Her yerde barış ve demokrasi

Cihan DENİZ yazdı —

  • Sadece ekonomi değil, hukuk sisteminin de iflası, Kürt Sorunu’nun şiddet yoluyla çözülmeye çalışılmasının yarattığı iklimin bir ürünüdür. Şiddet siyaseti hukuksuzluğu beslemiş ve bu hukuksuzluk sadece Kürtler ile sınırlı kalmamış, tüm ülkeye, tüm sisteme yayılmıştır.

 

MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin konuşmasıyla işareti verilen, PKK Lideri Abdullah Öcalan ile gerçekleştirilen görüşmeler ve neticesinde yaptığı çağrı ile hızlanan ve İmralı Heyeti’nin AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı görüşme ile yeni bir aşamaya evrilen süreç karşısında siyasetçisiyle, gazetecisiyle, aydını ile iktidara muhalif olma iddiasındaki bir kesimin geliştirdiği tavır ve söylem, bir kez daha Kürt Sorunu’na barışçıl çözüm ile bu coğrafyanın tüm halklarının özgürlük ve demokrasi sorunu arasındaki bağı görme noktasında ne kadar kör olduklarını ortaya koymuştur.

Abdullah Öcalan’a ilişkin siyasiyi geçelim en asgari insani nezaketten bile yoksun sözler, ifadeler, sürecin akamete uğraması halinde kendilerini neyin beklediğini çok iyi bilmelerine rağmen bu coğrafyaya barış ve demokrasinin hakim olması için her türlü bedeli ödemeyi göze alan DEM Parti Eşbaşkanları, görüşmeleri yürüten yöneticileri hakkında küçümseyici ve karalayıcı açıklamalar, “Kürtler iktidar ile anlaştı” ve benzeri kara propaganda ürünü iddialar barış umudunun yükseldiği her anda olduğu gibi yine piyasaya sürüldü.

Onlara göre İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı tutuklanırken, bunu protesto etmek için sokağa çıkan insanlar polis şiddetine maruz kalıp tutuklanırken İmralı’da görüşmelerin yürütülmesi, AKP açısından “ihanet”, Kürtler açısından ise Türkiye’deki özgürlük ve demokrasi mücadelesine sırtını dönmek anlamına gelmektedir.  

İktidar ile ilgili söylediklerine, konunun muhatapları cevap verebilir.

Ama Kürtler ilgili olarak; Kürtler, sadece Türkiye ile de sınırlı olmayacak şekilde, aynı coğrafyayı paylaştığı halkların özgürce ve demokratik bir düzen içinde yaşamasını kendi yaşadığı sorunların dışında görmemektedir. Bencil bir milliyetçilik ile kendileri dışında başka halkların sorunlarına, sıkıntılarına sırtını dönmemektedir. Abdullah Öcalan, en zorlu koşullarda bile ortak yaşamın siyasi yönünün ötesinde felsefi ve teorik yönlerinin de üzerinde durmaktadır. Ne kastettiğimizi anlamak isteyenler için Rojava örneği orada durmaktadır.

Ama herkes başkasını kendi gibi bilir misali, bunca yaşananın ardından, her kritik anda “devlet politikası” diyerek iktidarın kuyruğuna takıldıklarını, “Anayasa’ya aykırı olduğunu biliyoruz ama yine de dokunulmazlıkların toplu şeklide kaldırılmasına evet diyeceğiz” diyerek Türkiye siyasi tarihinin en büyük hukuksuzluklarından birinin parçası olduklarını unutarak, bir kez daha Kürtleri iktidarla anlaşmak ile suçlamaları, Kürt Sorunu’na barış için atılan adımların karşısında durmaları, Türkiye’de muhalif olma iddiasındaki önemli bir kesimindeki siyasi körlüğün ötesinde bir duruma işaret etmektedir.   

