Sanat bir itiraz eylemidir

İlham BAKIR yazdı —

  • Değişen koşulara ve değişen ihtiyaç ve krizlere göre kendini yenileyemeyen, değişim dönüşüm kapasitesine sahip olmayan her düşünce, her sistem kendi karşıtına dönüşmeye mahkumdur.

Büyük sanat eserlerinin tadına varabilmenin önündeki en büyük engelin ‘alışkanlıklarımız ve önyargılarımız’ olduğunu söyler E. H. Gombrich. Yaşamın tadına varabilmek, yaşadığımız anın, yaşadığımız günün, yaşadığımız yılların tadını çıkarabilmek ve hakkını verebilmek için de verdiğimiz mücadelenin amacına ulaşabilmesi için de alışkanlıklardan, herkes tarafından kabul görmüş, bildik, alışıldık totalin üzerinde hemfikir olduğu yaklaşımlardan, ön kabullerden ve önyargılardan kurtulmak gerekir.

Zira üzerinde herkesin kahır ekseriyetle hemfikir olduğu kuralların, beğenilerin, örnek gösterilen yaşam tarzı ve kişiliklerin kazandıkları bir nevi dokunulmazlık durumu onları tutuculaştırır, değişip dönüşmelerini ve yeni durumlara göre pozisyon almalarını, karakter kazanmalarını engeller.

Ortaya çıktığı dönemin, itiraz ettiği ve var olduğu koşulların en aykırı, en genele itiraz eden düşüncesi, ideolojisi, yaşam tarzı yahut sanatsal ifadesi, genel tarafından kabul edilebilirlik kazandığı andan itibaren devrimci karakterini, itiraz eden karakterini yitirme tehlikesi yaşamaya başlar.

İster sanat tarihine bakalım, ister siyaset ve düşünce tarihine, ister toplum, bilim ve felsefe tarihine, bir zamanların biriciği olan düşünce, yaklaşım ve ifade biçimlerinin genel kabule mazhar olmaya başladıktan sonra nasıl bir dogmatizm girdabına girdiğinin sayısız örnekleri mevcuttur.

Burada söz konusu olan egemen düşüncenin, toplumun, genel kanaatin tepkisini çekme, gadrine uğrama pahasına büyük bir direniş ve emek sonucu örülen farklılığın veya yeni doğrunun, belki de en doğru tabirle hakikat arayışçılığının, kitleselleştiğinde nasıl karşıtına benzeyen bir karakter kazanma tehlikesine sahip olduğuna dikkat çekmektir.

Gördüğü genel kabulü yitirmemek uğruna giderek tutuculaşan, dogmaya dönüşen sayısız devrimci fikir yahut sanatsal ifade söz konusudur. Buradan elbette ki doğru ve güzel adına ortaya çıkarılan düşüncenin, ifadenin, eylemin, söylemin özünü yitirmemesi adına kitlelere mal olmaktan, kitlesel bir fikre yahut eyleme dönüşmekten kaçınılması gerektiğini savunmuyorum.

Güzel bir dünya yaratmak adına, insanların mutlu olduğu bir yaşam örmek adına üretilen her fikrin, her düşünce sistematiğinin hayat bulması için elbette ki kitleselleşmeye ve genel kabul görmeye ihtiyacı vardır. Kitleselleşmek kötü değil, arzulanandır.

Öyleyse sıkıntının kaynağı şu olmaktadır. Ahlaki ve vicdani olarak bir grubun, bir zümrenin değil de tüm insanlığın, tüm canlıların, tüm doğanın bir bütünen yararını amaç edinen her sanat eseri, her felsefi, her siyasi, dini düşünce toplumsal ihtiyaçları görmek, tıkanan ve çürüyen toplumu sağaltmak, yaşanan krizlere cevap olmak maksadıyla ortaya çıkar.

Ancak unutulmamalıdır ki her karşı çıkış ve her yeni fikir içine doğduğu koşullar için bir cevaba dönüşebilme şansına sahiptir. Değişen koşulara ve değişen ihtiyaç ve krizlere göre kendini yenileyemeyen, değişim dönüşüm kapasitesine sahip olmayan her düşünce, her sistem kendi karşıtına dönüşmeye mahkumdur.

Yani bugünün devrimci düşüncesi pekâlâ yarının dogmasına dönüşebilir. Kürt özgürlük paradigmasının insanlık için, kapitalist modernitenin ürettiği kriz ve sorunlara cevap olabilmek için kendini sürekli yenileyen, değiştirip dönüştürebilen bir özellik kazanabilmiş olması onun benzeri amaçlar taşıyan fakat kendini yenileyemeyerek tutuculaşan pek çok paradigmadan ayrılan temel yönlerinden biridir.

Buradan bakıldığında sanatçıların, estetik üretim ve yorumu yaşamlarının temel eylemi kılan insanların her dönemde tutuculaşmaya, gericileşmeye, egemen olanla uzlaşmaya karşı en ciddi itirazın sahibi oldukları; tarih boyunca eskiyene itirazın, yeni olana talebin öncülüğünü yaptıkları görülür.

Günümüz sanatçısının kendini ve sanatını en değersizleştiren yanı, yaşanan bunca çürümeye rağmen ciddi bir itirazın sahibi olamayışıdır.

İçine doğdukları yahut içine dahil oldukları yapının, iklimin çürüyen yanına itiraz etmek yerine onunla uzlaşan, yeni bir şey söylemeyen, toplumun alışkanlık ve genel kabullerindeki çürüme ve zedelenmeyi görmeyen yahut görmek istemeyen, itirazı ve değişim tasavvurları olmayan, sadece kabul görmeyi ve alkışlanmayı esas alan bir sanatsal üretim ne yazık ki içinden geçtiğimiz dönemin temel karakteristiğini oluşturmaktadır. İster örgütlü bir yapıda sanat yapıyor olsun ister tek başına üretiyor olsun bu durum değişmiyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.