Barışa karşı cumhursuz “cumhuriyet” savunmak
Cihan DENİZ yazdı —
- Cumhuriyetin mevcut halinden değil, ama onun demokratikleştirilmesinden rahatsız olan kendini “sol”, “sosyalist”, “devrimci” veya “komünist” olarak tanımlayan kesimler, Kürt siyasetini, onun samimiyetini değil, kendi savruldukları noktayı sorgulamalılar.
Barış ve Kürt Sorunu’na çözüm bir ihtimal olarak bile belirse, Türkiye’deki belli kesimler barışın ve çözümün önünü kesmeyi adeta bir varlık yokluk sorunu olarak görüp elinden gelen tüm gücü ve imkanı bu ihtimali boşa çıkarmaya adamaktadır.
“Teröristler ile müzakere olmaz”, “bizi bölmek istiyorlar”, “bunlar ABD ve diğer emperyalist güçlerin planları” ve benzeri artık duymaktan ezberlediğimiz içi boş sözde siyasi argümanların yanı sıra bir diğer ağızlarından düşürmedikleri söylem de “cumhuriyet karşıtlığı” söylemidir.
Barış ve Kürt Sorunu’nun çözümünü “cumhuriyet” karşıtlığı olarak değerlendirenler büyük oranda kendini “sol”da gören kesimlerdir. Bunun son örneği “Herkes konuşacak cumhuriyetçiler susacak öyle mi?” başlığıyla bir bildiri yayınlayan TKP’dir.
O çok savunduklarını, uğruna mücadele ettiklerini iddia ettikleri “sınıfın” bile önünde diz çökmemeleri gerekirken Kemalizmin önünde diz çöktüklerini sadece sözleri ile değil, ancak kötü bir komedide olacak şekilde hareketleriyle ilan eden TKP, bu metinle birlikte bir kez daha siyasetteki yerinin neresi olduğunu göstermiştir.
Benzer süreçlerde yayınlamış neredeyse birbirinin kopyası metinlerden çok da farklı olmayan, o nedenle de şaşırtıcı ve farklı bir şey içermeyen –böyle bir metnin TKP tarafından kaleme alınması da şaşırtıcı değildir- açıklamanın kendisi üzerinde durmak yerine, savunma iddiasında oldukları “cumhuriyet” mefhumu üzerinde durmak, TKP ve benzerleri aslında ne demek istiyoru anlamak açısından daha faydalı olacaktır.
Türkiye’deki bir kısım ama özellikle de siyasi genetik kodlarını Kemalizmin belirlediği kesimler açısından “cumhuriyet”, pozitivist ve ilerlemeci bir tarih anlayışı ile savunula gelmiştir. Bu kesimler, nasıl bir tarihsellik içinde kurulduğunu, bu tarihsellik içinde neler yaşandığını tek taraflı olarak okuyarak Cumhuriyeti bir “ilerleme” olarak görmektedirler. Bu süreçte büyük acılar yaşayan; hakları kısıtlanan, kimlikleri inkar edilen kesimler ile çok ilgilenmezler. Ama bu kesimlerin sesi çıktığında, kendilerine karşı dayatılanlara karşı çıktıklarında, tıpkı Dersim veya Şeyh Sait isyanları karşısında geliştirdikleri tutumda olduğu gibi, bu sesi, bu karşı çıkışı Cumhuriyet anlayışına karşı bir hamle olarak görmekte ve bu hamleyi de “gericilik” olarak damgalamakta ve en kötüsü de bunların bastırılmasını ilericilik olarak desteklemektedirler.
Ama ironik olarak, cumhuriyet kavramını ağızlarından hiç düşürmeyen, onu her türlü “saldırıya karşı” sözde savunan bu ve benzeri kesimler, cumhuriyetin kurucu unsuru “cumhur” hakkında neredeyse tek kelime etmezler. Kimdir bu cumhur onlara göre belli değil? Cumhuriyeti bir ulus- devlet olarak kuranların dayandığı tekçi ve inkarcı anlayışın dışladıkları, haklarını gasp ettikleri hakkında pek konuşmazlar. Konuştuklarında da, ezenlerin yanında değil onların karşısında olurlar. Onların savunduğu cumhuriyetin cumhuru, devleti yöneten, topluma rağmen toplum için neyin iyi olduğunu bilen ve bunu topluma dayatan bir avuç ayrıcalıklı seçkindir. Biraz da karikatürize ederek söyleyecek olursak; onların cumhuru halk plaja geldiği için rahatı kaçıp yüzemeyen vatandaştır. Bugün de barışa ve Kürt Sorunu’na çözüme ayrıcalıklarını kaybedeceklerinden dolayı rahatları kaçtığı için karşı çıkmaktadırlar.
