Deprem, kader, helallik, yasak

Cihan DENİZ yazdı —

  • Siyaset her alanda yasaklanmak istenince hesap verme, istifa etme gibi siyasi eylemlerin yerini de helallik isteme, hakkını helal etme gibi eylemler alır. 

Meral Akşener’in “Türk” siyasetinde sebep olduğu yapay ve zorlama “deprem”, gerçek deprem ve onun etrafında iktidarın oluşturmaya çalıştığı gündemi gölgelememelidir, onun önüne geçmemelidir. Ki iktidarın da en büyük arzusu, gerçek gündemin yerine yapay gündemlerin toplumun gündemini meşgul etmesi ve bu şekilde de kendi gerçekliğinin tartışılmamasıdır.

O nedenle de biz halkların, ezilenlerin gerçek gündeminden devam edelim.

Deprem kuşkusuz bir doğa olayıdır.

Bununla birlikte Türkiye’de yaşanan son deprem bir kez daha göstermiştir ki, deprem ne kadar yaşanması kaçınılmayacak doğal bir zorunluluk olsa da, dünya üzerindeki deprem deneyimleri ve farklı ülkelerin yaşadığı deprem felaketleri karşısında çıkardığı dersler ve aldığı önlemler düşünülünce, yarattığı yıkım çok büyük oranda doğal değil, iktidar yapımıdır.

7.4 ve 7.6 büyüklüğündeki depremlerde Japonya’da ölenlerin sayısı tek haneli rakamlarda kalırken Türkiye’de neden 45.000 kişi, o da resmi açıklamalara göre, kişi yaşamını yitirmiştir? Başka deprem ülkelerinde deprem kadar deprem sonrası için de çok önemli hazırlıklar yapılırken, Türkiye’de depremin üstünden geçen bir aya rağmen çadır gibi bir konu neden hala tam olarak çözülememiştir?

İşte bu ve benzeri tüm soruların cevabının merkezinde iktidar vardır. Bu nedenle de iktidar bunların sorulmaması, tartışılmaması için gözünü karartmış bir şekilde her şeyi yapmaktadır. En başta da, depremi bilimin bir konusu olmaktan çıkarıp yaşananları dini bir çerçeveye sıkıştırmaya çalışmaktadır.

Tam da en çok siyaset konuşulması, siyaseten hesap sorulması gereken bir anda siyaset, siyasi partilerden medyaya, akademiden meslek örgütleriyle sivil toplum örgütlerine yasaklanmak istenmektedir. Futbol stadyumlarında Fenerbahçe ile başlayan “hükümet istifa” sloganları, en geri demokrasi de bile görülmeyecek şekilde iktidar ve çevresi tarafından adeta bir suç gibi görülmektedir. Taraftarlar, sanki bizzat iktidarın kendisi her fırsatta stadyumdan camiye her alana siyaset sokmuyormuş gibi, futbolu siyasete alet etmekle suçlanmaktadır.

Toplumun her kesiminden yükselen tepkiler karşısında iktidar ise sanki deprem öncesinde, deprem sırasında ve deprem sonrasında her şeyi doğru ve olması gerektiği gibi yapmış gibi neredeyse tüm olumsuzlukları kader ile açıklayıp sorumluluktan sıyrılmaya çalışmaktadır. Toplumda yükselen büyük tepki sonucu eksiklikleri az da olsa kabul etmek durumunda kaldığında ise, depremde sevdiklerini, evini, içinde soluk alıp verdiği mahallesini kaybetmiş depremzedelerden helallik isteyerek konuyu kapatmaya çalışmaktadır.

Siyaset her alanda yasaklanmak istenince hesap verme, istifa etme gibi siyasi eylemlerin yerini de helallik isteme, hakkını helal etme gibi eylemler alır. Ve bizler de deprem gibi aslında din ile ilgisi olmayıp bilim ve siyasetin konusu olan depremi kader, kader planı, helallik isteme, hakkını helal etme gibi dini kavramlar çevresinde tartışmaya mecbur bırakılıyoruz.

