Umut hakkı Türkiye meselesidir

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Atılacak ilk adım kitlelere Başkan Apo’nun “umut hakkı” yoluyla özgürleşmesinin bir “Türkiye meselesi” olduğunu kavratmaktır. Bu kavratma ise “darbeye” karşı dayanışma sürecinde mümkün olacaktır.

Türk devletini kuran Cumhuriyet Halk Partisi, 102 yıllık tarihinde, bir iki darbede “usulen” kapatılmasını saymazsak, ilk defa kurduğu devletle karşı karşıya geldi. İl örgüt binası beş bini aşkın polis ordusuyla kuşatıldı ve basıldı. 15 Eylül’de neler olacağı belirsiz. Kayyum Tekin bu kuşatma ve baskında basit bir alet ve teferruattır.

Özgür Özel’in hemen hemen her mitinginde polislere seslenmesi, O’nun böyle bir polis ordusuyla karşı karşıya geleceklerini bildiğini gösterdi. Bu da CHP’nin uzun bir zamandan beri, özellikle 15 Temmuz çakma darbesinden sonra devletin artık CHP’nin devleti olmadığını nihayet anladığına işaret etmekte.

CHP’nin bunu anlaması, onun “Türk ulus- devletinden” koptuğu anlamına gelmemekte. CHP’nin ideolojik ve politik hedefi “Türk ulus- devletinin” adım adım “Türk-İslam ulus- devleti” haline gelmesine karşı, onu yeniden ilk kurulduğu tarihteki, “laik-Türk ulus- devleti”ne dönüştürmekle sınırlıdır.

Gelişmeler, CHP saflarında Türk ulus- devletini laik bir temelde dönüştürme konusunda görüş ayrılığı yoktur. Görüş ayrılığı bu ulus- devletin “demokrasili bir devlet olup olmayacağı” ile ilgilidir. Geçen gün yaşanan İstanbul İl Binası kuşatması ve işgali göstermiştir ki, CHP’nin içinde, eski “tek parti diktatörlüğüne” heveslenen bir güç vardır ve bu güç kendi partisini artık ona ait olmayan devlet gücüyle ele geçirmek gibi gözü dönmüş bir tutum içindedir. Bu güç artık devletin sahibi değil, fakat devletin hizmetine girmiş bir güce dönüşmüştür.

Buna mukabil “Türk ulus- devletini” demokratikleştirme yanlısı güç henüz tutarlı demokratik bir güç haline gelmemiştir. Bunun en kesin kanıtı, CHP yönetiminin ve örgütünün Kürt sorununu çözme amacından uzak duruşudur. Bu politik duruş CHP’yi polis ordusuyla ele geçirmek isteyen aşırı milliyetçilerin etkisine açık hale getiren en önemli faktördür. Halkın alanlara taşan direnişi, eğer Özgür Özel grubu bu direnişe öncülük etmeyi sürdürürse, CHP’de tutarlı demokrasi yönünde safları netleştirme potansiyeli taşımaktadır.

DEM Parti’nin bu aşamada saldırıya uğrayan CHP kitlesiyle dayanışmayı, TBMM’de süren müzakere süreciyle uyumlaştırarak dikkatli adımlarla güçlendirmesi, Cumhuriyet tarihinde ilk defa CHP’nin Türk tabanında Kürt halkının taleplerine önyargılı yaklaşımı kırma imkanını yaratmıştır.

Böyle bir Kürt-Türk yakınlaşması, sanılandan da karmaşık ve zorluklarla dolu bir süreçtir. Bu zorlukları aşmanın yolu Türk kamuoyuna Başkan Öcalan’ın “barış, demokratik toplum ve entegrasyon” kavramlarıyla ifade ettiği, zamana dayalı, gerçekçi görüşlerini anlaşılır biçimde kavratmaya yakından bağlıdır. Bana göre bu Apocu görüşler, CHP tabanının milyonlar halinde iktidara karşı direndiği koşullarda, onlardan izole olarak değil, “Barış ve Demokratik Toplum Süreci"nin devamıyla uyumlu bir şekilde, dayanışma sürecinde kavratılabilir.

