Kürtçe müziğe talimatla gelen yasak
Selim FERAT yazdı —
- Koordineli ve daha da gürlenecek bir savaşın ilk perdesi kültür, dil ve müziğe karşı başlatıldı. Ruhu incitecek bir saldırı.
Türkiye’de Kürtçe müziğe, aslında Kürt diline caydırıcı bir saldırı kampanyası başlatıldı.
Birkaç ay önce İstiklal Caddesinde, sokak müziği yapanlara getirilen yasaklar, zabıta memurlarınca gerçekleştirildiğinde, yeniden karanlık bir tünele giriş için talimat verildiğini tahmin etmek zordu.
Türkiye’de her zaman dengesizlikler ve bazı toplulukların, diğerlerinden bağımsız yaptırımlarda bulunması normaldi.
Kürtlere linç girişimleri, Kürt kazanımlarının yükseldiği dönemlerde, sıradan haberler olarak verilirdi; bunu kazanımların bedeli, ya da ırkçılığın yıkıcı gücünün otomatik hareketlendirilmesi olarak tanımlamak mümkün.
Kısacası Türkiye’de Kürtlerin başına gelenler konusunda, gerekçesi olmayan, icazetli mekanizmalar var. Bunlara start veren tek bir el var.
Yeni bir senaryo hazırlanıyor.
Rejisörü belli.
Bir sahne düşünün, orkestrası var ve orkestra şefini herkes tanıyor.
Eğer şef, birkaç ay sonra startını vereceği oyunun başarılı bir sahne olması için ön hazırlıklara “start“ işareti verdiyse, figüranlar harekete geçiyor.
Mekanizma işliyor; özellikle caydırıcı mekanizmaların önemli rol oynadığı her sahnede Kürtler hedefte.
İşte varoşlarda müzik yapanlara karşı başlatılan saldırıların devamının gelmesi, şefin hangi oyunu sahneye koyduğunu da deşifre etti.
Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Aylin Seçkin’in, seçimlerin sonbahara kalmayacağıyla ilgili açıklamasını buraya not düşüyorum.
Şef/Reis’in İstanbul’un işgalinin 569. yıldönümünde, “Biz Suriye’nin kuzeyinde teröristlerle mücadele ediyoruz…kökünü kazıyana kadar devam edeceğiz” demesi, dinamit yüklü bir projeye işaret ediyor. Bu da düşeceğim ikinci not.
Seçimlerden önce, kaos ortamı bu şefin işine gelmişti gibi bir hikaye vardı.
Kürdistanlılar bu hikayenin başarı şansının bundan sonra mümkün olamayacağının sinyalini İstanbul seçimlerinde vermişlerdi.
Ancak o çakı, süngü ve barutla sahne alan orkestra Şefi’nin bunu anlamasını bekleyebilir misiniz?
Varoş müzisyenlerine yapılan saldırılardan sonra, ikinci caydırıcı oyun sahneye kondu ve devam ediyor.
Şef talimat verdi ve kendilerine “milliyetçi-muhafazakar” diyen bir grup harekete geçti.
Bir zamanların Sedat Peker’i, ya da şimdilerin Alaattin Çakıcısı gibi.
Bu grubun ilk projesi Kürt müziğine ve diline karşı caydırıcı yaptırımlara bulunmaktı. Kanıksatılmak istenen, bu grubun kendi başına buyruk olduğuydu.
Belediye ve resmi dairelere başvurup Kürt konserlerini yasaklamak gibi Türk ırkçılarının sempatiyle karşılayabilecekleri bir projeyi harekete geçirdiler.
Yasakların Aynur Doğan’ın konserlerini hedeflemeleri şaşırtmadı; son olarak Istanbul konserine izin verilmesi de, merkezden uzak bir “icazet” olduğu için o da şaşırtmadı.
“Evet biz Kürt kızıyız
Aslanız canlıyız erkeklerin umuduyuz
Biz Kürtlerin gülüyüz
Cahillerin derdinden başkaldırdık…
Başını kaldır Kürt kızı
Kalbim yüreğim eridi
Hani ülke, hani özgürlük
Hani biz yetimlerin annesi“ sözlerinin Rojava’ya ne kadar yakıştığını bilenler, harekete geçtiler.
“Keça Kurdan” şarkısının usta sesi Aynur Doğan’ın konserlerine getirilen yasaklar;
Tatvan Kaymakamlığının “Hay Lo Dîsa Tevlîhev Bû” tiyatro oyununun iptal edilmesi;
Mem Ararat, Apolas Lermi vb sanatçıların konserlerine getirilen yasaklar, gerekçeli.
Hedefte Kürtçe ve Yunanca var.
Şef’in aktüel düşman seçtiği iki adres:
Rojava ve Yunanistan.
Koordineli ve daha da gürlenecek bir savaşın ilk perdesi kültür, dil ve müziğe karşı başlatıldı.
Ruhu incitecek bir saldırı.
Danışman “müzisyen” İbrahim Kalın’ın rafine bir önerisi mi?
Bilmiyorum; kim yaptıysa, Şef’in düşeceği çukur için bir paradoks girişime imza atmış oldu. Bravo; Bu Truva atı şimdilerde, saray bahçesinde park etmiş gibi!
Selimferat@web.de