Devrimle iktidar gider, savaşla ülken yıkılır

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Kürdistan Ortadoğu’nun nasıl kalbi ise, Afganistan da Orta Asya’nın kalbidir. Şimdi soğuk savaşın binbir riskle dolu adımları burada atılıyor.

Rojava Devrimi 9. yaşına ayak bastı. 

Sözün Özü Programı’nda Tuğba Hazer’le birlikte PYD Başkanlık Kurulu Üyesi Foza Yusuf’la  devrimin aktüel durumu, sorunları ve çözümü üzerine konuştuk. Konuşmaya devam edelim.

Devrim, bir çok devrim gibi, kapitalist devletlerin arasında yaşanan savaşın bir sonucu olarak doğdu. Savaşların sonuçları halklar için elbette acılıdır. Yıkım getirir. Ancak bilmeliyiz ki savaşların her zaman iki birbirine zıt sonucu vardır; en yıkıcı sonuç savaşan devletlerin kendi halklarının kanları pahasına “barışmasıdır”. Uzağa gitmeye gerek yok; Lozan’da birbiriyle düşman iki devlet anlaştı. Bu asıl olarak Kürdistan’ın paramparça edilmesine, öte yandan da Türkiye topraklarında binlerce asırdır yaşayan Hıristiyan halkların topraklarından kovulmasına yol açtı. Savaştan sonra “barışın” sonucuydu bu. 

Emperyalist savaşlar aynı zamanda devrimlerin de şafağıdır. Birinci Dünya Savaşı’nın şafağında Büyük Ekim Devrimi doğdu. İkinci Dünya Savaşı’nın şafağı Çin Halk Devrimini aydınlattı. Soğuk Savaş’ın  şafağında Küba, Vietnam, Angola, Portekiz devrimleri sökün etti. 

Üçüncü Dünya Savaşı’nda bu savaşı başlatan ve ona katılan devletler kendi aralarında Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Kafkasya halklarının cesetleri üzerinde bir “barış masası” kuramadı iseler, bunun nedeni “emperyalist barışın” bir de “demokratik” alternatifi olduğunun Rojava devrimiyle ortaya çıkmış olmasındandır. Şimdi devrim halkların önüne “emperyalist haksız paylaşım barışı” mı, yoksa “demokratik, eşit, haklı, şerefli barış” mı ikilemini koydu. Seçim halkların olacak. 

Devrimin bütün karakterini alt üst ettiği 3.Dünya Savaşının şimdilik ve biricik mağlup olan ülkesi Türkiye’dir. Türkiye ABD’nin ve NATO’nun emrinde Ortadoğu’da “ılımlı İslami beşinci kol” olarak ve kendi bölgesel emperyalist tekellerinin menfaati doğrultusunda bu savaşa girdi. Kobanê zaferi onun Stalingradı oldu. 

Ama yenilen pehlivan güreşe doymazmış. Şimdi Türkiye bu defa “yeni soğuk savaşa” içine yuvarlandığı krizden çıkma umuduyla NATO’nun saflarında doludizgin yürüyor. Bu defa yenilginin bedeli Türk sömürgeci, emperyalist devletinin sonu olabilir. 

Kürdistan Ortadoğu’nun nasıl kalbi ise, Afganistan da Orta Asya’nın kalbidir. Şimdi soğuk savaşın binbir riskle dolu adımları burada atılıyor. 

18/19. Yüzyıldan, 20. Ve 21. Yüzyıla kadar geçen zaman içinde Müslüman olmayan devletlerin Afganistan’ı ele geçirme maceraları hüsranla sonuçlandı.  Tıpkı Ortadoğu’da olduğu gibi şimdi sıra “ılımlı İslam” sahte bayrağı altında önce Afganistan’da, sonra Rusya ve Çin’e karşı tüm Orta Asya ye Pasifikte hegemonyayı ele geçirmeye geldi. 

TC’nin NATO çekildikten sonra Afganistan’da mevzilenme sorununu ele alırken Erdoğan’ın abuk sabuk gibi görünen, fakat tüm NATO ve TC stratejisini “aydınlatan” konuşmasına işaret edelim. Konuşma aynen şöyle:  

"Taliban'ın açıklamalarında ‘Türkiye'yi istemiyoruz’ gibi bir ifade yok. Kendilerine göre bazı açıklamalar yapıyorlar. Ve bize yönelik bazı yaklaşımları var. Bu adımları atarken bizim Türkiye yönetimi olarak bazı planlarımız var. Bu planlarımızın gereğini yerine getiriyoruz. Gerek dışişleri nezdinde gerek şahsım olarak bu adımları atıp ne gibi görüşmeler yapacağız bunlarla nereye ulaşacağız. Bunun gayreti içerisindeyiz. Taliban’ın yaklaşımı bir Müslümanın bir başka Müslüman’a yaklaşımı değildir. 

Burada Taliban'ın adeta bir işgal hareketini devam ettirmesi doğru bir yaklaşım değildir. Biz buradan Taliban'a sesleniyoruz. Kardeşlerinin topraklarını işgal etmeyi bırakması lazım. Bir an önce böylece Afganistan'da barışın egemen olduğunu göstermemiz lazım."  

Burada açık olarak görülüyor k, Türk devleti ve rejim Suriye’den farklı olarak Afganistan’a “Afgan baharı” için “sahte” demokratik kimliği ile gitmeyecek; düpedüz “Müslüman” kimliği ile gidecek. Hatta gitti bile diyebiliriz. Daha şimdiden Taliban’ı “kardeşlerinin toprağını işgal etmekle” suçladı. Böylece ABD desteğiyle ayakta duran Hükümet tarafına destek verdi. Bir yandan da Talibanla görüşmeler yoluyla anlaşma yollarını aradığını açıkladı. “Bazı planlarımız var” bile diyerek, içine girilen tehlikeli yola işaret etti. Sonra da “Taliban’ın yaklaşımı bir Müslüman’ın bir başka Müslüman’a yaklaşımı değildir” diyerek Taliban’la ucu savaşa açılan gerilimi ilan etmiş oldu.  

Müslüman kimliği ile girilen savaştan demokrat kimlik ile çıkılmaz. Savaş demokratı bile delirtir, onu milliyetçiliğe, sonra faşizme götürür. Savaşa “ılımlı Müslüman” diye girersen, oradan “radikal müslüman” olarak çıkarsın. Tıpkı Arap Baharı’nda “ılımlı ÖSO”nun bir yıl geçmeden DAİŞ, NUSRA haline dönüşmesi gibi. 

Ezcümle Erdoğan’ın bu kısa ve “veciz” konuşması TC’nin ve dolayısı ile NATO’nun Orta Asya’daki stratejik “sırlarını” ifşa etmekle kalmamış, TC’nin bu defa başının tam anlamıyla belaya girmek üzere olduğunu da ortaya koymuştur. 

Taliban TC savaşının şafağı anti-faşist devrimin yolunu aydınlatır mı? Yoksa bir felaketin habercisi mi olur? Güncel soru budur.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.