Muhalefetin göremediği, görmek istemediği, belki de dayandığı tekçi ideoloji nedeniyle görmesine imkan olmayan yalın gerçek, İmamoğlu’nun haksızlığı ve hukuksuzluğu açık olan bir şekilde tutuklanarak görevden alınmasının, Şişli Belediyesi’ne kayyum atanmasının, en temel anayasal haklarını kullananların maruz kaldığı gözaltı, tutuklama, şiddet ve benzeri baskıların Kürt Sorunu’na çözüm yönünde Abdullah Öcalan ile yürütülen görüşmelerden değil, tersine Kürt Sorunu’nun çözülmeden bugüne gelmesinin ve bu çözümsüzlüğün yarattığı olumsuzlukların bir sonucudur. Diğer bir ifade ile İmamoğlu, Abdullah Öcalan ile görüşüldüğü için veya bu görüşmelerin bir şartı olarak tutuklanmamıştır. Tersine İmamoğlu’nun tutuklanmasına yol açan siyasi iklim, geçmişte Abdullah Öcalan ile yürütülen görüşmelerin sonuçlanmamasının, en son Dolmabahçe’de üzerinde uzlaşılan Mutabakat’a bağlı kalınmamasının ürünüdür.

Geçmiş süreçlerin boşa çıkarılmasının bedelini tüm halklar çok ağır şeklide ödedi ve hala ödemeye devam ediyor. Bugün en çok şikayet edilen konular olan her alana hakim olmuş hukuksuzluklar, halkların içine itildiği derin yoksulluk hali, sadece devletin veya iktidarın değil toplumun da her alanda içine sürüklendiği çözülme hali ve yoksullaşma, her alanda yaşanan kirlenme ve çözülme; tüm bunlar iktidarın Kürt Sorunu’nun çözülmesi yönünde adımlar atıldığı için, Abdullah Öcalan ile görüştüğü için yaşanmamaktadır. Bunların tek olmasa da en temel nedeni Kürt Sorunu’ndaki çözümsüzlük ve bunun yarattığı sonuçlardır. Kürt Sorunu’ndaki çözümsüzlük tıpkı 90’larda olduğu gibi, bugün de sadece Kürt halkının değil diğer halkların da yaşamını doğrudan etkilemektedir. 2015 yılından beri Kürt Sorunu’nu şiddet yoluyla çözmek için harcanan on milyarlarca liranın bugün yaşanan derin ekonomik kriz ile olan ilgisi açıktır. 1990’ların sonu ve 2000’lerin başında olduğu gibi bugün de çözümsüzlük ülkeyi ekonomik açıdan iflasa sürüklemiştir.

Sadece ekonomi değil, hukuk sisteminin de iflası, Kürt Sorunu’nun şiddet yoluyla çözülmeye çalışılmasının yarattığı iklimin bir ürünüdür. Şiddet siyaseti hukuksuzluğu beslemiş ve bu hukuksuzluk sadece Kürtler ile sınırlı kalmamış, tüm ülkeye, tüm sisteme yayılmıştır. İktidar, Kürdistan’ı adeta bir laboratuvar görmüş, orada denenen daha sonra adım adım tüm Türkiye’de devreye konmuştur. 

Kürt Siyaseti bu denklemi tersine çevirmenin mücadelesini vermektedir. Bu coğrafyadaki birçok sorunun kaynağı olan Kürt Sorunu’na barışçıl ve adil bir çözüm bularak tüm coğrafyanın özgürleşmesini ve demokratikleşmesini hedeflemektedir.  

İktidar, “Cizre’ye nasıl girdiysek ODTÜ’ye de öyle gireriz” diyerek aslında çözümsüzlüğün sadece Kürtlerin değil Türklerin de özgürlüğünü, hakkını ortadan kaldırdığını, istemeden de olsa itiraf etmiştir.

Muhalefetin görmediği budur. 

Sonuç olarak, muhalefetin Kürt Sorunu’nun çözümü karşındaki negatif tutumunu değiştirmesi gerekmektedir. İktidarı Abdullah Öcalan ile görüştüğü için değil, atması gereken adımları zamanında atmadığı için eleştirmesi gerekmektedir, bu noktada sorumluluk alıp sürecin parçası olmalıdır. Çözüm çabalarının boşa çıkarılmasının ne anlama geldiğini sadece Kürt halkı değil, Türkler başta olmak üzere tüm bölge halkları en acı şekilde yaşayarak gördükten sonra, kimsenin sırf iktidara karşı olmak adına bu tarihi fırsatın karşısında durma lüksü yoktur.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.