‘Normal’, ‘normalleşme’ kim için?

Cihan DENİZ yazdı —

Korona salgının tüm dünyayı etkisi altına aldığı şu günlerde, en sık duyduğumuz sözler “normal”, “normalleşme”, “normale dönmedir.”

Şimdi duralım ve ilk önce şu soruyu soralım; dünya genelinde iktidarlar, özleri olan “normalin” yani sömürünün, adaletsizliğin ve baskının dışına çıkmışlar da şimdi eski “normallerine” mi dönmek istiyorlar? Salgın ile sermaye emek sömürüsünden vazgeçmek zorunda kaldı da şimdi tekrar işçileri, emekçileri eskiden olduğu gibi sömürmek mi istiyor?

Bu soruya evet cevabı vermenin imkanı yoktur. En gelişmişinden en yoksuluna kapitalizmin egemen olduğu bu dünyada Korona salgını ile sömürü, baskı ortadan kalkmamakta, tersine birçok yerde baskı, sömürü, eşitsizlik daha da derinleşmekte, daha da görünür hale gelmektedir. 

Norm yani kuraldan türetilmiş bir kavram olan “normal” kapitalist modernitenin ve onun siyasi örgütlenme biçimi olan ulus için devletin toplum içindeki her tür farklılığa olan düşmanlığını, sistemin özünü oluşturan baskı ve sömürüyü gizlemenin, bunların toplum tarafından adeta bir kural olarak benimsenmesinin bir aracıdır. Kimliğimizden, konuştuğumuz dilden, kullandığımız kavramlardan, inandıklarımızdan, nasıl düşündüğümüzden başlayıp hayatımızı nasıl geçireceğimize, neleri nasıl tüketeceğimize, nasıl çalışacağımıza, nasıl seveceğimize kadar insan yaşamına ait her yönün iktidar tarafından belirlenmiş bir “normali” vardır. İktidar toplumdan bunlara karşı çıkmadan uyması beklenmektedir. Uymayanlar, bunları sorgulayanlar ise “anormal” olarak damgalanarak iktidarın her türlü baskı ve şiddetine maruz kalmaktadır. “Deli”, “sapkın”, “terörist” vb. olarak damgalanarak toplum dışına atılmaktadır.

Bu şekilde ele aldığımızda Korona salgını sırasında özünden bir şey kaybetmeyen, baskının, sömürünün, adaletsizliğin, eşitsizliğin tüm şiddetiyle hüküm sürmeye devam ettiği hatta daha da keskinleştiği kapitalist modernite açısından “normalden” sapma söz konusu değildir, dolayısıyla da iktidarların çizdiği çerçeve içinde “normalleşme”, “normale dönüş” diye bir tartışma da aslında anlamsızdır.

Örneğin Türkiye’de “normal” nedir? İktidar açısından normal faşizmdir, yani baskıdır, zulümdür, soykırımdır, sömürüdür. Korona günlerinde Türkiye’de yaşananları bakarak Türkiye’de “normalden” bir sapma yaşanıp yaşanmadığını, “normale” dönülmesini gerektirecek bir değişim olup olmadığını kendimize soralım. Göreceğimiz bu süreçte de faşizmin hız kesmediği, kendi dışındaki herkese nefret kusmaya, onları baskı altına alıp onlara zulmetmeye devam ettiği, sermaye karşısında emekçilerin korunması için tek bir ciddi adım atmadığıdır. Hatta büyükşehirlerde ilan edilen sokağa çıkma yasağı gibi uygulamalar, rejimin Kürdistan’da 2015 sonrası süreçte uyguladığı “normalin” Türkiye geneline yaygınlaştırılması, yani rejimin değerleri açısından bir “normalleşme” olduğu bile söylenebilir.

Bunun ötesinde iktidar bu süreçte yaptığı infaz düzenlemesi ile zindandakileri ölüme terk etti. Hiçbir inançta yeri olmayacak şekilde mezarlıklar da hedef alındı. “Barbarlara” karşı mezar başlarında nöbet tutmak zorunda kalan analar faşizmin “normalini” Korona günlerinde de yaşamaya devam ettiler. Siyasiler gözaltına alınmaya, tutuklanmaya, hatta kaçırılmaya devam etti. LBGTQ’lar iblisleştirilerek hedef haline getirilmeye devam etti. Emekçiler sermayenin karı uğuna fabrikalarda hiçbir kural gözetilmeden çalışmaya zorlandı. Tüm bunlar olurken iktidarın “normalden” normalleşmeden” bahsetmesi zaten faşizmin “normalini” yaşayan Türkiye ve Kürdistan halkları açısından boş bir çarpıtmanın ötesinde bir anlam taşımamaktadır.

Sonuç olarak, “normal” kavramı tek başına bir anlam taşımamaktadır. İktidarlar tarafından sürekli suistimal edilen bir başka kavram olan özgürlük hakkında “soyut özgürlük sözcüğünün sizi aldatmasına izin vermeyin. Kimin özgürlüğü? Bu, bir kişinin başka kişi karşısındaki özgürlüğü değil, sermayenin işçiyi ezme özgürlüğüdür” diyen Marx’ın izinden gidelim ve “normal” kavramının bizi atlamasına izin vermeyelim. “Normal”, “normalleşme” gibi kavramlar her karşımıza çıktığında her zaman “kimin normali”, “kim için normalleşme” diye soralım. Göreceğimiz, bize dayatılanların hangi renginde ve tonunda olursa olsun, her zaman iktidarcı anlayışların “normali” olduğudur.

Genelde iktidarcı anlayışın özelde faşizmin ve sömürgeciliğin normali karşısında ezilenlerin, halkların normali ise özgürlüktür, barıştır, eşitliktir, adalettir ve en önemlisi de bunlar için direniştir. Bundan dolayı da bizlere yani tüm bileşenleri ile demokrasi ve barış güçlerine, demokratik siyasete düşen, toplum içinde faşizmin “normaline” karşı kendi “normalimizi” nasıl hakim kılabileceğimiz, bizim için normalin de ötesinde adeta bir yaşam pınarı olan direnişi nasıl yükselteceğimiz üzerine kafa yormak ve bunları hayata geçirmektir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.