırı olacaktı.
NATO’nun ikinci büyük ordusu ve belki de dünyanın en büyük polis-jandarma örgütü gelecek yıl 40’ıncı yılına girecek olan savaş boyunca HPG’nin Merkez Karargahı’na bir adım bile yaklaşamamışken, HPG’nin “düşman karargahının” içine girmesi, savaşın yeni aşamasını gözler önüne sermiştir. Bakanlığın yer aldığı bölgeye ait kroki bu bölgede Devlet Beyni’nin bulunduğunu gözler önüne seriyor. Genelkurmay’dan, MİT yerleşkelerine, Jandarma’dan TBMM’ye kadar bütün devlet kurumları birbirinden birer sokak ötede, bir çoğu yer altından tünellerle birbirine bağlı olarak bu bölgede merkezileşmiş bulunuyor. Binlerce polisin ve askerin, çok daha fazla kamufle edilmiş MİT elemanlarının ve “kestaneci, simitçi” kılıklı “haber elemanlarının”, binlerce mobese kameralarının, havadan gözetleyen İHA’ların kuş uçurtmadığı bu bölgeye gerillanın “sızması” devlet açısından açıklanamayan zaafı ve gerilla açısından düşünülemeyecek çaptaki eylem yeteneğini gösteriyor.
Bu duruma bakarak her aklı başında yurttaşın iktidar güçlerine, yol yakınken, savaş Kurdistan’dan Türkiye’nin tüm metropollerine yayılmadan, ekonomik kriz tam bir felakete dönüşmeden, Türkiye NATO’nun emrinde, Kafkaslar’da, Balkanlar’da patlaması muhtemel savaşlara sürüklenme zorunda kalmadan “savaşı durdurun, siz durduramıyorsanız, Öcalan’ı serbest bıraksın O savaşı durdursun” demesi gerekir. Akıl, mantık, vicdan ve ahlak her Türk’e bu görevi yükler.
Erdoğan rejimine muhalif olduğunu söyleyenler ne diyor? Sanki savaş Kaf Dağı’nın ardındaymış gibi bu muhalefetin köşebazları şuna benzer laflar ediyor: “Tam da Soylu’ya karşı yeni İçişleri Bakanımız mafyayla savaşırken, nerden çıktı bu terör eylemi? PKK Soylu’yu mu destekliyor yoksa? İçişleri Bakanlığımıza karşı yapılan bu eylem çok manidar…” Bunlar O Soylu denilen soysuzu paçavraya çevirenin Kürt halkı, onun parlamenter ve parlamento dışı örgütlerinin olduğunu gizliyorlar. Yeni İçişleri Bakanı’nın şahsında Erdoğan’ın Soylu’yu harcamak zorunda kaldığını unutuyorlar. Ve yeni İçişleri Bakanı’nın da jandarması ve polisiyle bugün de Kürt halkına karşı yürütülen kanlı ve hukuksuz savaşın başında olduğuna tek kelimeyle değinmiyorlar. Onlar PKK’nin Türk devletinin içindeki kavgada taraflardan biri adına oturduğu yerde oturmasını istiyorlar. Ne adına? Devletin savaş yüzünden içine yuvarlandığı krizden çıkması, yeniden güç toplaması ve Kürt düşmanı ve yayılmacı savaşlara yeniden hazırlanması adına…Bu muhalifler boylarını aşan “isteklerde” bulunmakta. Akıllarının ucundan “barışın” “b”si geçmiyor.
Kimileri de etten önce kazana düşercesine bu eylemi “lanetledi”. Lanetledikleri bu eylem, savaşan taraflardan birinin diğerine ait “askeri-silahlı” merkezine yöneltilmiş bir savaş eylemidir. Aralarında “müttefik saydıklarımızın da” olduğu bu “lanetçiler” neyi lanetlediklerinin farkında bile değildirler. Saldırıya uğrayan İçişleri Bakanlığı’nın jandarma-komando birlikleri HPG’yle savaşıyor, Bakur’a, Rojava’ya ve Başûr’a saldırıyor ve bu saldırılar, eylemin yapıldığı “savaş karargahından” sevk ve idare ediliyor. HPG güçlerini sevk ve idare eden Merkez Karargahı’na yönelik ardı arası kesilmeyen bombardımanlara karşı “lanet” okumayı aklına bile getirmeyenlerin, Kurdistan’ı bombalayan merkeze yönelik eylemi lanetlemesi, “saf değiştirmek” demeyelim de “siyasi konforlarına” olan düşkünlüklerini gösteriyor. Eylem Türk devletini kaçışan polislerin şahsında büyük bir paniğe sürüklemiş, “lanetçilerin de” rahatını kaçırmıştır. Savaşın kendilerinden uzakta, Kürt halkının, kadınlarının, çocuklarının, yaşlılarının yaşadığı topraklarda sürüyor olmasına alışanlar, “bitti” denilen gerillanın Ankara’nın göbeğinde askeri bir hedefe karşı, tek bir sivilin burnu kanamadan yaptığı ve “saldırı” değil, “savunma” nitelikli eylemi, elbette “alkışlayacak” değillerdi. Düşmanın savaş hukukunu çiğneyen saldırılarını da “lanetlemeleri” beklenemezdi. Bu gibilerden beklediğimiz bu gibi eylemlerin yaşandığı her durumda “Ankara eylemi sebep değil, sonuçtur, sebep savaştır, lanet olsun” demeleridir.
Ve bir de karşılarında iki fedai gerilladan “hortlak görmüş” gibi tabana kuvvet kaçanlar, şu sıralar iki gerillayı “etkisiz hale getirmekten” ve sadece “iki yaralı” vermiş olmaktan övünerek söz ediyorlar. “Başarısız terör saldırısı önlenmiştir” diyorlar. Güler misin, ağlar mısın? Sanki bu savaş karargahına bir “tümen” gerilla taarruz etmiş de, bu “kahramanlar” Gazi Osman Paşalar gibi Plevne’yi müdafaa etmiş, Sakarya Meydan Muharebesi’ne benzer bir zafer kazanmış, yeni bir Çanakkale mucizesi yaratmış… Savaşı “bizden on, PKK’den bin gitti” gibilerden bir “ceset istatistiğiyle” izah edenlerin haline bakın: Binlerin koruduğu savaş karargahınıza iki insan girdi bre Allah’tan korkmaz kuldan utanmazlar. Kendinize gelin. Üçüncü Dünya Savaşı’nın hercü mercinde Türkiye Sevr’den beter olur.
Barışa birkaç mil uzaktasınız. Ankara eylemlerinin yaşanmasını istemiyorsanız, yüz milyarlarca doları dağa taşa bomba halinde harcamayın, birkaç liralık bilet alıp varın İmralı’ya, açın kapıyı. O kapıdan Kurdistan topraklarına adım atacak olan Abdullah Öcalan, kendi sözleriyle “bir hafta” içinde savaşı sonlandırır. Ölümler de biter, pahalılık da biter, işsizlik de biter, rahata erersiniz.
“Hayır” mı diyorsunuz? Sorayım, kendi vatanınıza ve milletinize kastınız nedir?