İktidar kendisini toplum ile devlet ve iktidar arasındaki ilişkiden siyaseti dışlayıp yerini dini kavram ve uygulamalar ile ikame etmeye çalıştıkça, ilk başta paradoks gibi gözükse de din üzerindeki baskı ve tahakkümünü artırmaktadır.

Kendi yetersizliklerini, sorumluluklarını dini bir kılıf ile örtmeye çalıştıkça, dinin iktidar eliyle bu şekilde araçsalaştırılmasını kabul etmeyen, farklı düşünen, dini farklı yorumlayan ilahiyatçılar, din inanları ve dini çevreler de iktidarın baskısına ve engellemesine maruz kalmaktadır.

Tam da bu “kader”, “helallik” gibi tartışmaların ortasında geçtiğimiz günlerde çok önemli bir gelişme yaşandı. İlahiyatçı İhsan Eliaçık tarafından kaleme alınan Kuran tefsiri Diyanet İşleri’nin talebi ile toplatıldı. Mahkemenin Diyanet İşleri’den daha “insaflı davranıp” toplatma kararı vermekle birlikte , kitaba ait nüshaların imha edilmesi talebini kabul etmemiştir. Aslında bu ilk değil, daha önce de Edip Yüksel ve Gazi Özdemir tarafından hazırlanan Kuran mealleri ve tefsirleri de yine Diyanet tarafından yasaklatılmıştı.

Yasak gerekçesi ise tam bir felaket: “İslam dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı unsurlar içermek.”  Diyanet, hangi hakla ve neye dayanarak hangi kitapların dine uygun, hangilerinin dinen sakıncalı olduğunu belirliyor ve sakıncalı bulduklarının yasaklanmasını ve imha edilmesini talep ediyor, bilemiyoruz. Bunun demokrasiyle, ifade özgürlüğüyle, din ve vicdan özgürlüğüyle bir alakasının olmadığı kesindir. Ama anlamı çok açıktır; iktidarın son kale olarak gördüğü bir alanda kendisini, yaptıklarını, yapmadıklarını sorgulayacak bir dini söyleme tahammülü yoktur. 

Aslında toplumda büyük tepki uyandırması gereken bu yasaklama maalesef gündemin yoğunluğu içinde kaybolmuştur.

Sonuç olarak, mevcut iktidar da dini kendinden önceki iktidarlar gibi araçsallaştırmakta ve kendi din anlayışını devletin tüm olanaklarını kullanarak tüm topluma empoze etmeye çalışmaktadır. Dini kendisi gibi yorumlamayanları ise baskı altına almaktadır. Ve dediğimiz gibi iktidar kaybettiği desteği ve meşruiyeti geri kazanmak için dine sarıldıkça, bu baskılar da artmaktadır.

İslami çevrelere karşı yapıldığı iddia edilen 28 Şubat post modern darbesinin tam da yıldönümünü iktidarın sözde darbe karşıtı, vesayet karşıtı nutuklarının karşısında Kuran meallerinin yasaklandığı bir Türkiye olarak karşılamak aslında tekçilik konusunda devlette nasıl bir sürekliliğin olduğunu, vesayetçiliğin bırakınız ortadan kalkması, daha da güçlü bir halde nasıl devam ettiğini bir kez daha göstermesi açısından oldukça ironiktir.

Tam da bu nedenle, bu da aslında sadece muhalifler için değil,tüm dini kesimlere, çevrelere, tarikatlara, bugün için siyasi iktidar ile ilişkileri ne olursa olsun, bir mesaj olmalıdır. Diyanet eliyle dinin bu şekilde araçsallaştırıldığı ve birilerini baskı altına almak için kullanıldığı bir süreçte sadece muhalif olmamak da yeterli değildir. İktidarın iktisadi kaynaklarının sonuna gelindiği ama farklı cemaatler, tarikatlar arasında kazanç savaşının, rekabetin hiç olmadığı kadar keskinleştiği bugünlerde herkes aslında tehlike altındadır.  

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.