Demokratik Cumhuriyet’e ulaşmanın yol haritası-2
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Kültür devrimi devrimden önce, yürütülen kitlesel halk mücadelesinin bağrında gelişip olgunlaşmadan, üstünde geçmişin “beneklerini” hala taşıyan halkı “devlet” aygıtıyla “eğitmek” mümkün olmaz.
- “İktidarcı” olmamak, partinin iktidarcı olmamasıdır, yukarıda anlatılan süreçten geçen halkın “devlet olmayan devlet” biçiminde örgütlenerek egemen olmasıdır.
Vaktiyle bize iki yol önerilmişti: Birincisi sosyal demokrat cumhuriyetin seçimle gerçekleşmesinden sonra, kapitalist modernitenin içinde yapılacak reformlar yoluydu. İkincisi ise “dünyayı sarsan on gün” içinde gerçekleşecek devrimden sonra" "her şey iyi olacak" yoluydu.
Paradigmanın iflası, bu iki yolun iflası anlamına geliyor. Yeni paradigma ise üçüncü yol olarak karşımıza çıkıyor. Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncülüğünde Kürt halkının kırk yıldır yürüttüğü Konfederal devrimci süreç üçüncü yolun ta kendisidir. Kapitalizmin içinde reformlarla halkın derdine deva bulunamaz ve halk uzun ve meşakkatli Konfederal devrim sürecinde kendi içindeki “erkeği, milliyetçiliği, iktidar gücüne tapınmayı, zayıfa hükmetme, güçlüye boyun eğmeyi, toprak fetihçiliğini ve doğaya hükmetme modernizmini, tüketim oburluğunu vs. öldürmeden, hiçbir devrim zafere ulaşamaz. Ne sömürünün ortaya çıkışından beri iki bin yıldır süren “reformlar”, ne de “on günde” gerçekleşen devrimler, dinci hegemonyaya karşı özgürlükçü laiklik için, erkek egemenliğine karşı kadın ve cinsiyet özgürlükçü toplum için, doğaya hükmetmeye karşı ekolojik toplum için, sömürgeci, ırkçı, asimilasyoncu ve soykırımcı milliyetçiliğe karşı demokratik ulus temelinde Ortadoğu, Avrupa ve dünya Konfederalist ortak evi inşa etmek için, kapitalist moderniteye karşı komünal, eşitlikçi sosyalizm için mücadelede kendini eğiten, örgütleyen, demokratikleştiren “devrim öncesi” çok yönlü devrimci bir özne, yani halk olmadan, hiçbir kalıcı sonuç alamaz.
Yaşadığımı anlatayım: Sovyet iktidarı bir halk ayaklanmasıyla değil, partinin içeriden çökmesiyle yıkıldı ve Sovyet işçileri yıkanlarla yıkılanlar arasındaki mücadeleyi, o yıkılma esnasında orada olduğumuz için bize “bunlar aralarında iktidar kavgası veriyor ve bu da bizi ilgilendirmiyor” diye anlatmışlardı. Kıllarını kıpırdatmadılar. Bulgaristan’da Dimotrof’un naaşını mozeleden çıkarıp yakanlar Bulgar komünistleriydi. Dimotrof’a sahip çıkanı duymadım. Çavuşesku ve eşini kurşuna dizenler de onların arkadaşlarıydı. Bulgar halkı heyecanla kapitalizmin kucağına atladı.Demokratik Almanya’da, “demokratik sosyalizm” için SED iktidarına karşı kitlesel ve barışçı gösteriler yapılmıştı; ama duvarın yıkıldığı ilk gün milyonlar, “demokratik sosyalizm” sloganını çöpe attı ve Batı Almanya kapitalizminin tüketim merkezlerine birbirlerini ezerek koşuştu. Çekler ve Macarlar zaten vaktiyle ayaklanmışlardı, çöküşü “kurtuluş” olarak alkışladılar. Uzatmaya gerek yok. Bunların binbir sebebi sayılabilir. Ama asıl sebep bu halkların, bir çok yerde ise azınlığın devrim günü patlayan coşkusu, az sonra onların hala bilinçlerinden atmadıkları geçmiş zamanların sosyal psikolojisine yenik düştü. Bir tarafta parti, diğer tarafta gittikçe pasifleşen kitleler kaldı.
