Bir yanılsamanın sonu

Cihan DENİZ yazdı —

  • İktidar da, muhalefet de tekçidir, bir halklar cenneti olması gereken bu coğrafyayı bir halklar mezarlığına dönüştürme projesi olan Türklük Sözleşmesine bağlıdır.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz gezisinden yansıyan bir fotoğraf karesi ile başlayan ve gelen tepkilere İmamoğlu’nun verdiği “vız gelir tırıs gider” cevabı ile alevlenen tartışmalar, iktidarıyla muhalefetiyle “Türk” siyasetini belirleyen en temel ilkenin “Yok aslında birbirlerinden farkları” olduğunu bir kez daha bizlere hatırlatmıştır.

Yoktur birbirlerinden farkları çünkü Türkiye’de iktidar da muhalefet de aynı siyasi kültürün üründür ve bundan dolayı da aralarında aynı rengin tonları olmanın ötesinde bir fark asla olmamıştır. 

En başta iktidarı da, muhalefeti de tekçidir, bir halklar cenneti olması gereken bu coğrafyayı bir halklar mezarlığına dönüştürme projesi olan Türklük sözleşmesine” bağlıdır. O temelde siyaset yapar. 

İktidarı da muhalefeti de tekçi olmanın yanı sıra topluma tepeden bakar. Kendini toplumun üstünde gördüğü için de özeleştiri yapmayı, hesap vermeyi bir zaaf, güçsüzlük olarak görür. Halklar, iktidar için de, muhalefet için de sadece kendilerine oy vermesi, kendilerini desteklemesi gereken bir kütledir. Bunun dışında halklara siyaseten bir rol asla biçmezler; halkların kendi sorunlarının çözümünün bir öznesi olmasına asla tahammül edemezler. 

Muhalefetteyken farklı, özgürlüklerden, demokrasiden yanaymış gibi gözükür ama iktidara gelme fırsatı bulduğunda çok kısa sürede gerçek yüzü ortaya çıkar. Çoğu zaman muhalefetteki bir partinin, o partide siyaset yapan sözde “demokratların” gerçek yüzünü görmek için iktidara gelmelerini beklemeye de gerek kalmaz. En ufak bir kriz bile, en ufak bir sorun bile, yüzlerindeki sahte “demokrasi” makyajının akması, altında saklanan gerçek yüzün ortaya çıkması için yeterlidir. 

Kürtlerin haklarından, Ermeni Soykırımı’ndan, Alevilerden bahsedin alacağınız yanıtlar gerçek yüzlerini görmeniz için yeterli olacaktır. 

Bu çerçevede bakıldığında aslında İmamoğlu açısından şaşırtıcı, hayal kırıklığı yaratacak bir şey olmaması gerekmektedir.  İmamoğlu, kendini iktidardan derin bir rahatsızlık duyan halklara bir alternatif gibi sunmaya çalıştı. Ve bunun toplum nezdinde belli bir alıcısı da oldu. Ama son yaşananlar, onun da Türk siyasi tarihindeki benzer çok sayıda örnek gibi, bir yanılsama olduğunu gösterdi. Ve bu durum, onu iktidara karşı seçimleri kazabilecek ve ülkeye demokrasi ve özgürlükleri geri getirecek adeta bir “kahraman” gibi gören birçok kesimde derin bir hayal kırıklığı yaşanmasına yol açtı. 

Dedik aslında hayal kırıklığına uğrayacak bir şey yok. Asıl sorun Karadeniz’de Rumların ve Ermenilerin, Koçgiri’de Kürtleri katleden Topal Osman’a bağlı olduğu söylemekten çekinmeyen birinin barışa, özgürlüğe ve demokrasiye susamış halklar için bir umut gibi görülmesidir. Bu kişinin son yaptıkları değil. Son yaşananlar, bir yol kazası, iletişim yanlışı değildir; aslında tam da Topal Osman çizgisine bağlı birinin yapacağı şeylerdir. 

Bununla birlikte, tek bir fotoğraf karesi ile başlayan ve gelen tepkilere verilen “vız gelir tırıs gider” yanıtı ile devam eden sürecin en başta CHP seçmenleri olmak üzere geniş muhalif kesimlerde neden olduğu hayal kırıklığı ve bu temelde başlayan tartışmalar, bu coğrafyaya gerçekten demokrasi, barış ve adalet gelmesi için mücadele eden demokratik siyaset açısından da üzerinde önemle durulması, gerekli derslerin çıkarılması gereken bir süreçtir. 

Bu hayal kırıklığı aslında bizler için bir işaret fişeği olarak görülmelidir. 
Türkiye’ye hakim siyaset yapma anlayışından bunalan geniş toplum kesimlerinin beklentilerini, ne istediğini ama en önemlisi de neyi kesinlikle istemediğini göstermektedir. 

Toplum artık kendisine tepeden bakan, yanlış yaptığını kabul edip toplumun karşısına geçip içten ve gerçek bir özeleştiriyi zayıflık olarak gören siyaset anlayışına ne iktidarda ne de muhalefette tahammülü kalmamıştır. Gelen ilk eleştiride “vız gelir tırıs gider” diyen, siyaseti toplumun beklentilerine göre değil kendi kişisel hesaplarına göre yapan bir anlayışı iktidarın alternatifi olarak kabul etmemektedir. 

Bundan dolayı da bu kriz aslında HDP ve genelde demokratik siyaset açısından tekçiliği değil bu coğrafyanın kültürel, inançsal zenginliğini esas alan, halkı nesne olarak değil kendi sorunlarının çözümünde bir özne olarak gören radikal demokrasi anlayışını en geniş toplum kesimlerine bir kez daha ulaştırmanın bir vesilesi olmalıdır. İktidarın baskısından, adaletsizliğinden bunalan ama aradığını muhalefette de bulamayan toplumun geniş kesimlerine gerçek alternatifin “Türk” siyasetinin dayattığı sunni ikiliğin, bu sunni ikiliğin yarattığı hayali “kahramanların” ötesinde üçüncü bir yol inşa etmekten geçtiğini anlatmanın bir fırsatı olarak görülmelidir.  

Özcesi HDP ve demokratik siyasetin farkını avazımız çıktığı kadar haykırmanın ve bunu pratiğimizle hayata geçirmenin zamanıdır. 

Tersinden söylersek, iktidarın da muhalefetin de HDP’den bu kadar nefret etmesinin, onunla yan yana gelmekten adeta kaçmasının temel nedeni, HDP’nin halklara dayatılan bu “Türk” siyasetinin bir parçası olmamasıdır. “Türk” değil Türkiye siyaseti yapmasıdır. Siyaseti iktidardaki partinin değişmesi değil siyasete hakim zihniyetin değişmesi temelinde yapmak için mücadele etmesidir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.