Saçmalıklar siyaseti

Hatice ERGÜN Haberleri —

  • Birbirimize rağmen zulmetmeyi, sömürmeyi, ölmeyi değil, birlikte yaşamayı, yaratmayı ve şiddetsizliği istiyorsak belki ‘arkadaş olmaya çalışmakla, birbirimizin ihtiyacı haline gelmekle’ işe başlamamız gerekir. Belki maruz kaldığımız saçmalıklar siyasetinden çıkışımız böyledir.

Türkiye’deki ana akım siyaset su götürmez bir saçmalıklar silsilesinde akmaya devam ediyor. İktidarıyla, muhalefetiyle yönetim süreçlerinden, sokaktaki gündeliğe oradan cüzdanlarımıza, oradan evlerimize, evlerdeki, kahvehanelerdeki, spor salonlarındaki, işyerlerindeki televizyon ekranlarına, bağımsızlığa meyleden kitle medyasına, eğlence endüstrisine kadar uzanan bir saçmalıklar silsilesi. Son on yılda kakofoniyle ilişkilendirebildiğimiz ana akım siyaset söyleşmeleri bugün uyuşmazlıkla değil her söylenenin, yapılanın birbirini reddettiği, her reddedişle birlikte sömürü, baskı ve zulüm pratikleri karşısında sinikliğin, sessizliğin, çıkarılan seslerin birbirine karışarak saçmalıkta eritildiği bir platformda sürüyor.

AKP, 1990’ların ikinci yarısında siyasette yenilik çağrıları/iddialarını besleyen koşullarla iktidara geldi. AKP hükümetlerinin yirmi yıl boyunca imza attığı, verdikleri zararın telafisi ve tazmini neredeyse imkânsız, uygulamalar ülkede kurumsal ve kültürel açıdan değişime kapı açtı. On yıllardır gündeme girip çıkan yeni anayasa önerileri, onca taslak, onca oturum 2000’lerin kurumsal siyasetini anlamak açısından en tanıdık örneklerden. Yeni anayasa yerine anayasaya aykırı uygulamalarla kadük kılınan bir kanunlar listesi. Böyle bir hukuk sistemi, liberal demokrasilerin şık temsilinin inandırıcılığını yitirdiği siyasal ortamlara uygun. Hep devam edecekmiş gibi görünen AKP çoğunluğu, kendi şatafatında boğulmazsa dinmeyecekmiş gibi görünen Erdoğan mutlakçılığı ne kapitalizmin ne liberal demokrasinin ne de bu ikilinin hukukunun, özgürlük ve eşitlik üzerine kurulan birarada yaşam formları açısından faydalı olduğunun kanıtı. Belki, Türkiye’nin şansı, kurumsal iktidarın, yerleşik düzenin parçası olagelenlere aktarılmasının boğucu bir baskı ortamından bu formlara geçiş açısından önemli bir değişim yaratmayacağını görme fırsatının 2023 seçimlerinde ve sonrasında ortaya çıkmasıdır.

Seçimler öncesinde alternatif/bağımsız kitle medyasında biteviye maruz bırakıldığımız Altılı Masa güzellemesi, güzelleme olmasa temsili; Kılıçdaroğlu’nun adaylığının ümitli sunumu, eleştirilerin kişiler üzerinden seyretmesi ve ağırlıklı olarak İmamoğlu tercihiyle şekillenmesi; soğan fiyatlarındaki artışta, akaryakıta mütemadiyen yapılan zamlarla, yolsuzlukla yerilen ekonomi politikalarının karşısına kaynak dağıtımını kökten değiştirecek modellerle değil, şık retorikle paketlenen bildik alternatiflerin çıkartılmasıyla ilgili tavırsızlığın yerine seçim sonuçlarının belirleyici nedeninin Kılıçdaroğlu’nun adaylığı, belirleyici sorumlusunun Kılıçdaroğlu’nun şahsı olduğu yönündeki tartışmaların alması son yirmi yılın kakofonisinin salt iktidar ortaklarıyla sınırlı olmadığını, geniş siyasal ve toplumsal kesimlere de yayıldığını gösteriyor: Bir dönem salt parti temsilinde işleyegelen şahsiyetçi siyaset zamanla kapitalist fütursuzluğun Türkiye’deki gelmiş geçmiş en sakil örneği olan ‘AK Saray’ın Erdoğan’ın şahsına mal edilişine, akabinde devletin kişiselleşerek erimesine evrilirken anaakım muhalefete ve sivil toplumun geri kalanına da talip oldu. Son seçimler bu talebin yanıtsız kalmadığını gösterdi. 

Dolayısıyla, Kılıçdaroğlu halen CHP Genel Başkanı; İmamoğlu ‘değişim’ diyor; sosyal demokrasiden bahsediyor. 1960’lardan bu yana değişim retoriğiyle değişemeyen siyasal parti olmanın rekoruna doğru koşarken belki Türkiye siyasetini en iyi örnekleyen aktör olmayı da başarıyor: Bir yaşamsal pratik olarak değil yönetenlere ve yönetime hep daha fazla kaynak aktarımına dönük uygulamalardan ibaret bir siyaset – gündeliğin neşeli ve yaratıcı karmaşasına tahammülsüz bir siyaset. Değişimi, siyasal partilerin kadrolarından, kişilerden, birbirinden farksız sosyal adalet formüllerinden, merkez siyasetin farklı noktalarında durmayı hedeflemekten ibaret görenlerin siyaseti.

Oysa, (neoliberal) kapitalizmin getirdiği teknik yönetim ve şirket siyaseti bizleri şahıslara böldükçe, kurumsal iktidarları şahıslara çağırdıkça yenilenmek de değişmek de aynı yapının yeniden üretimiyle sınırlanır. Birbirimize rağmen zulmetmeyi, sömürmeyi, ölmeyi değil, birlikte yaşamayı, yaratmayı ve şiddetsizliği istiyorsak belki ‘arkadaş olmaya çalışmakla, birbirimizin ihtiyacı haline gelmekle’ işe başlamamız gerekir. Belki maruz kaldığımız saçmalıklar siyasetinden çıkışımız böyledir.

 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.