Devrim, o devrimin başlayıp iktidarı devirdiği gün biçimsel olarak gerçekleşti. Asıl devrim, halkın kendi kendisini uzun solukla devrimci süreçte eğitmesi, örgütlemesi, mücadele içinde edindiği sosyal psikolojik varlığını kalıcı hale getirmesi, devrimden önce yepyeni bir halk haline gelmesi, devrimin sosyal tabanını geri dönüşsüz bir şekilde inşa etmesidir. Geçenlerde Karayılan Frankfurt Kültür Festivali’nde politik devrim öncesinde kültür devriminin hayati önemini vurgulamıştı. Kültür devrimi devrimden önce, yürütülen kitlesel halk mücadelesinin bağrında gelişip olgunlaşmadan, üstünde geçmişin “beneklerini” hala taşıyan halkı “devlet” aygıtıyla “eğitmek” mümkün olmaz. Kültür devrimi, halkın kendini ağır bedellere mal olan mücadele süreci içinde, elbette partinin öncülüğünde eğitmesi demektir. Bu, politik devrime en büyük hazırlık ve sosyalist inşa sürecinin biricik garantisidir. “İktidarcı” parti halka “öğretmenlik” hatta “dadılık” yapar. Günlük hayatın binbir yoksunlukları ve zorlukları içindeki bir halkı, eğer ortada insani ihtiyaçlar için keskin bir mücadele süreci yoksa, halkın kendisi yoksunluk ve zorlukları bu mücadele içinde aşma pratiği içinde değilse, o halkı o yoksunluklar ve zorluklar ortamında hiçbir devlet gücü eğitemez. İktidarcı parti, hoşnutsuzluk belirtilerini “devrimi savunma içgüdüsüyle” bastırırken, onun verdiği eğitim, o halka vız gelir tırıs gider. Hoşnutsuzluk, henüz devrime yabancı olan bu kitleleri az sonra yabancılaşmış bir mücadelenin, yani karşı-devrimin yıkıcı öznesi haline getirir.
Biz “iktidarcı” değiliz dedikçe, kimileri “devlet teorisindeki” sapmadan söz etmekte. Düşüncelerine saygı duyarız. Ama şunu da söylemeliyiz: “İktidarcı” olmamak, partinin iktidarcı olmamasıdır, yukarıda anlatılan süreçten geçen halkın “devlet olmayan devlet” biçiminde örgütlenerek egemen olmasıdır. Partinin değil, halkın devrimci iktidarı işte böyle bir halkın inşa edilme sürecini, halkın yeniden halklaşmasını “taçlandıracaktır.” Onun yapacağı iş, bürokratik aygıtın işçi sınıfını, kadınları, cinsel farklı bireyleri, ezilen halkları kurtarması değil, kendini kurtaran bu “sosyal” güçlerin kapitalist sömürüye, emperyalist savaşlara ve ekolojik yıkıma son vermesi olacaktır. Hiçbir parti bunlara son veremez, devrimci ve kollektif öncüye sahip ‘Konfederal’ partinin öncülüğünde Konfederal devrimci süreçte kendini inşa eden halk bunlara son verme yeteneğine sahiptir. Yani temel kavram, ne reformdur, ne de reformları devrim sonuna ertelemedir; mücadeledir. Devrim süreci mücadele toprağında çiçek açar, serpilir, büyür, bütün toprağa yayılır ve en sonunda politik devrimde meyvelerini verir; sömürü biter, savaş biter, eşitsizlik biter. Kendi içinde erkeği öldürmüş, softalığı öldürmüş, başkasına düşmanlığı öldürmüş, iktidarcılığı öldürmüş, tüketim oburluğunu öldürmüş, sincapa, kelebeğe, havadaki oksijene, kutuplardaki buzullara hükmetme arsızlığını öldürmüş, kendini yeniden doğurmuş halk, politik devrimden sonra, ektiği tohumun meyvelerini kendi arasında eşit olarak bölüşen “ahlaki politik toplum” haline gelecek ve onun kazanımlarına el uzatacak olanla kendisini, devrim öncesinde nasıl savunduysa öyle savunacaktır.
Bakın Kurdistan’a bizlerin feodal diyerek karaladığımız klanın bağrından yeni insanın nasıl kendi kendini doğurduğunu göreceksiniz.
Bu düşünceler temelinde ben, Kürkçü yoldaşın “terminolojik önerisi” yerine Yeşil Sol Partinin Konfederal devrimci sürecin yol haritasına yoğunlaşmasını daha amaca uygun buluyorum.