Yuvaya dönerken
Hatice ERGÜN Haberleri —
- Bir yerlerde inatla, sabırla, yorularak ve yılarak olsa da yok etmeden yaratımı, kırmadan kurmayı, yıkmadan inşayı önceleyen, bunun için çabalayan biraradalıklar devam ediyor. Buna yuva diyoruz.
An geliyor, yol duruyor. Bitmiyor, salt duruyor. Hareket devam etse de devinim rölantide kalıyor. Yazı duruyor, söz devam ediyor; eylem duruyor, fiil devam ediyor; yaratım duruyor, üretim devam ediyor. Sevmek, sövmek, yermek, kızmak, affetmek, lanetlemek hep devam ediyor. Duygular durmuyor; anlamları erteleniyor.
Tuhaf bir şekilde 14 Mayıs sonrasında böyle bir sürece girdim; ne zaman çıkacağımdan emin olmadığım bir süreç. Gündeliğimi tanımlayan hemen her şey başka bir forma, başka bir ritme döndü. Salt yaşamsal sorumluluklar, düzenli yükümlülükler, günlük yemeler içmelerle devam edegeldim. Yazmak bir kenarda durdu – nefes almanın bir formu olsa da kenarda durdu. Kimi zaman insan başka formlardaki nefese sarılabiliyor; yazmak duruyor.
14 Mayıs’tan çok şey beklediğimden değil; Kılıçdaroğlu’nun göçmenlerle/mültecilerle ilgili, Altılı Masa’yla kısıtlı olmayan faşizan duruşuyla ayarı en başından bozuk, Erdoğan gitsin de… seçmecemiz, bir şeylerin değişeceği beklentisini halihazırda plastikleştirmişti. Başkanlık çekişmesinde yüzde 48 oy oranı hiç fena değil; Erdoğan’ın yüzde 51 küsurda kalması gidişin habercisi. İşte, salt Erdoğan gitsin diye başka bir İslamcılığa, başka bir faşizan retoriğe, başka bir AKP’ciliğe, başka bir fırsatçılığa eyvallah demeye yazmak çok fena. Buydu, belki de, sözüme ket vuran, beni durduran.
Tabii, bir ayda onca şehirlerarası yol yapmak, onca taşınmak, onca teknik iş halletmek, onca eril iş yapma biçimiyle, onca erkek sorumsuzluğuyla uğraşmak, onca şefkatsiz bir memlekette onca şefkat vermek tüketiyor insanı, sözü zora sokuyor. Nihayetinde, göçebe yaşayagelene, tarihinden Yörüklük akana, ‘tamam artık bu son taşınma’ rahatlığını vaat etmek dengesini fena bozabiliyor. Dengesizliğin, hoyratlığın, zorbalığın hüküm sürdüğü bir ülkede bu bozukluk göze batmasa da yıpratıcı oluyor.
Yazının nefes verici, an’ı koruyucu, gerçekleri tekrarlayarak aklımızı sağaltıcı işlevinin maalesef geri plana itildiği bir abeslikler ortamındayız. Siyaset Erdoğancılığın farklı temsillerini hiç çekinmeden giyinen politikacılarla dolu; Kılıçdaroğlu gaza gelmiş devam ederken, değil sosyal adalet CHP-tipi sosyal demokrasiyle bile bağlantısı kurulamayacak İmamoğlu CHP’nin sosyal demokratikleşme ihtiyacından bahsedebilirken, TİP’in hoş belagatlı, yerinde imlâlı milletvekilleri mecliste konuşmaktan başka bir şey yapmazken, Altılı Masa’nın İslamcı, faşist bileşenleri kendi kendilerini eğlerken, muhalif olarak konumlanan kitle medyasının büyük bir kısmı olan biteni sıradanlaştıracak şekilde gündemi takip ederken insanın ne cumhurbaşkanlığıyla ne meclisle ne devletle ne siyasi partilerle ilgili yazası oluyor. Bir zamanlar için devrim evresi olarak tanımlanabilecek bir zaman-mekân bileşkesi bugün anlamsızlığın, kopuşun, bağlantısızlığın, sorumsuzluğun ve bu yokluktan beslenen zulmün gittikçe derinleşmesine evsahipliği yapıyor.
Yuvaya dönmek, doğaya bakmak, farklı yaşam formlarına bakmak, farklı olabilecek ilişkilenmelere dair düşünmek sağaltıcı oluyor. Göçebelik fiziksel olarak noktalanmış olsa da, düşünde, tahayyülde, imgede ve yaratımda ısrarla korunabiliyor. Sokağın seslerine dururken salt insanların adımlarını, insan direnişinin sloganlarını değil, sokağın asıl sahiplerinin, kedilerin, köpeklerin, karıncaların, kertenkelelerin, bir tarlayı bölen inşaat yolundan ağır ağır geçen kirpilerin, kedilerden kaçarken tüylerini bırakan kuşların ve arabalara kurban olacak kadar aç ölen martıların, kurtulan martıların seslerini duymayı getiriyor. Zorbalık bu hareketlikle göze gelen canlılığa, yaşam formlarına, biraradalığa tahammülsüz inşaatlarda, boş tarlaları, öldürmek için semizleştirmeye çıktıkları hayvanların otlağına çevirirken bu tarlaların müdavimlerini öldürmek hakkını iddia eden insanlarda, bütün bunları kurban kültürü içine sıkıştırıveren gerçeklikte yeniden ürüyor.
Oysa, bir yerlerde inatla, sabırla, yorularak ve yılarak olsa da yok etmeden yaratımı, kırmadan kurmayı, yıkmadan inşayı önceleyen, bunun için çabalayan biraradalıklar devam ediyor. Buna yuva diyoruz.
Böyle bir yuvanın, Feminist Asylum’un ikinci sayısı yayınlandı: https://feministasylum.pitt.edu/faci Feminist bilgiye alan açan, farklı bilgi üretim formlarını kapsamaya çalışan dergide editörler kolektifinin kurucu üyelerinden Gülden Özcan’ın anısı devam ederken feminist sürgün bedenler, mekânlar, zamanlar, yaşantılar bu sayının temel izleğini oluşturuyor. Başka türlü biraradalık pek tabii mümkün.







