Barışın önündeki en büyük tehdit: Kürt düşmanlığı
Cihan DENİZ yazdı —
- İktidarı yönelik bildik ve alışa geldiğimiz “ihanet” ve “terör” söylemlerinin ötesinde ve daha önemlisi, barışı hedef alan kampanyanın merkezinde açık veya üstü örtük bir Kürt düşmanlığı yatmaktadır.
- Çok ciddi ve önemli adımlar atılmıştır ama hala süreç oldukça kırılgandır. Ve bu kırılganlığın en temel nedenlerinden biri de ulusalcı kesimlerin Kürt karşıtlığı ve düşmanlığı üzerinden süreci baltalama girişimleridir. Bu kesimler her fırsatta Kürt karşıtlığı üzerinden bu süreci engellemeye çalışacaktır.
Solcusuyla sağcısıyla ve de sözde “komünistiyle” Türk ulusalcıları hiç şaşırtmıyor. Ne ezberlerinden vazgeçiyorlar ne de ezberlerinin zihinlerine kazıdığı nefretlerinden.
Ne zaman bu coğrafyada Kürt Sorunu’nun çözümüne dair bir umut filizlense, sorsanız asla yan yana gelmeyecek olan bu kesimler, el birliği ve ağız birliği etmişçesine büyük bir nefretle bu umuda saldırmaktadır. Türk toplumundaki milliyetçi hassasiyetleri kaşıyarak bu umudu hedef almaktadır. Ağızlarından düşürmedikleri söz de “ihanet"tir. Kimine göre barış isteyenler Türk “milletine” ihanet etmektedir; kimine göre de barış istemek “cumhuriyete” ihanettir; dış güçlerin piyonu olmaktır.
Geçerken belirtelim ki bir de bunların ruh ikizleri vardır. Özellikle Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın barış adına yaptığı her girişime paralel olarak, bugün de örnekleri sosyal medyada her adım başında görebileceğimiz bir kesim de benzer bir “ihanet” retoriği ile Kürt siyasetine saldırmaktadır. Zor zamanlarda başlarını kaldırmayı bile göze alamayanlar, ortamı uygun bulunca sadece kendilerinin “Kürdi” ve “Kürdistani” siyaset yaptıkları iddiasıyla Kürt siyasetine saldırmaktadır. Düne kadar egemen zihniyetle söylem birliği içinde silah ve şiddeti sözde eleştirenler silahın Kürt Sorunu denkleminden çıkarılması gerektiğini savunanlar, Kürt siyasetinden bu yönde adımlar geldiğinde, bu kez de Kürt siyasetini ve ona destek veren kesimleri “ihanet" ile suçlamakta, benzer söylemlerle Kürt halkının hassasiyetlerini kaşımaya çalışmaktadırlar. Türk ulusalcılarının Türk halkı içinde yaptığının bir benzerini Kürt halkı içinde yapmaya çalışarak halklar arasındaki bağları koparmayı amaçlamaktadırlar. Ama ilk kesim Türk toplumu içinde belli bir oranda olsa bile bir karşılık bulmayı başarırken, bu kesimlerin Kürt toplumu nezdinde bir karşılığı yoktur.
90’lar Türk siyasetinde Kürt Sorunu’na barışçıl ve demokratik çözüm diyenlerin başına nelerin gelebileceğinin acı ve öğretici örnekleriyle doludur. 2000’ler de durum değişmedi. Ne zaman barış bir ihtimal olarak ufukta belirse, bu ulusalcı çevreler her seferinde barışa dönük toplumsal desteği baltalamak için ellerinden geleni yaptılar.
Bugün de Türkiye’nin en temel sorunu olan Kürt Sorunu’nun çözümü yönünde gerek Kürt siyaseti gerek hükümet ve en önemlisi de toplumun genelinde ortaya çıkan güçlü irade karşısında, bu kesimler, devam etmekte olan süreç karşısında her tür yalan, çarpıtma ile bir kampanya başlatmış durumdalar.
İktidara yönelik bildik ve alışa geldiğimiz “ihanet” ve “terör” söylemlerinin ötesinde ve daha önemlisi, barışı hedef alan bu kampanyanın merkezinde açık veya üstü örtük bir Kürt düşmanlığı yatmaktadır.
En “iyi niyetlileri” onlarca yıllık mücadelesi içinde hiçbir deneyim biriktirmemiş gibi, Kürt siyasetinin politik ve stratejik aklını küçümseyip hatta yok sayıp ona akıl vermeye, onu iktidarın gerçek niteliği hakkında uyarıp Kürt siyasetini kendi çizgisine çekmeye çalışmaktadır.