Cumhurun olmadığı bir cumhuriyeti, diğer bir ifade ile aslında kelimenin gerçek anlamıyla cumhuriyet olamamış bir rejimi kendi ayrıcalıklı konumlarını kaybetmemek için savunan bu kesimler için söylenecek çok bir söz yok. Bununla birlikte, yeminli Kürt düşmanları, Kürtler en ufak bir kazanım elde etmesin de gerekirse tüm Türkiye yansın ruh halinde olan bu kesimler dışında, iktidarın geçmiş ve mevcut pratikleri nedeniyle çok da haklı nedenlerle sürece kuşku ile yaklaşanlar; malum bu çevrelerin çarpıtmasıyla AKP ve MHP ile yürütülen bu süreci cumhuriyetin tasfiyesi olarak görenler, mevcut süreci cumhuriyetin tasfiyesi olarak algılamaktadırlar. Ama bu kesimlere şunu hatırlatalım ki, Kürt siyasetinin muhatabının AKP-MHP olunmasından rahatsızlık duyuluyorsa, bunun hesabı Kürt siyasetinden değil, yaşanan onca krize rağmen hala iktidarın devam etmesinin en önemli sorumlusu olarak “muhalefet” partilerinden sorulmalıdır. Çok da geriye gitmeden 2023 seçimlerini hatırlayalım. Kürtlerin de neredeyse mutlak desteğiyle muhalefet bloku bu seçimin mutlak kazananı olarak görülüyordu. Kürt siyaseti, resmi düzeyde tüm siyasi nezaket kuralları çiğnenerek adeta görmezden gelinmesine, üzerinden oynanan onca kirli oyuna rağmen Kürt Sorunu’na çözümün seçimle gelecek yeni bir iktidar ile olması için üzerine düşenin fazlasını yapmış ve ikinci tur öncesinde muhalefetin cumhurbaşkanı adayının Türk siyasi tarihin görebileceği en ırkçı figürlerden biri ile yapmış olduğu protokole rağmen desteğini çekmemişti. Ama sonuç malum; seçim adeta AKP-MHP’ye hediye edilmişti. Buna rağmen Kürt siyaseti, ertesi yıl yapılan 2024 yerel seçimlerinde de bu desteğini devam ettirmiş ve iktidarın yaşadığı en ağır seçim hezimetinde önemli bir rol oynamıştı. Sadece bu kadarı bile, kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı, dün birbirine ağır sözleri söyleyenlerin göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir sürede yan yana gelebildikleri, faydacılığın ve pragmatizmin hakim olduğu “Türk” siyaseti karşısında, yegane varlık nedeni bu coğrafyaya barış, demokrasi ve özgürlüklerin gelmesi olan Kürt siyasetinin farkını ve niteliğini göstermesi açısından yeterlidir.
Sonuç olarak, Kürt demokratik siyasetinin tüm bir mücadele tarihi, bu tarihi içinde kurduğu, kurulmasına öncülük ettiği ittifaklar, tüm bu süreçler boyunca verdiği siyasi mesajları bir kenara bırakıp sadece yakın tarihe odaklansak bile, Kürt demokratik siyasetinin en ufak kirli pazarlıkların içine girmeden Kürt Sorunu’na gerçek ve kalıcı çözümün coğrafyanın demokratikleşmesinden bağımsız görmeyen bir siyasi hattı takip ettiği görülecektir. Kürt demokratik siyasetinin bir kurum olarak cumhuriyetle bir sorunu yok; olamaz da. Ama Türkiye’de kurumsallaşmış şekliyle bir sorunu vardır; olmalıdır da. Diğer bir ifade ile, hedef kurulduğu günden beri asla gerçek bir cumhuriyet olamamış bu rejimi dışladığı, inkar ettiği, ötekileştirdiği tüm halkları, inançları ve kesimleri de içerecek şekilde gerçek bir cumhuriyete, demokratik cumhuriyete dönüştürmektir. Cumhuriyetin mevcut halinden değil, ama onun demokratikleştirilmesinden rahatsız olan kendini “sol”, “sosyalist”, “devrimci” veya “komünist” olarak tanımlayan kesimler, Kürt siyasetini, onun samimiyetini değil, kendi savruldukları noktayı sorgulamalılar, biz nasıl oldu da her türlü ırkçı, inkarcı, demokrasi düşmanı kesimlerle yan yana düştük diye kendilerine sormalıdırlar.
