Hem Türk hem sosyolog hem Kürt’ün iç meselesi 

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Tarihin bu anında Kürt halkı kendini diğer halkların ve diğer parçalardaki Kürtlerin devrimci mücadelesinden izole edip, tıpkı Türk halkı gibi kendi “dar ve hiçbir garantiye sahip olmayan” “kısmi” sınırlarına mı hapsetmeli, yoksa dünya halklarının sevgilisi mi olmalı?

Her ne kadar sonuna kadar vardırma imkanı bulamasam da bendeniz de bir nebze “sosyoloji” okudum. Ana tarafından Türk olduğumu da eklersek, Türk sosyolog Beşikçi ile aynı mesleki ve “milli” kategoride sayılabilirim.

Kürt halkının “iç meselelerine” mümkün olduğu kadar “şahsi” görüşlerim temelinde karışmaktan hoşlanmam. En fazla bu konularda aklıma yatarsa, Kürt arkadaşların görüşlerini desteklerim.

Şu sıralar Kürtlerin “iç meselesi” haline gelen Beşikçi ile ilgili de pek konuşmak istemedim. Sonra bir baktım ki o her ne kadar “iç mesele” haline gelmiş olsa bile Kürtlerin “iç meselesi” değil. Biz “Türklerin” ve biz “sosyoloji” mürekkebi yalamışların “iç meselesi”. O halde gönül rahatlığı ile konuşmam mümkün. Ve bir de Ayşe Nur (Sarısözen) Zarakolu’nun Beşikçi ile birlikte Türk devletinin hışmına uğramış olması da, Beşikçi ile ilgili “ailevi” bir ilgi duymamı “hissi” bakımdan haklı kılıyor.

Ayrıntıları bir yana bırakıyorum. Beşikçi Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını “ayrı ulus devlet kurmaktan” yana kullanmasını savunmaktadır. Bu açıdan Öcalan’ın “Demokratik Cumhuriyet, ortak vatan, demokratik ulus, konfederalizm” teorilerini eleştirmektedir. Bununla kalsa elbette sorun yok. Ama şu son zamanlarda Güney Kürdistan’daki Federe Bölge yönetimi ile PKK arasındaki tehlikeli gerilime taraf olmuştur. Ne adına “Kürt ulus devletini savunma” adına.

Oysa Güney’in durumu kesinlikle “ulus devlet” durumu değildir. Çünkü Güney şu anda bir devlet değildir. Irak devletine federalizm temelinde bağlıdır. İlkesel bakımdan Öcalan’ın önerdiği model de benzer bir modeldir. Gerçi Öcalan’ın önerdiğinden içerik bakımından ve perspektif bakımından farkları olsa da Beşikçi’nin savunduğu “Kürt ulus devleti” modeline hiçbir şekilde benzememektedir. Perspektif açısından bakarsak, Güney’deki “kazanım” henüz mutlak bir garanti altında değildir. Topraklarının bir kısmı Türk işgalindedir, Kerkük Arap işgalindedir. Şengal de tehdit altındadır.

Garanti bütün parçalardaki Kürtler arasındaki “birlikte” mi, yoksa Güney’i kuşatan devletlerle diğer parçalardaki Kürtler aleyhine işbirliğinde mi? Bu soruya “sosyoloji” ve “tarih” bilimi açısından verilecek tek bir yanıt var: Birlik.

Şimdi işin asıl özüne gelelim.

Öcalan, Sovyetler Birliği’nin ve “reel sosyalizmin” çözülmesiyle birlikte adım adım “ulus devlet” teorisinden koptu. Bu kopuş dünya durumunun stratejik değişimiyle doğrudan bağ içindedir.

Bilindiği gibi Beşikçi ile birlikte yaşadığımız 20. Yüzyılın ikinci yarısı boyunca ulusal kurtuluş mücadeleleriyle ilgili durum şuydu: Sömürgeler hızla özgürleşiyordu. Ancak bu özgürleşmenin emperyalist sistemden bağımsızlığı, sosyalist dünya sistemiyle ittifak kurmasına bağlıydı. Aksi halde eski sömürge ve yeni “ulus devletler”in varlığı, o devletlerin nüfusunun “kazanımı” olma dışında hiçbir “devrimci stratejik” sonuç doğuramazdı. Bunlar da “yarı bağımlı” ülkeler olarak emperyalist dünya sisteminin parçası olmaktan başka bir rol oynayamazlardı. Çünkü “eski sömürgecilik” yürürlükten kalkmış “yeni sömürgecilik” sömürgelerin sosyalizmin etkisi altında “ayaklanmasına ve bağımsızlığına” kendisini uydurmuştu. Örneğin Türk ulusal kurtuluş mücadelesi bu açıdan ilginçtir. Sovyetlerle ittifakı bozduğu gün onun kuruluşu dünya devrimci süreci bakımından hemen hemen hiçbir anlam taşımaz olmuştur. Hatta tersi… Giderek karşı devrimci bir rol oynamıştır. NATO…

Demek ki burada “ulus devletin” anlam kazanmasında kilit kavram “sosyalist ülkelerle ittifak” kavaramıdır. Bu ittifak ortadan kalkınca “ulus” devlet milliyetçiler için bir anlam taşısa bile “dünya devrimci süreci” bakımından hiçbir anlam taşımaz olmuştur.

Kürt devrimcileri ve sosyalistleri bakımından bu durumda ortaya çıkan problem şudur: Daha önce sosyalizmle ittifak temelinde verilen ulusal kurtuluş mücadelesi yeni dünya durumunda hem Kürt halkının milli menfaatleri, hem de onun sosyalist geleceği bakamından nasıl bir içerik kazanmalı? Ve bu mümkün mü? Kürtler Türk devleti gibi bir devlete mi sahip olmalı, yoksa tüm insanlığın geleceğinde “kadın eşitlikçi, ekolojik ve demokratik sosyalist” bir “devlet olmayan devlet” olarak rol mü oynamalı?

Tarih Kürt halkına, bir bakıma Ekim Devrimi esnasında Rus proletaryasına yüklediği misyona benzer bir misyon yükledi. Tüm insanlığın kurtuluşuna öncülük etmek. Sosyolog eğer arkaik bir doktrinin kurbanı değilse şu soruya pozitif bir yanıt vermelidir: Tarihin bu anında Kürt halkı kendini diğer halkların ve diğer parçalardaki Kürtlerin devrimci mücadelesinden izole edip, tıpkı Türk halkı gibi kendi “dar ve hiçbir garantiye sahip olmayan” “kısmi” sınırlarına mı hapsetmeli, yoksa dünya halklarının sevgilisi mi olmalı?

Kobanê’de olduğu gibi…

“Türkler ve sosyologlar” Kürtlerin “iç meselesi” haline gelmek yerine, bu sorulara yanıt aramalıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.