HAYAL
Hatice ERGÜN Haberleri —
- Siyasetçilerin yönetme pratiklerini ve kamuyla olan ilişkisini kişisel özellikleri üzerinden anlatmak yeni değil. Kişi deneyimlediklerini tarihsel koşulları içerisinden ve diğerleriyle etkileşiminden doğru anlatmadıkça tarihi kendisi, diğerlerini olumlayıcıları kıldıkça şahsiyetçi yönetimin zemini sağlamlaşır. Bu anlatım biçiminin yönetenden yönetilene doğru yayılması ise faşist siyasetin gündeliğe sızışına işaret eder.
Ne tuhaftır, mahremin bunca yaygın ve köklü olduğu bir toplumda, Türk toplumunda, kişiye özel olan, kişiye saklı olan ve dolayısıyla mahremin ta kendisi olan, pat diye kamuya açılabiliyor; fütursuzca dışa çarpılıyor – dışavurum demiyorum; zira dışavurum estetik bir kaygıyı getirir. Burada söz konusu olan estetik ve/ya da herhangi bir dışsal kaygıyla ilişkilenemeyen bir kendilik hali. Kendini olduğunca ve vardığınca dayatma derdi. İçi dışı bir olmanın, çalkanıp yerinden edilmiş versiyonu. Yontulmadan, diğerlerinin varlığına rağmen olduğu, istediği, talep ettiği her şeyi dayatma hali. Thomas Hobbes’un savaş durumunu anlatırken kullandığı herkesin herkese hasım, düşman olduğu haller. Yine bugünün şahsiyetçi siyasetinde samimiyetin mahremin dolayımsız aktarımıyla tanımlandığı haller.
Bu nedenle Melih Gökçek, Ankara’da 23 yıllık belediye başkanlığı boyunca izlediği rant siyasetinin içerisine önce Harikalar Diyarı, ardından Ankapark gibi kısa vadede işlevsizleşen inşa projeleriyle ‘hayalleri’ni yerleştirirken oylarından kaybetmedi. Bu nedenle Donald Trump, ‘Amerika’yı eski büyüklüğüne kavuşturma’ hayalini 2016’da başkan seçilmeden önce, sonra ve bu sene başkanlıktan ayrılış sürecinde farklı biçimlerde bıkmadan dile getirdi: ‘… Kariyerimi politikacı olarak yaşamadım. (Hep) ufka bakan ve sonsuz olasılıkları hayal eden bir kurucu olarak yaşadım.’ Trump’ın hayalleri, dört yıllık başkanlık performansında göçmen karşıtı uygulamalar, artan polis şiddeti, artan bireysel silahlanma, artan yoksullaşmada somutluk kazandı. Veda konuşmasında, başkanlık performansını ‘Amerika’yı eski büyüklüğüne kavuşturma’ yolunda atılmış bir adım olarak anlattı ve Florida’ya uçmadan önce ekledi: ‘Bir şekilde geri geleceğiz.’ Ufka bakıyor muydu; emin değilim.
Siyasetçilerin yönetme pratiklerini ve kamuyla olan ilişkisini kişisel özellikleri üzerinden anlatmak yeni değil. Siyasetçilerle ilgili biyografilere baktığımızda bunun istisna olmadığını görürüz. Hitler’in büyük sanatçı olma hayali ve dolayısıyla hayal kırıklığının arka plana özenle yerleştirilen siyaset hikâyesinde kişisel özellikler tarihsel dinamikleri neredeyse alt eder. Kuzeninin Trump hakkında yazdığı kitapta klinik psikiyatrist otoritesini kullanarak koyduğu teşhisle baba Fred Trump’ı ‘sosyopat’, oğul Trump’ı sosyopat bir babanın etkisiyle geliştirdiği güvensizliği kadın düşmanı ve agresif tavrında, safahat ortamında yetişmiş olmasının herkesi ve her şeyi ‘parayla’ ölçen ‘çarpık davranışlarında’ bulan ve bugün yaptıklarını böyle bir arka planla açıklayan yaklaşımda Trump’ın aile dışında bir grup, topluluk, birimle ilişkilenmeden yaşayageldiği, yönetimdeyken hep tek başına hareket ettiği kabulü belirir. Bu tür kişisele dönük okumalar, ilgili kişilerin bulundukları konuma gelmelerini ve bu konumda kalmalarını, kalırken yapıp ettiklerini salt kendilerinden menkul anlamanın riskini barındırır. Olumlulukları ve olumsuzlukları tek bir kişiye bağlar; kişi bütünsel olarak kötüdür ya da tamamen iyidir – kahramanlaştırmayla şeytanlaştırmanın dansı böyle başlar.
Siyasal anlatıların, özellikle siyasi tarihin kişiler ve özellikle muktedirler üzerinden öykülenmesi kolaydır. Fazla değişken yoktur; hamuru iyi ya da kötü olan, büyük, güçlü, adamlar vardır – kadın olanları azdır, olanlar neredeyse mitik varlıklardır. Biyografiler, bu anlatıların genel kamuya yayılmasını sağlar. İşin içine kişinin kendini anlatması girdiğinde kişiselin kamuyu gasp etme riski yükselir. Kişi deneyimlediklerini tarihsel koşulları içerisinden ve diğerleriyle etkileşiminden doğru anlatmadıkça tarihi kendisi, diğerlerini olumlayıcıları kıldıkça şahsiyetçi yönetimin zemini sağlamlaşır. Bu anlatım biçiminin yönetenden yönetilene doğru yayılması ise faşist siyasetin gündeliğe sızışına işaret eder.
Bu nedenle, 1 Ocak 2021’de, cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Recep Tayyip Erdoğan’dan yeni yıl hediyesini Boğaziçi Üniversitesi (BOUN) rektörlüğüne atanarak alan oluveren Melih Bulu’nun BOUN öğrencilerinin ve yüksek sayıda öğretim elemanının protestosuna takiben istifayı düşünüp düşünmediği sorusuna, bunun gençlik hayali olması nedeniyle düşünmediği yanıtını vermesi, diğer birçok şeyin yanında Türkiye’de faşist siyasetin eriştiği alanın genişlediğini gösteriyor.
Kişinin kendini masaya yatırmasıyla kendine hayran kalması arasında epey bir mesafe var – kendi dışındakilerle birlikte düşünmeye dayanan eleştirel göz olmadığında bir çırpıda kapanıveren bir mesafe. Fena olan bunun salt kendini bilmezliği getirmesi değil. Hiçbir şekilde kişinin kendinden menkul olmayan maddi, parasal ve kurumsal güçle beslendiğinde birlikte yaşamayı imkânsız kılan bir zorbalığı mümkün kılması.
Hayallerini, diğerlerine rağmen değil hep birlikte yaşayabilmek için kurabilen insanların da olduğunu biliyoruz. Çoğalırlar, çoğalırız.