Kapitalizme mecbur değiliz!

Demir ÇELİK yazdı —

  • Kapitalist modernitenin tüketen ve tek tipleştiren anlayışı yerine, demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü anlayış ile çokluğu ve çeşitliliği esas alan konfederal ortak yaşamı inşa edebilsek, sorunu çözebilmemiz mümkün olacaktır.  

Devletli sistemin neden olduğu ekolojik yıkım, her geçen gün daha da boyutlanarak devam ediyor. Devlet ve iktidarın sınır tanımaz tahakküm ve hegemonyası bir yandan insan toplumsallığını parçalayıp dağıtırken, diğer yandan da ekosisteme ve onun iç dinamizmine müdahale ile gezegenimizi yıkıma uğratmaktadır. İnsanlıktan sapma olarak ortaya çıkan devlet ve iktidarın, gelinen noktada siyasal, sosyal, kültürel, kadın ve ekolojik kırım ile insanlığa kabusu yaşatmaktadır. Neden olduğu bu kıyım ile sadece kendi sonunu hazırlamıyor, aynı zamanda gezegenimizdeki yaşamı yok etmektedir. 

Ekosistem, kendisini çokluğun ve çeşitliliğin fonksiyonu ile sürdürmektedir. Çokluğa tekliği, çeşitliliğe aynılaşmayı dayatan devlet ve iktidar, toplumsal ve siyasal istikrarsızlığa neden olmakta, ekosistemin yıkımına yol açmaktadır. Son yıllarda bu yıkım daha çok görünür olmuştur. Küresel ısınma sonucu buzullar erimekte, tatlı su kaynakları kurumakta, göller çekilmekte, yangın ve seller yaşanmaktadır. Yaşanan ekolojik kırımın henüz başındayken bile, insanın ve onun yarattığı devletin, yaşanan doğal felaketler karşısında ne denli çaresizlikler içinde olduğunu hepimiz yaşayarak görüyoruz. Endüstriyalizm neden olduğu ekolojik kırımın önüne geçilemezse, gezegenimiz üzerinde önümüzdeki on yıllarda bugünden farklı yeni fauna ve flora şekillenecek, buna uygun canlılar ve yeni yaşam formları ortaya çıkmış olacaktır.

İnsanlığın iki milyon yıl önce Afrika'dan daha kuzeylere olan serüveni sonucu yaşanan tüm yapım ve yaratım faaliyetleri endüstrializmin neden olduğu yıkımlar sonucu bir bir ortadan kalkmaktadırlar. Ekolojik kırım neredeyse, adeta kapımızı çalarak, bize gelmekte olduğunu hatırlatıyor. Son iki yılda insanlığı teslim alan Covid-19'un neden olduğu siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik ve psikolojik yıkımın neden olduğu travmayı henüz atlatamayan insanlık, baş gösteren yangınlar ve sellerle yeni acılar ve telafisi zor yıkımla karşı karşıya kalmışlardır. Kâr, iktidar ve sermaye birikimi ile hareket eden devlet ve iktidar, doğamıza da alınıp satılan mal olarak yaklaşmaktadır. Yer altı ve yer üstü tüm değerlere el koymakta, onları emek sömürü mekanları olan fabrikalarında işleyerek, süsleyerek büyük kazançlarla bize satmaktadırlar. Onlar bu sayede; şatafatlı saraylarında bir elleri yağda, bir elleri balda olmanın mutluluğunu yaşarlarken, milyarlarca insan ekmek bulamaz, su içemez, sağlığa erişemez konumda olup açlık ve yoksulluk içinde çaresizce ölümü beklemektedir.

İnsanlığın Afrika’dan sonraki önemli mekanlarından olan Mezopotamya'da yaşanan Neolitik Tarım devriminin bolluk ve bereketi üzerinden iki çizgi mücadele içinde olmaya başlar. Bir yandan demokratik, ekonomik ve ekolojik toplum ısrarı ile insanlığın evrensel değerleri, diğer yandan ise insanlıktan sapma olan kent devletlerinin oluşumu arasındaki mücadele, sonrasındaki binlerce yıllık tarihe damgasını vurur. Aşağı Mezopotamya'da kent devletleri ile start alan devletli sistem ile Yukarı Mezopotamya'da anacıl toplum değerlerinden beslenen demokratik modernite arası mücadele bin yıllardır kesintiye uğramadan sürmektedir. 

Devlet ve iktidarın yok eden, tüketen ve el koyan zihniyeti ile devlet ve iktidar dışı insan toplumsallığının var eden, yaşatan ve ortaklaşan kültürü arası çelişki ve çatışmalar hep süregelmiştir. Devlet ve iktidara bulaşmamış Mezopotamya’nın kadim inançlarının halada toplumsallıklarında yaşattıkları insanlığın kök hücresi bu değerler, insanlığın bugün yaşayageldiği sorunların çözümüne ışık tutacak olan evrensel değerlerdir. Anacıl toplumdan bize aktarılan ahlâki ve politik bu değerlerle insana, topluma ve doğaya yaklaşılmış olunsaydı, bütün bu sorunlar yaşanmayabilirdi. Ancak kâr ve iktidar uğruna yaşanan hiyerarşikçi sistem insanı insana, insanı topluma ve insanı doğaya yabancılaştırmıştır.

Kapitalist modernitenin tüketen ve tek tipleştiren bu anlayışı yerine, demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü anlayış ile çokluğu ve çeşitliliği esas alan konfederal ortak yaşamı inşa edebilsek, sorunu çözebilmemiz mümkün olacaktır. Mezopotamya’nın devlet ve iktidar dışı kalmış, din’leşmemiş doğa inançları, kendi toplumsallıklarında yaşa geldikleri değerlerle, binlerce yıldır bu çözüm parametrelerini hep yaşamsal kılmışlardır.

Bugün bile Raya(Rêya) Heq inancı canlı, cansız varlıklarla ikrarlı olduğunu, ortak yaşamın esas alınması gerektiğini güçlüce dile getirmektedir. Bununla da kalmayıp Doğanın Adaleti, Toprak Ana’nın Hakları ve Ekolojinin Ayak İzleri ilkesini son elli yılda dile getiren ekolojistlerden binlerce yıl önceden beri, devlete ve iktidara bulaşmadıkları için bu ilkelerle canlı cansız varlıklarla ortak yaşam oluşturmuşlardı. Dört anasır madde diyerek toprağa, suya, havaya ve ışığa kutsiyetle yaklaşmışlardır. Bu anlayışlarının sonucudur ki su kaynakları, dağlar, kayalıklar, ağaç ve ormanları kendilerinin Wayêrî(sahibi) görmüş, onlara sığınmış, onlarla ortak yaşamı kurmuşlardır. İhtiyacını karşılamak için ağacı kesmeden önce ondan rızalık istemiş, öldürme yerine yaşatmayı, savaş yerine barışı, düşmanlık yerine sevgiye kutsiyetle yaklaşmışlardır. Kadın ananın kapsayan, kucaklayan, sevgide, hakta ve adalette ve barışta buluşturan değerlerini bayraklaştırarak zalimlere karşı mazlumların, kimsesizlerin ve cümle varlıkların sesi olmuşlardır. Bugünde insanlığın bu kök hücresi değerleri esas alınarak yeni ve özgür yaşamı inşa etmek mümkündür. Parçaların, yapıların ve toplum dinamiklerinin özgün ve özerkliğini koruyup geliştirdiği demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü siyasal sistemi ete kemiğe büründürebilirsek siyasal, sosyal, kültürel, kadın ve ekolojik kırımın önüne geçebiliriz.     

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.