Diğer taraftan, bu kesimin büyük bir çoğunluğu ise, artık gizleme gereği bile duymadıkları Kürtlere dönük nefretleri ve düşmanlıkları üzerinden devam etmekte olan sürece saldırmaktadır. İlgili ilgisiz her gelişmeyi Kürtlere olan bu düşmanlıkları üzerinden süreci baltalayacak bir fırsat olarak kullanmaktadırlar. Adeta Kürt Sorunu’nu Kürtler ve devlet arasındaki bir sorun olmaktan çıkarıp Kürtler ve Türkler arasındaki bir sorun haline getirmeyi ve bu yolla da barış ihtimalini toptan ortadan kaldırmayı hedeflemektedirler.
Bu kesimler sözde “adalet” kavramını ağızlarından düşürmemekte, sözde “adalet” için mücadele etmektedir. Ama adalet anlayışlarının sınırı Kürtlerdir. Bu sınıra gelindiği an artık “adalet” bu kesimler için bir anlam ifade etmez hale gelmektedir. Bu kesimlerdeki sözde “adalet” arayışının nasıl bir anda her türlü adaletsizliğin savunusuna dönüştüğünün en tipik ve güzel örneği Kürt siyasi mahpuslarına yönelik tutumları, daha açıkçası nefretleridir. Sadece bu örnek bile bu kesimlere sinmiş Kürt düşmanlığını görmek için yeterlidir aslında.
Bu kesimler, 30 yıldan daha uzun süredir cezaevinde olan ve daha önemlisi çoktan çıkması gereken Kürt siyasi mahpusların hapishanelerden çıkmasını yeni, bu sürecin bir sonucu gibi gösterip Türk toplumunda “Türk” muhalifler cezaevine atılırken “teröristler” serbest bırakılıyor algısı yaratmak istemektedirler. Bu tutum bir yandan Kürt ve Türk muhalifler arasına bir çizgi çekerek, bu coğrafyanın özgürleşmesi ve demokratikleşmesi için yan yana gelmesi gereken güçleri birbirinden ayırarak bir türlü oyun kurucu olarak görmeyi hazmedemedikleri Kürtleri siyaset dışına itmeyi amaçlamaktadır. Diğer yandan ise ikiyüzlülüklerini tüm çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. Kürt karşıtlığı gözlerini kör etmemiş olsa ve dertleri iddia ettikleri gibi gerçekten özgürlükler olsa, Kürt siyasi mahpuslar neden serbest bırakılıyor demek yerine, yıllar önce serbest bırakılmaları gerekirken 30 yıllık mahpusluğun ardından tahliyesine günler kala infazı yakılan Kürt siyasi mahpusların yıllardır maruz kaldıkları haksızlıklar ile uğraşmaları gerekirdi. Abdullah Öcalan ile İmralı’da tutulan Veysi Aktaş neden serbest bırakıldı yerine Veysi Aktaş infazını doldurmuş olmasına rağmen neden 2 yıla yakın bir süredir tahliye edilmedi diye sormaları gerekirdi.
Bir diğer örnek ise, bir Kürt iş insanının Türkiye’nin en büyük kulübü Fenerbahçe’ye sponsor olması, Fenerbahçe’nin stadının adını zaten çok uzun zaman önce değişmesi gereken tekçi ve inkarcı bir anlayışı savunan Rüştü Saraçoğlu yerine Chobani olarak değiştirilmesidir. Bu kesimler açıkça Kürt kimliğini sahiplenen birinin böylesi bir anlaşma yapmasını hazmedememektedirler. Aslında örneklerine Avrupa takımlarında sıklıkla rastlayabileceğimiz sıradan bir sponsorluk anlaşmasını bile ırkçı ve inkarcı önyargıları ile mevcut sürece bağlayarak adeta bir ulusal varlık sorununa çevirmektedirler.
Sonuç olarak, bugün bu coğrafya çok büyük bir kavşaktadır. Çok ciddi ve önemli adımlar atılmıştır ama hala süreç oldukça kırılgandır. Ve bu kırılganlığın en temel nedenlerinden biri de ulusalcı kesimlerin Kürt karşıtlığı ve düşmanlığı üzerinden süreci baltalama girişimleridir. Çok açıktır ki bu kesimler her fırsatta Kürt karşıtlığı üzerinden bu süreci engellemeye çalışacaktır. Buna karşı herkese büyük sorumluluk düşmektedir. Ulusalcı kesimlerin bu düşmanlık ile süreci engellemesine, bu tarihi fırsatın heba edilmesine izin verilmemesi tüm barış ve demokrasi güçlerinin, gerçek aydın ve gazetecilerin en önemli görevi olmalıdır.