Başkan Apo Türk ve Kürt halklarının demokratik entegrasyonunda ilk ve tarihi adımı Türk devletiyle PKK arasında başlattığı “demokratik uzlaşmayla” atmıştır. İkinci adımı ise DEM Parti “demokratik uzlaşmayı” parlamento temelinde, bu uzlaşmaya hukuki zemin yaratmakla atmaya çalışmaktadır. Gerek devletle ve gerekse parlamentoyla demokratik uzlaşma, CHP’yi destekleyen ve demokrasiye acilen ihtiyaç duyan nüfusun çoğunluğuyla bu kritik aşamada dayanışmayla “toplumsallaştırılabilir” ve Türk halkı bu suretle “Barış ve Demokratik Toplum Süreci"ne yaklaştırılarak, “barışın toplumsallaşması” sağlanabilir.

Hiç kuşkusuz Kürt kamuoyunda CHP’ye karşı en az AKP’ye ve genel olarak devlete karşı tarihsel bakımdan kanıtlanmış haklı bir güvensizlik, bugün de devam ediyor. Bu güvensizlik çözüm sürecinin önünde engel değil, aksine çözümü devletten ve iktidardan bekleme eğilimine karşı bir teminattır.

Nitekim, eğer AKP’nin CHP’ye karşı yürüttüğü darbenin geriletilmesinde CHP dışındaki demokrasi güçleri giderek aktifleşen bir tutumla rolünü oynayamazsa CHP içindeki keskin çelişmeler bu partiyi devletle çözüm dışı bir anti-demokratik uzlaşmaya sürükleyecektir. Beni bu sonuca ulaştıran gelişmelerden biri şudur:

AKP’nin tüm devlet aygıtlarıyla birlikte başlattığı “darbe” sürecinin tırmandığı son dönemde, CHP Genel Başkanı Özgür Özel gerek yaptığı son mitinglerden birinde ve gerekse Halk TV’de katıldığı son programda, “Erdoğan’ın 2 Kasım’da erken seçimi kabul etmesi karşılığında Ekrem İmamoğlu’nun adaylıktan ve kendisinin de Genel Başkanlık’tan ayrılabileceğini”, görünüşte bir “meydan okumayla" dile getirdi. Böylece Erdoğan’ın iktidarda kalmak için açık diktatörlüğe yönelmesine karşı, krizden Mansur Yavaş’la çıkmaya dönük devlete bir uzlaşma teklif etmiş oldu.

Bu uzlaşmanın CHP’de kesin bir eğilim haline gelip gelmediğini bilmiyorum. Belki de Özgür Özel bu ifadeleri gerçekten de “erken seçim” amacıyla bir meydan okuma olarak yapmıştır. Ancak Ekrem İmamoğlu saf dışı edildiği durumda, bu uzlaşma kendiliğinden gerçekleşecektir.

Buradan hareketle İmamoğlu ile Yavaş arasında bir tercihten söz etmiyorum. Şunu demek istiyorum: Eğer DEM Parti’yle CHP yönetimi arasında değil, mitinglerde alanları dolduran milyonlar arasında “Barış ve Demokratik Toplum” amaçlı bir yakınlaşma gerçekleşmezse krizden sistem içi bir uzlaşmayla çıkmaya çalışacaklardır.

Oysa şu aşamada krizden “Barış ve Demokratik Toplum Süreci"yle çıkmak için giderek şartlar olgunlaşmaktadır.

Atılacak ilk adım kitlelere Başkan Apo’nun “umut hakkı” yoluyla özgürleşmesinin bir “Türkiye meselesi” olduğunu kavratmaktır. Bu kavratma ise “darbeye” karşı dayanışma sürecinde mümkün olacaktır.

Böyece bu konuya, Kürt Özgürlük Hareketi’nde net bir görüş ortaya çıkana kadar şimdilik bu son yazıyla noktayı koyuyorum. Kişisel tecrübemin öğrettiği şudur: Örgütsüz “doğruda” örgüte rağmen ısrar “yanlışa” götürür. Örgütlü “yanlıştan” ise her zaman “doğruya” ulaşmak mümkündür.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.