Sırtımdaki köprü

Hatice ERGÜN Haberleri —

  • Davet edilmediğimiz ve genelde hoş karşılanmadığımız mekânlarda kalmaya çalışan radikal kadınlar olarak, bu köprüleri kurmama gibi bir lüksümüz yok. Coğrafyalarımızı, onları yok sayan kolonyal coğrafyalara bağlamak için bu köprülere ihtiyacımız var.

Ulus-devletlerin dünyasında bedenlerin işyerlerine, serbest piyasalara, çekirdek ailelere, kışlalara, okullara, AVM’lere uyumlu disipline edilişi ziyadesiyle mekanize estetiği içeriyor. Podyumlarda salınan, ister yirminci yüzyılın ilk yarısının Marilyn Monroe, Sophia Loren, Türkan Şoray kıvrımlarıyla çizilen ister yirminci yüzyıl sonlarının sıfır ve altı beden ölçülerine sıkıştırılan kadın/cinsel estetiği işyerlerinde yinelenen sömürüyle göbek bağını ya kadın bedenlerinin kıvrımlarına ya erkek bedenlerinin kaslarına ve kemiklerine ya da sıfır ve altı kadın bedenlerinin uçuculuğuna gizliyor. Gerçeği en doğrudan yansıtan, yirmi birinci yüzyılın tıbbileştirilen her yanında yeme bozukluklarıyla tanımlanan sömürme biçiminde görülüyor: Yağları minimuma çeksek de derinin kendisini yağ gibi gören, bakmakla ilgili bir bozuklukla gelen ve vitrinde duran, kendini genel göze açan kadınlar için beden ölçüsünde örneklenen sömürü, fabrikalarda, sanayi kuruluşlarında, hizmet sektöründe, finans sektöründe, eğitim kurumlarında baskın modelin dışında kalanlara dönük tahammülsüzlüğü de gösteriyor. Savaşan erkeklere bakarken dış görünüş özelliklerine pek takılmayan gözler savaşan kadınlarda bunların tümünü moda yayınlarına yakın bir estetik sunuşla hicap duymadan gerçekleştirebiliyorlar. Savaşın da barışın da estetiği kadınlar üzerinden işliyor - baskın estetik kıstaslara göre güzel olduğu/güzele yaklaştığı kadar sağlıklı addedilen bedenler üzerinden. Bedenlerimiz artık alıştırılageldiğimiz disipline karşı durduklarında özneliğimiz yabana atılıyor.

Gülden Özcan, sosyoloji profesörü olarak çalıştığı Lethbridge Üniversitesi’nde SNAC+ biriminin Eşitlik, Çeşitlilik, İçerimleme Mükemmeliyet Ödülünü aldığı törende, TNBC tanısının konduğu dönemdeki çoklu-uğraşlarını sakince özetliyor:”Geçen dönem… Çağdaş Sosyoloji Teorisi dersini verirken This Bridge Called My Back’ı yan okuma olarak kullanıyordum. … Bir yandan bir eşitlik komitesinden diğerine koşturuyordum. … Irksal ayrımcılıkla karşılaşan öğrencilere destek oluyordum. Bütün bunları severek yapsam da sırtımdaki ağrı…” Gülden’in sakin özeti tanıdık; zira burada bir kısmını listelediğim yapıp etmeleri neoliberal düzenlerin evrensel talebine, esnek bedenlere ve akıllara işaret ediyor. Hiçbir zaman yetemediğimiz bu talep bizden hep daha fazlasını, beden-üstünü, akıl-ötesini istiyor. Olmadığında suç bize kalıyor: Esnek, sağlıklı ve estetik olamıyoruz.

Ulus-devlet formunda yaban kılınmış etnik kimliklerle sınıf ve cinsiyet kesişmesinde işleyen sistematik dezavantajlar sağlık söz konusu olduğunda daha da keskinleşir. Kadınları bedenlere, bedenleri ve yapabilirlikleri irsi ve kişisel olana kısıtlayan modern öznelik halleri normali tanımlayan iş saatlerinin, serbest piyasa hareketlerinin, disiplin kurumlarının dışına düşenleri, dışında yaşayanları özneliğin de dışına iter.

Gülden’in işaret ettiği, bedenlerimizden verdiklerimizde somutlanan sistematik dezavantajlarla yine onun ifadesiyle ancak ‘eşitlik köprüleri’ kurarak mücadele edilebilir: “Davet edilmediğimiz ve genelde hoş karşılanmadığımız mekânlarda kalmaya çalışan radikal kadınlar olarak bu köprüleri kurmama gibi bir lüksümüz yok. Coğrafyalarımızı, onları yok sayan kolonyal coğrafyalara bağlamak için bu köprülere ihtiyacımız var. … Ama bu köprülerin, yaşamı devam ettirmek için uzun saatler boyunca ağır işin, patriarkal şiddetin, bu dünyaya yeni yaşamlar getirmenin derdini ve eşitsizliğin yükünü taşıyan sırtımızda kurulması gerekmiyor.  … Ve sırtlarımız, renkleri nedeniyle güçlü görünseler de beyaz sırtlar kadar narinler. Demem o ki, sırtım dediğiniz bu köprü, omuriliğim; şu anda kanser işgalinde…” Bedenlerimizin sömürüsü karşısında öznelik talebimiz entelektüel ve aktivist uğraşından vazgeçmeyen Gülden’in gündeliğinde toplumsal adalet için feministçe bir arada durmakla, birbirimize sahip çıkmakla somutlanıyor. 

Bedenlerimiz gün gelip isyan ettiğinde bize düşen, yapabilirliklerin toplumsallığını bıkmadan açık etmek. Gülden kanser öncesi ve bugünkü yaşamında bunu ziyadesiyle yaparken bana bu yazıyı Audrey Lorde’un sözleriyle selam ederek bitirmek kalıyor:

 Ömrümü – ne kadar kaldıysa – belirsiz bir süre uzatmaktan ziyade olabildiğince tam ve hoş geçirmek istiyorum. Bunu hem politik hem de hayat kurtarıcı bir karar olarak görüyorum. …

Hikâyemin tanımadığım bir Siyah kadına umut ve güç vermesi onu anlatmanın zorluğuna değiyor. 

 

 

 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.