TERÖR!

Hatice ERGÜN Haberleri —

  • Öyle bir siyasetsizlik ki bu, siyaseti psikolojiye yaslanarak anlamayı kökten reddedenleri bile psikiyatrik lügatçeyi kullanmaya itiyor. Ben diyeyim paranoid-şizofrenik, siz deyin yalan-dolan ve para-pul ve şiddet. Bazen lafını astarsız edenler yine Soylu gibi lafı dolandırmadan açık açık söyleyenler, bağırıyorlar ‘PKK kadındır’ diye… 

Öyle bir siyasetsizlik ki bu, siyaseti psikolojiye yaslanarak anlamayı kökten reddedenleri bile psikiyatrik lügatçeyi kullanmaya itiyor. (Burada kendimi kurtarmak için psikolojiyle psikiyatri arasındaki ince ve derin çizgiye göz kırpıp bırakıyorum) Zaten olan biteni salt bireysel gerekçelerle açıklamak siyasetsiz ortamların, dönemlerin ipucu değil mi? İşte böylesi oluyor. O nedenle, AKP’den siyasal-toplumsal muhalefete yönelik tespitlerin saldırı biçiminde ifadelendirildiğini görüyoruz. Tam bir paranoid bozulma. Yanına bir de gerçek-yalan ayrımının sarsılması eklendiğinde … Ben diyeyim paranoid-şizofrenik, siz deyin yalan-dolan ve para-pul ve şiddet.

Kâh feministler, kâh eleştirel akademisyenler, kâh muhalefetteki siyasi partilerin temsilcileri neredeyse hep aynı şiddetle hedefleniyor; hedef gösteriliyor. Birbirinden onca farklı hedeflerin, çoğul ya da tekil, ortak noktası, örneğin Süleyman Soylu’nun astarsız sözlerinde ortaya çıktığı gibi terörist ya da terörizme destek veren kişiler ya da gruplar, PKK destekçisi, PKK üyesi olarak işaretlenmeleri... Buna göre, CHP, siyasal parti olarak PKK’yle işbirliğinde memlekette teröre terör katıyor; kimi zaman insan hakları savunucusu avukatlar teröristlere yardım yataklık ediyor. Bazen feministler eşitlik ve özgürlük talepleriyle yürümekten vazgeçmedikleri için terörist kılınıyorlar. Böyle bir bollukta TİP’ten Barış Atay, Musa Orhan hakkında hesap sorduğunda anında PKK’yle ve DHKP-C’yle ve HDP’yle bir arada - hangisi birbirinden kötü olabilir sorusunu dayatarak – lanetleniyor. Bazen lafını astarsız edenler yine Soylu gibi lafı dolandırmadan açık açık söyleyenler, bağırıyorlar ‘PKK kadındır’ diye…

Burada tuhaf bir ikilemeye zorlanıyoruz: Bir yandan sahiplendiği ahlâkçı, dışlayıcı, kendi gibi olmayan, düşünmeyen hemen herkesi kriminalize edici eril bakışında, sözünde PKK’yi kadınlarla nitelendirerek aşağılama çabası var. Diğer yandan, yine aynı bakış ve sözle kadınlar hedefte tutuluyor – 8 Mart’ın hemen öncesinde kadınlık imgesi üzerinden taraftarlarına, anaakım seçmene yayılan YPG eşittir-PKK eşittir-HDP eşittir-Kürtler eşittir-muhalif olanlar eşittir-terör eşittir-kadınlar ve aslında feministler denksizliğinde, bu kez feminist gece yürüyüşü kriminalize ediliyor. Belli olmaz, Türkiye’nin gündeminden inişler çıkışlar eksik olmaz. Ama bakan veya diğer heyecanlı bir AKP üyesi Mart’ın ilk haftası terörize edecek cazip bir kişilik ya da grup ya da hareket yakalayamayacak olursa feministlere dönük retorik hışmın devam etmesi kuvvetli.

Bütün bu karmakarışık retorikte terör, yinelenen ve bir türlü tanımlanmayan terim. Hem siyasal tarih hem siyasal düşünce tarihi farklı terör pratikleri ve dolayısıyla terör kavramsallaştırmalarına tanıklık ediyor. Yeri geliyor, muhalif bir partinin, CHP’nin bir üyesi bir açık oturumda AKP’nin başarısızlığını terörü yönetememek olarak açıklıyor. Doğru söze ne denir? Zira, modern devlet sistemleri terörün ortadan kaldırılması üzerinden değil, maalesef terörün yönetimi üzerinden işliyor. Zira terör teriminin tarihsel dinamiklerle değişmeyen, farklı dönemlerde farklı aktörlerin, kurumların dâhil olmasıyla esneyen, ilgili aktörlerin, kurumların uluslararası arenadaki konumlarıyla dönüşen kavramsallaştırmalara çok fazla değişmeden eşlik eden genel tanımı şöyle:

En üst düzeyde, her şeyi, her yeri, her anı kapsayan korkudan bahsediliyor burada. On altıncı yüzyıl İngiliz düşünür Thomas Hobbes’da böyle, yirminci yüzyıl (Almanya-ABD mekânlı) düşünür Hannah Arendt için de… Birbirinden çok farklı dönemlerde ve siyasal koşullarda yaşamış olan, birbirinden farklı toplumsal-siyasal olgular üzerine düşünmüş, yazmış olan bu düşünürlerin metinlerinde terörün siyasal yapının altüst oluşu, kaos, keyfi siyasal uygulamalar, şahsiyetçi yönetim, toplumsal ilişkileri ve kaynak dağıtımını düzenleyen standart kuralların olmaması ve bütün bunların yarattığı belirsizlikten çıkan korku ortamını nitelediği söylenebilir.

Siyasal alanın müşterekleri itibariyle adalet addedilen mekanizmanın hak üzerinden değil, yaptırım üzerinden ve kişisel düzeyde tanımlandığı, bir toplumsal ilişkilenme zemini olarak özgürlüğün toplum içerisindeki her bir birimin gücü yettiğince amacını gerçekleştirmek için hareket etmesiyle çizildiği; bir siyasal ilişkilenme zemini olarak eşitliğin aynılıkla özdeşleştirilip imkânsız kılındığı, dolayısıyla bir arada yaşamanın ve eylemenin imkânsız kılındığı bir korku ortamı. Böyle olduğunda psikiyatriye sarılmak an meselesi.

Bugün Türkiye’de yönetime yerleşik şahsiyetçi hırsı, muhalefetin kurumsal iktidarın çeperi dışında alternatif geliştirmemesini, bugünden yarına kimin yasadışı, hangi oluşumun yıkıcı ve terör üretici olarak nitelendirileceğini, bugünkü gerçeğin yarınki yalanımız, bugünkü yalanın yarınki gerçeğimiz olacağını biliyorken ister istemez soruyor insan – kimin teröründen bahsediyorduk?

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.