Devletçi sanat ve gazetecilik 

İlham BAKIR yazdı —

  • Laikçi modernist cephenin hakimiyet alanında yaşanan son iki skandal gelişme “İkinci Cumhuriyet”in, muhalefeti teslim alışının, kendisine yedekleyişinin, muhalefeti kendi iktidarına gönüllü hizmete koşar hale getirişinin ne aşamaya geldiğini göstermesi bakımından ibret vericidir.

İttihat ve Terakkicilerin önderliğinde şekil alan Türk milliyetçiliğine dayalı tekçi modernist jakoben Türkiye Cumhuriyeti, bütün farklılıkların, demokratik çoğulculuğun ölüm fermanı anlamına gelen 1924 Anayasası ile despotik karakterini perçinlemiş, nerdeyse bir yüz yıl sürecek bir cehennemin kapılarını aralamıştı. İktidarda olduğu yirmi yıl boyunca adım adım cumhuriyetin laikçi modernist milliyetçi karakterini değişime uğratarak dinci muhafazakar milliyetçiliğe taşıyan ve bu anayasadan tam yüz yıl sonra, 2023 genel seçimleriyle mutlak iktidarını perçinleyen bir iktidar gerçeği ile karşı karşıyayız. Daha demokratik bir Türkiye’yi tarif etmek için liberal demokratlar tarafından kullanılan “İkinci Cumhuriyet” terimini aslında bugünkü cumhuriyet için kullanmak çok daha doğru olacaktır. Laik modernist milliyetçilik, dinci muhafazakar milliyetçiliğe açık ara yenilmiş, mücadele motivasyonunu kaybetmiş ve ağır bir post travmatik stres bozukluğu yaşamaktadır. Her gün kutsallarına karşı yapılan saldırılara birkaç kınama cümlesi kurmak ve öfkeli açıklamalar yapmak dışında güçlü ve kitlesel bir tepki gösterememekte, ülkenin sahipliğini yitirmiş olmanın derin bunalımını yaşamaktadır.  
Son seçim zaferiyle, seçimden sonra muhalefete yönelik agresif bir pozisyon takınacağı beklenen AKP-MHP İkinci Cumhuriyet iktidarı, beklenenin aksine daha sakin ve daha emin adımlarla iktidarını tahkim etme ve mutlaklaştırma peşindedir. Zaten acelesi de yoktur. Yeni genel seçimlere henüz çok zaman var ve karşısındaki muhalefet bloğu da tamamen darmadağın olmuş durumda. Yaşanan bunca zulüm, baskı, yokluk, yoksulluk koşullarında azıcıkta olsa sine-i millette yer tutabilen başta CHP olmak üzere laik modernist cephe sine-i devlete dönmeyi tek kurtuluş olarak görmekte, böyle yaparak devletleşen parti iktidarının değirmenine su taşıdığını fark edemeyecek kadar da bir körlük ve basiretsizlik yaşamaktadır. Sine-i devlet kodları ve refleksleri zaten genetik kodlarında içli olan bu cephe, iktidarı ele geçirebilmenin daha fazla milletleşmekten değil, daha fazla devletleşmekten geçtiği yanılgısıyla durumdan vazife çıkarmakta, iktidarın murat ettiği anti demokratik, anti özgürlükçü ve ülkeyi daha da cehenneme çevirecek uygulamalara gönüllü olarak imza atmakta ve atmaya teşne olduğunu gösteren açıklamalar yapmaktadır. Laikçi modernist cephenin hakimiyet alanında yaşanan son iki skandal gelişme “İkinci Cumhuriyet”in, muhalefeti teslim alışının, kendisine yedekleyişinin, muhalefeti kendi iktidarına gönüllü hizmete koşar hale getirişinin ne aşamaya geldiğini göstermesi bakımından ibret vericidir. 
Laikçi cephenin en önemli ve en gözde sanat organizasyonlarından biri olan Antalya Film Festivali’ne seçilmiş olan bir belgesel filmin, iktidar tarafından festivalden çıkarılması isteğine festival yönetimi tarafından boyun eğilmiş ve kendilerini dünyaya rezil edecek ibretlik açıklamalarla festival programından çıkarılmış, neyse ki hala namuslu ve onurlu bir duruşun sahibi olan sinemacılar tarafından bu durum teşhir edilmiş, ciddi bir tepki gösterilmiştir. Sinemacıların ciddi tepkisi ve İkinci Cumhuriyet devletinin sansür isteği arasında sıkışan festivalin sahibi CHP’li belediye çareyi bir yıldır hazırlıkları süren devasa organizasyonu iptal etmekte bulmuştur. Oysa olması gereken şey, en başından itibaren, festival yönetiminin yalan dolan karalama gerekçelerle filmi sansürlemesi değil, bu sansür isteğini teşhir etmesi başta CHP’li Antalya Belediyesi olmak üzere tüm CHP’nin bu direnişe sahip çıkmasıydı. Laikçi cephe bu yasakçı despotik zihniyete karşı bir direniş örgütlemek için bu muazzam fırsatı kullanmak yerine sessizliğe yatarak, sahip çıkmayarak görece özgür ve muhalif kalan sanat alanının boğulması için de iktidara muazzam bir destek sunmuştur. 
Yetmiş dört yaşında deneyimli bir kadın gazetecinin sunduğu bir programda, gazetecilik mesleğinin gerektirdiği kuşku duyma ve buna dair soru sorma pratiği muktedirin emrindeki yargı tarafından hızla soruşturma konusu yapılırken laikçi cephenin basın kuruluşu Halk TV, gazetecilik meslek ilkelerine sahip çıkmak, gazetecisinin arkasında durmak yerine devlet refleksine sarılarak iktidarın murat ettiği bir sansürü uygulamış, daha gazeteciyle ilgili soruşturma ve gözaltı devam ederken bu gazetecinin sunduğu programı alelacele yayından kaldırmış, basın alanında ufak da olsa kalan özgür gazeteciliğin boğulması konusunda yine iktidara muazzam bir destek sunmuştur. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.