“Kuzuların sessizliği” ve “ahlaksız denge”

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Bu kriz sürecine büyük dikkat göstermek ve hem “ahlaksız denge”nin bozulacağı anı, hem de “kuzuların sessizliğinin” büyük bir sürü gürültüsüne döneceği anı önceden hissetmek, ona göre hazırlık yapmak ve önlem almak gerekir.

Özellikle Kürt halkı merak ediyor: Bu Türkler kendi devletlerinin mafyalaşmasına, haydutlaşmasına, kendi emeklerinin ve sermayelerinin yamyamca yağmalanmasına, kendi ülkelerinin Rusya ile ABD maçlarında patlak pingpong topuna dönmesine karşı neden ayaklanmıyorlar? Kürt halkı haklı olarak soruyor: Bu Türklerde hiç mi öfke patlaması olmaz, hiç mi tepeleri atmaz, haydi diyelim “Kerim Devlet”e karşı isyan gelenekleri yok, anladık, ya hu, bunlarda hiç mi “milli gurur” yok?” 

Gerçekten Türk halkı şimdiye kadar böyle büyük bir rezillik görmedi. Milyonlarca Türk hergün Pekerlerin, Cevherilerin orta yere döktüğü rezaletleri, cinayetleri, suikastleri sosyal medyadan izliyor. Ortaya saçılanlar öyle boyutlardaki, her hangi bir uyduruk rejimli devlette bile, bu rezalet diktatörleri devirir. Geçmişte diktatörlerin işi kolaydı. “Matbuata sansür” koyarsın, kimse rezaletin “r”sinden bile haberdar olmaz. Ama iletişim çağında kazın ayağı öyle değil. İşte özgür medya dışında ne kadar gazete ve TV varsa rezalete kör ve sağır kalırken, sosyal medya Saray’ın temellerini sarsıyor, adı, kimliği, yediği herzeler ortaya çıktıkça Erdoğan’ın “danışmanları” birer ikişer istifa edip, ortalıktan sıvışıyor. 

Ama Kürt halkı soruyor: Neden Türk milletinden ses çıkmıyor? 

Konu derin. Ben burada soruna sosyolojik açıdan yaklaşmayı deneyeceğim. 

Bir isyan ya da devrimci kalkışma için halk kitlelerinin eskisi gibi yaşamak istememesi yetmez; egemen sınıfların da eskisi gibi yönetemez olması gerekir. Bir başka ifadeyle, egemen sınıfını iç çelişkileri açığa çıktığı ve aralarında çatışmalar başladığı zaman halk kitleleri bu yarıktan sokağa çıkma imkanı elde eder.  

Bu da yetmez. Halkın en bilinçsiz ve örgütsüz büyük kesimlerinin devlet içinde birbirleriyle boğazlaşan fraksiyonlar tarafından harekete geçirilmesi gerekir. Durgun su bir kere harekete geçince, eğer devrimci öncü bu harekete yön veriyorsa, işte o zaman o su, sele dönüşür. Biz buna devrim diyoruz. 

Şu anda halkın büyük çoğunluğu “eskisi gibi yaşamak istemiyor.” Devrime giden yolun yarısı aşılmıştır. Ama “egemenler eskisi gibi yönetemez hale geldiler mi?” Daha doğrusu devletin içinde çoktan beri ayrışan, irili ufaklı fraksiyonlar halinde birbirleriyle masa altından tekmeleşenler açıkça çatışmaya başladı mı? Buna evet diyemiyoruz.  

Çünkü bütün bu fraksiyonlar yalnız halk düşmanı değiller. Cumhuriyet tarihinin eşine rastlamadığı bir durumla yüz yüzeyiz. Devlet mafyalaşmıştır ve  devlet içindeki rakip fraksiyonların istisnasız tümü birer suç örgütüne dönüşmüştür. Devletin “birliği” yalnız sınıfsal çıkar birliği değil, artık “suç ortaklığının” yarattığı birliktir. Sınıfsal çıkar birliği muayyen şartlarda parçalanır, ancak “suç ortaklığı” en “güçlü” birliktir. Ağar’ın “bir tuğla çekilirse duvarın altında kalırız” demesi bundandır. Her fraksiyon bir tuğladır. 

Devlet aygıtındaki mafyalaşma siyasi alanı da kaplamıştır. AKP’nin siyasi kadroları arasında fraksiyonlar vardır, ama bunlar da birer suç örgütü halini almıştır ve onları “suç ortaklığı” sımsıkı birbirine yapıştırmıştır.  

CHP’nin benzeri bir duruma geldiğini söylemek doğru olmaz. Çünkü devlet ve AKP “mafyalaşmanın” tekelini ele geçirmiştir ve CHP içinde aynı yolsuzluk ve hırsızlığı yapmaya kalkan kimse ya hapsi boylar ya da Savcı Sayan gibi devlete iltica eder. 
Ancak CHP mafyalaşmış olan “laik Ergenekoncuların” vesayeti altındadır. 

Sanırım manzara açıktır: Hem devlet aygıtı, hem iktidardaki siyasi güçler bir yandan birbirlerine karşı operasyon üstüne operasyon çekmekte ama diğer yandan da domuz topu gibi birbirlerine “suç ortaklığı” ile yapışmaktadır. Sistem içi muhalefetin tümü de bu “suç ortaklarının” etkisi ve baskısı altında devletle ve AKP-MHP iktidarı ile “irtibat ve iltisak” içindedir. 

İşte bu “çelişkili bütünlük” devlet aygıtında halkın akacağı gediği tıkayan temel faktördür.  

Ve ne sistem içi muhalefetin içinden bir kanat ve ne de iktidardaki siyasi blok içindeki bir fraksiyon kendi çıkarları ve mücadeleleri için, kendilerine bağlı halk kitlelerini harekete geçirmeyi göze alamamaktadır.  

Böylece, doğası gereği azınlıkta olan devrimci sınıfsal ve siyasi öncü güç, bu geri bilinçteki ve örgütsüz kitle harekete geçmediği için sokakta “yalnız” kalmaktadır. 

Ancaaaakkkk… 

Şu sıralar durum değişmeye başlamıştır. Bir süredir devletin içinden firar eden Peker ve yine devletin içinden firar eden Cevheri, bu arada “firar edemeyip” hapse atılan Furkan Vakfı  ve bunlara benzer şimdilik az sayıda fakat etkili kişiler kendilerine kulak veren kitleleri hafiften de olsa hareketlendirmeye başlamıştır. Devlet içindeki “suç ortaklığının” yarattığı “ahlaksız denge” bir anda bozulabilir. 

O zaman Türk milletinin en geri, fakat en geniş kesimlerinin “sessizliği” de bozulur. 

Bu kriz sürecine büyük dikkat göstermek ve hem “ahlaksız denge”nin bozulacağı anı, hem de “kuzuların sessizliğinin” büyük bir sürü gürültüsüne döneceği anı önceden hissetmek, ona göre hazırlık yapmak ve önlem almak gerekir. 

Çünkü devrimci öncünün adı üstünde. Halk kitlelerinin ezici çoğunluğu sokaklara çıktığı zaman, hangi sokağın devrime, hangi sokakların karşı devrime götüreceğini devrimci öncü bilecektir. Bilmiyorsa öncüsüz hiçbir halk kitlesi devrim yapmayacaktır.  

Bir sabah bakmışınız fraksiyonlar birbirini yemiş, sonunda Erdoğan devrilmiş.. Ama o da ne? Millet Akar ve Fidan’ı alkışlıyor.  
Önlem alınız.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.