Silah mı siyaset mi?
Suat BOZKUŞ yazdı —
- Öcalan yıllar önce “Biz İsrail-Filistin gibi, Rusya-Çeçenistan gibi kör bir savaş istemiyoruz. Kazanacağımızı bilsek bile savaşmak istemiyoruz. Ama yok olacağımızı bilsek bile asla teslim olmayız. Onurlu bir barış istiyoruz” diyerek görüşünü net olarak ortaya koymuştu.
Gözler DEM heyetinin İmralı’da yapacağı ikinci görüşmeye dikilmişken bazı hatırlatmalar yapalım. Öcalan 2013 yılında devlete ve kamuoyuna çağrı yaparken “Silahlar sussun, siyaset konuşsun” demişti. Halk önderinin bu çağrısı hemen karşılık bulsa da, başarıya ulaşması o günün şartlarında mümkün olmadı. Çünkü Erdoğan-Bahçeli ittifakı bir yandan görüşmeler sürerken bir yandan da kalekol inşaatlarına ve askeri harekat hazırlıklarına devam ediyordu. Erdoğan, “Essed rejimini yıkma çabalarını Kürtleri ezme” planlarıyla birleştirip DAİŞ’i Kürtlerin üzerine sürdü. DAİŞ Kobanê önlerinde bozguna uğrasa da yarattığı tahribatın acıları hala sürüyor. Üstelik Erdoğan’ın Kürtlere yönelik tehdit ve şantajları da açıkça sürüyor.
Dünyada ve bölgemizde çok önemli gelişmeler yaşanıyor. Birçok yerde sıcak savaş sürüyor. İşgale karşı direnişler, çatışmalar birbirini kovalıyor. Çatışmaların biri bitmeden diğeri başlıyor.
Dünya Ukrayna-Rusya savaşına odaklanmışken Filistin-İsrail çatışması alevlendi. Bu çatışmalara çözüm aranırken kızışan Orta Doğu’da hızlı gelişmeler sürüyor. Suriye’de rejimin yıkılmasından sonraki kargaşa sürüyor. Erdoğan diktasının uzun zamandır dillendirdiği deyim yerindeyse “Suriye’ye çökme” projesi batağa saplanmış görünüyor. Erdoğan bunun yerine hiç olmazsa Rojava’ya çökmeye çalışıyor. Bu amaçla kanlı işgal çabalarını sürdürüyor. Son günlerde Fırat’ın doğusuna geçip Özerk Yönetim’e son vermek istiyor. Halk buna karşı dişiyle tırnağıyla direniyor. 2014 yılında DAİŞ’e karşı direnen ve özgürlüğünü kazanan Rojava halkı bugün de kazanımlarını korumak için sahaya açıkça ve doğrudan inen TC işgalcilerine karşı direniyor.
Kuzey Kürdistan’da ateşkes, silah bırakma ve siyasi çözüm çabalarının gündemde olduğu bir dönemde Erdoğan diktasının Rojava’da işgali büyütme, sürdürme ve kalıcılaştırma girişimleri çözümü daha da zorlaştıracaktır. Çünkü halkın son yıllarda yükselen mücadele birikimi ve bilinci tek parçada çözümün zorluğunu göstermiştir. Bu direniş ulusal birlik bilincini, hiçbir parçayı feda etmemek, her parçayı sahiplenmek ve dayanışma bilincini güçlendirmiştir. Zaten 2014 yılındaki ateşkesin ve diyalog çabalarının sonuçsuz kalması büyük ölçüde Rojava’da düğümlenmişti.
Aradan geçen on yıldan sonra sorun gene Rojava’da düğümlenmiş gibi görünüyor. Suriye Demokratik Güçleri (SDG), yeni Suriye ile bütünleşebileceğini ortaya koyduğu halde Türkiye bir yandan uzantısı olan SMO aracılığıyla, bir yandan da doğrudan saldırılarla Rojava halkını teslimiyete zorluyor.
“Suriye’nin toprak bütünlüğü ve halkların birliğinden yana olduklarını“ belirten QSD Genel Komutanı Mazlum Ebdî: “Kürtlerin hakları anayasal güvence altına alınması gerekiyor. Şam ile ortaklığa hazırız. Ortak yol haritasına ihtiyaç var” diyor.
Öcalan’ın son çağrısından sonra DEM Parti, KCK ve Kürt siyasetinin belli başlı isimleri Öcalan’ın önerdiği çözümün destekçisi olacaklarını ilan ettiler. Bu durumda savaşa son verip siyasi çözümü zorlamak mümkün ve zorunlu görünüyor.
Rusya’nın bile savaşı sürdüremeyip barış için Trump’tan yardım istediği bir dünyada kimse savaşı körü körüne ve sonsuza dek sürdüremez.
Öcalan yıllar önce “Biz İsrail-Filistin gibi, Rusya-Çeçenistan gibi kör bir savaş istemiyoruz. Kazanacağımızı bilsek bile savaşmak istemiyoruz. Ama yok olacağımızı bilsek bile asla teslim olmayız. Onurlu bir barış istiyoruz” diyerek görüşünü net olarak ortaya koymuştu.
Bugün silahlara son ve siyasi çözüm isteniyorsa yol çok açıktır:
Onurlu bir barış!
Bunun için de Öcalan üzerindeki hukuk dışı, insanlık dışı tecrit tamamen kaldırılmalı ve Öcalan her anlamda özgür olmalıdır. Siyasete dolaylı olarak değil doğrudan katılabilmelidir.
Silahlar sussun, siyaset konuşsun, halklar konuşsun!